hesabın var mı? giriş yap

  • en fenasını guitar hero oyununda yediğim ayar. oyunda pek tecrübem yok, bir elin parmaklarını geçmez oynamam. neyse arkadaşlarla gidiyoruz arada bu oyuna, yalnız gittiğimiz mekanda müthiş güzel bir kız çalışıyor. sadece bu kızı görmek için oynamaya gelen var aramızda o derece. ben bi önceki gün easy'den medium'a geçtim diye kendi gitarımın zorluk derecesini medium'a çıkardım nasıl olsa çalıyorum diye, neyime güveniyorsam artık. başladık oynamaya arkadaşlar takır takır çalarken ben batırıyorum sürekli. 4-5 notadan bir tanesine basabiliyorum sadece. en sonunda her başarısız oyuncunun verdiği tepkiyi verdim: '' bu bozuk ya, çalışmıyor !'' değiştirelim bu gitarı dedim. arkadaş seslendi stüdyodan, derken o müthiş güzel kız geldi: "buyrun sorun nedir?" dedik 'bu gitar çalışmıyor değiştirmek istiyoruz.' 'ben bi bakayım' dedi. aldı eline gitarı, zorluğu en yüksek seviyeye getirdi. tam olarak hatırlamıyorum ama benim çalamadığımdan oldukça zor bi parçayı açtı başladı çalmaya. ama nasıl çalmak. tek bir nota kaçırmıyor. arkadaşlar bi bana bakıyor bir de ekrana. ben boncuk boncuk terliyorum. kız da durmuyor hala çalıyor; o çaldıkça ben terliyorum ben terledikçe o döktürüyor. kız şarkıyı bitirene kadar hatasız çaldı. gitarı uzattı bana kayıtsız bir ifadeyle: "ben bunda bir sorun göremedim?" benim artık kafamdan duman çıkıyor, yüzüm kızarmış domates gibi. sessizce aldım gitarı. o günden sonra bi daha gidemedim oraya. masa tenisi oynuyorum artık, daha eğlenceli zaten.

  • bunları yazarken dahi zorlanıyorum..
    aslında bu konuda konuşmaktan, okumaktan, yazmaktan kaçıyorum ya da kaçıyordum.
    tam 5 senedir borderline'ım.
    daha öncede tanı koyulmuştu ciddiye almadım.
    bir süredir psikotik ataklarım öyle sıkıntılı bir hal aldı ki görmezden gelemez oldum.
    bu zor, bunu anlatmak zor yaşamaksa imkansız.
    biri var, o siz değilsiniz bazen de tamamen sizsiniz.
    öyle öfkeli ki hayata.. her şeyi yakıp yıkabilir, herkesi silebilir, zaman tanımaz insan ayırmaz..
    her daim gırtlağınızda eli, ne zaman boğacak beni tekrar diye tetikte olmaktan yorgun düşmüşsünüz.
    boğuyor da sık sık, ama öldürmüyor kelimenin tam anlamıyla süründürüyor.
    bir kelime, bir bakış, bir fotoğraf bile yetiyor karşınızdaki insandan nefret etmenize.
    temelinde kaybetme korkusu var..
    öyle korkuyorsunuz ki sevdiğiniz birini kaybetmekten, kaybetmemek için varınızı yoğunuzu ortaya koyuyorsunuz. oysa bazen kimsenin gittiği falan olmuyor. paranoyalarınız sizi avucunun içine almış adeta esir ediyor..
    zihniniz bildiği tüm işkenceleri uyguluyor üzerinizde..
    kafanızda hep aynı şey ''uyursam geçecek, içersem geçecek''..
    kaçmaktan başka hiçbir yolunuz yok gibi, tüm evren bomboş gibi..
    çığlık çığlığasınız ama kimse duymuyor gibi.
    ne kadar para, başarı, kalabalık olursa olsun bu yetmiyor..
    öyle çok duyulmak istiyorsunuz ki dinlemeyi unutuyorsunuz.
    o kırgınlıklar, üzüntüler öfkeye dönüşüyor.
    benim ağzımdan mı çıktı bunlar - bunu ben mi yaptım diyeceğiniz şeyler söylüyor ve yapıyorsunuz.
    pişmanlık duyuyorsunuz, gerçek sizi buluyorsunuz derken fısıldıyor kulağınıza o elin sahibi..
    ''ama seni sevse şöyle yapmazdı, hak etti - canı cehenneme''
    az önce özür dilemişken birden kin kusar hale geliyorsunuz..
    karşınızdaki şaşkın, üzgün, yorgun..
    ne olur anlayın, ne olur dinleyin bizleri..
    evet zor, evet yorucu ama sadece şunu kendinize hatırlatın ''bizler sevilmek isteyen çocuklarız..''
    bizler siz bizi sevin diye her şeyi yapabilecek olanlarız..
    tedavisi zor ve uzun bir süreci kapsıyor..
    yakınlarım bendeki dengesizliğin farkındalar ve ellerinden geldiğince yardımcı olmak istiyorlar..
    her gün iki kişi uyanmak ve kimin ne zaman neye nasıl tepki vereceğini bilmemek öyle zor ki.
    tek istediğim sizler gibi uyanmak.
    geçmişi arkada bırakmak,
    insanlara kızmamak,
    kendimden daha fazla ödün vermemek,
    kaçmak için değil de dinlenmek için uyumak..
    başklarından bağımsız biri olmak, sizler gibi biri olmak.

    şöyle bir yazarların bulunduğu destek grubumuz var

  • pamuk prenses, süpermen ve pinokyo yürüyüşe çıkmışlar...
    yürürlerken önlerine bir tabela çıkmış.

    " dünyanın en güzel kadını" yarışması...yazıyormuş üstünde.

    - bu yarışmaya katılıyorum, demiş pamuk prenses..
    yarım saat sonra arkadaşlarının yanına dönen pamuk prenses'e sormuş
    süpermen ve pinokyo.
    - eeee, nasıl gitti?
    - birinci oldum, demiş pamuk prenses.

    yürüyüşlerine devam ederken önlerine bir tabela daha çıkmış.
    "dünyanın en güçlü adamı" yarışması...yazıyormuş üstünde.
    -bu yarışmaya katılıyorum, demiş süpermen.
    yarım saat sonra arkadaşlarının yanına dönen süpermen'e sormuş
    pinokyo ve pamuk prenses.
    - eeee, nasıl gitti?
    - şüpheniz mi vardı?, demiş süpermen.

    yürüyüşlerine devam ederken önlerine bir tabela daha çıkmış.
    "dünyanın en yalancı insanı" yarışması...yazıyormuş...
    -bu yarışmaya katılıyorum, demiş pinokyo.
    yarım saat sonra arkadaşlarının yanına gözyaşları içinde dönen pinokyo'ya sormuş süpermen ve pamuk prenses.
    - ne oldu?
    pinokyo sormuş bu defa " kim lan bu tayyip denen adam?!?

  • iskoçya'daki loch ness gölünü mesken tuttuğuna inanılan dev bir su canlısı var ya – hani koca kafalı, uzun boyunlu, nessie diye bilinen. ama aslında, bunun gerçek olduğunu gösteren çoğu kanıt zamanla çürütüldü ve bilim insanlarına göre bu sadece bir efsane.

    söylentilere bakarsak gölde yaşayan bir canavarla ilgili hikayeler taa antik çağlara kadar uzanıyor. hatta bölgeyi mesken tutmuş olan piktler'in taş oymalarında gizemli ve paletli bir su yaratığı bile var. yazılı olarak ilk kayıt ise 7. yüzyılda yaşamış aziz columba'nın biyografisinde geçiyor. anlatılana göre 565 yılında canavar bir yüzücüyü ısırmış. hemen arkasından bir başka adama da saldırmak üzereyken aziz columba duruma müdahale ederek canavara "geri dön" emrini vermiş. hayvan da onu dinleyip uzaklaşmış! tabii yüzyıllar geçmiş ve bu arada rapor edilen karşılaşmalar çok seyrek olmuş. birçok uzman bu nadir görülen canavarın aslında iskoç folklorundaki bol miktarda bulunan mistik su yaratıklarından ilham alınarak yaratıldığını düşünüyor.

    gelelim 1933 yılına... işte loch ness efsanesi tam da bu yılda patladı. o sıralarda gölün hemen kenarından geçen yeni bir yol yapılmıştı ve artık gölü baştan sona araçla rahatça görmek mümkündü. nisan ayında bir çift araçlarıyla giderken devasa bir hayvan gördüklerini iddia etti – ejderhaya ya da tarih öncesi bir yaratığa benzetmişlerdi. hemen arabalarının önünden geçip suya dalmış. olay iskoç gazetelerinde yer alınca onlarca yeni "görgü şahidi" ortaya çıktı. hatta aralık ayında daily mail gazetesi büyük av peşinde koşan bir avcı olan marmaduke wetherell'i görevlendirdi. wetherell gölün kenarlarında 6 metre boyunda "güçlü ama yumuşak tabanlı bir hayvana" ait olduğunu düşündüğü devasa ayakizleri buldu. ama tabi bunlar londra'daki doğa tarihi müzesi'ndeki zoologlar tarafından yakından incelenince, ayak izlerinin bir şemsiye ayağı ya da su aygırı bacağı takılmış kül tablası kullanılarak yapıldığı ortaya çıktı. wetherell'in bu düzmecede oynadığı rol de hâlâ net bir şekilde açıklanamamış durumda.

    tabii bütün bunlar loch ness canavarının varlığını kanıtlama çabalarını daha da ateşleyen kıvılcımlar oldu. 1934'te ingiliz doktor robert kenneth wilson canavarı fotoğrafladığını iddia etti. "cerrahın fotoğrafı" diye anılan meşhur resimde canavarın küçük bir kafası ve uzun boynu görülüyordu.
    görsel

    daily mail bu fotoğrafı basar basmaz dünya çapında bir sansasyona sebep oldu. birçok kişi canavarın 65.5 milyon yıl önce nesli tükenmiş deniz sürüngeni plesiosaur olabileceğini öne sürdü.

    loch ness bölgesi canavar avcılarının akınına uğradı. yıllar geçtikçe canavarı bulmak için bir sürü sonar çalışması yapıldı (1987 ve 2003 bunlara örnek) ama kimse başarılı olamadı. fotoğraflar da yağmaya devam ediyordu ama büyük bölümü ya düzmece çıktı ya da başka hayvanların ya da sıradan objelerin yansıması olarak açıklandı. 1994'te wilson'ın meşhur fotoğrafının intikam peşindeki wetherell tarafından kotarılan bir aldatmaca olduğu ortaya çıktı. "canavar" aslında oyuncaklı bir ufak denizaltıya takılmış plastik-ahşap kafadan ibaretti!

    2018 yılında dna taraması yapmak için bir grup bilim insanı loch ness’i didikte inceledi. plesiosaur ya da buna benzer bir yaratık bulamadılar ama aşırı derecede yılan balığı olduğu ortaya çıktı. bu da canavarın aslında dev bir yılan balığı olma ihtimalini güçlendirdi.

    yani anlayacağın, elimizde kesin bir bilimsel kanıt olmamasına rağmen loch ness canavarı popülerliğini, hatta karlılığını korumayı başarıyor. 21. yüzyılın başlarında loch ness bölgesinin iskoçya ekonomisine yılda 80 milyon dolar kadar katkı yaptığı düşünülüyor!

  • yılbaşı geliyor diye kapı süsü aldık ama ödümüz kopuyor çalacaklar diye. sonradan görmelik de pek zormuş.

    evdeyken takalım giderken çıkaralım diyoruz*

    noeliniz şimdiden mübarek olsun*

  • süper demeç. içim soğuyor böyle şeyler gördükçe.

    memurlara da aşk olsun. tayinimiz çıkar, sürülürüz diye korkuyorlar. abi zaten çankırı’dasın lan. sürül belki ufkun açılır amk.

  • tuhaf günlerden biri. dünyanın bir kısmını neşelendirirken bir kısmına travma yaşatan türden.

    dayımın eşi öldüğünde 35 yaşındaydı, ben de şu an 35 yaşındayım. agresif bir beyin tümörü yüzünden üçüncü ameliyata girmesi gerekiyordu, bir gece öncesinde bana "korkuyorum, ölürsem çocuklarıma ne olacak" demişti. "anneler günü, bayram, hep buruk olacaklar" demişti. ameliyatının işe yaramayacağını herkes biliyordu zaten de, bir umut diye çırpınış... ne cevap verdim hatırlamıyorum, kesin saçmalamışımdır. ölmek üzere olan birini avutabilecek kadar soğukkanlı değilim.

    bu konuşmadan birkaç ay sonra öldü. çocukları büyüyor, zaman akıyor. büyük çocuğu (kız) ortaokulda, ufak olan (erkek) ilkokul. kız çocuklarıyla erkek çocukları farklı yapıdadır derler, ondan mı bilmem ama erkek olan hayatına normal şekilde devam ediyor gibi görünürken kız olan annesini bir kez bile anmadı. hiç. ne fotoğrafına baktı, ne ismini andı. biz de bu yüzden hep o yanında yokken aradık anneannemi, anneler günü'nü kutlarken duymasın istedik. sosyal medyada paylaşmadık. kendi çapımızda önlem aldık işte, ne faydası olacaksa...

    yaşadıkları şehir tutucu. sanırım ramazan yüzünden arkadaşlarından ve çevreden gördüğü oruç tutma baskısına isyan etmiş. ilk defa dün gece annemle kardeşimi arayıp ağlamış. "allah'a inanmıyorum ben, olsaydı annemi bir kerecik rüyamda görürdüm. zaten bizi ufacıkken bıraktı, allah'tan nefret ediyorum" diye bağırmış. birkaç gün önce de ilk defa kendisini büyüten anneannemin anneler günü'nü erkenden kutlayıp hediye vermiş. yıllarca tek bir kez anneler günün kutlu olsun demedi, bu yıl içinde ne biriktirdiyse hepsini kusuyor. o kadar öfkeli ki, çocuk değil marvel filmlerinden çıkmış kötü karakterler gibi konuşuyor. allah'tan nefret ediyorum diyor sürekli. sanırım inanıp inanmadığını da sorguluyor kendince. annesinin ölümüne açıklama bulmaya çalışıyor. allah öldürdüyse neden öldürdü, neden annesini öldüren allah için oruç tutması gerekiyor türü sorular... aslında cevap da istemiyor, sadece öfkesini her konuştuğu insana söylemeye çalışıyor. anneler günü olmasa başka bir meseleyle bu kadar tetiklenir miydi kafasındakiler bilmiyorum.

    demem o ki, bir yetişkin olmama rağmen 5 yıldır babalar günü benim için bile kabus. sabah mide krampıyla uyanıp gün boyunca her reklamda ağlamaklı oluyorum. bir de bu reklamların haftalar önceden başladığını varsayarsak... bazı çocuklar için anneler günü, babalar günü kavramları travma.

    bazen dünyadaki bütün özel günlerin kaldırılmasının daha iyi olacağını düşünüyorum. haftalar öncesinden bannerlarla, videolarla babam yaşasaydı alabileceğim hediyeleri görmektense ölüm yıl dönümünde anmayı tercih ederdim. bugün annesini kaybedenler de böyle hissediyor. işçi bayramı veya öğretmenler günü gibi mesleki türde olanlar neyse de; bence anneler günü, babalar günü gibi kişisel bağları zorlayan günler olmasaydı eksikliğini çekmezdik.