ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
20 yaşında kız 28 yaşında erkek ilişkisi
-
e ben şimdi öleyim amk. eşim 27 ben 37 yaşındayım ne oldu ki şimdi.
kötü birşey yapıyorsam söyleyin boşayalım hatunu. ama çocuğum var ona ne diyeceğim? siz onu da bilirsiniz artık.
instagram fenomeninin hikayeye 48 bin tl istemesi
-
şimdi tam anlamadık kardeş. sen hem fenomene kızıyorsun, hem onu takip edenlere kızıyorsun, hem de o sayfaya reklam mı vermek istiyorsun?
ilk bilgisayarda yapılan mallıklar
-
disket sürücüsüne taso yerleştirip, onların oyununu bilgisayarda oynamaya çalışmak.
yaş: 3 falan
pablo neruda
-
nâzım'a bir güz çelengi
(...)
sana şili'nin kış krizantemlerinden bir demet
sunuyorum
ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan
halkların kavgasını ve kavgamı benim
ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da
yalnızım sensiz.
senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen
yüzünden yoksun
dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan
zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
kuyu gibi kapkara zindanlardan
canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
ellerinde izi vardı eziyetlerin
hınç oklarını aradım gözlerinde
oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
yaralar ve ışıklar içinde.
şimdi ben ne yapayım? (...)
meyve dünyasının kralı
-
erişilebilirlikte (yaygınlık ve ucuzluk) -> elma
sağlıkta -> elma
bal gibi meyve yemek için -> incir
tat standardı (lezzetin tekrarlanabilirliği) -> muz
mutluluğa etkisi & coşku faktörü -> yeşil erik
ağızda bıraktığı his (patlaması, suyu, lezzeti) -> nar
serinlemek için -> karpuz
lezzetinin zirvesindeyken en güzel olan meyve -> kavun
jüri özel ödülü -> şeftali
sevgilisine 3 liralık dürüm yediren erkek
-
(bkz: kız sevgili)
debe editi: yazar arkadaşlardan çok acayip mesajlar alıyorum. olm ben de istemezdim bu entry ile debe'ye girmeyi, niye kılıçlarınızı çektiniz saldırıyosunuz. başlık yazımındaki anlatım bozukluğuna dikkat çekmek istemiştim sadece. buna da bir bakarsanız güzel olur bence;
mutluluğun sırrı (bkz: #37803677)
kadıköy'de suların mavi akması
-
şöyle bir sebebi olabilir.
bu olay bir kere benim başıma gelmişti.
şu rezervuarın direkt içine atılan mavi su yapıcı zımbırtılar belli bir süre içinde apartman şebeke suyuna karışmış ve musluklardan mavi su akmasına sebep olmuştu.
ek: la yalnız adam havuz suyu gibi dedi. olm havuz suları; havuzun seramiklerinden dolayı mavi görünüyor ibiş.
ölünce her şeyini kaybedecek olan ateist
-
schopenhauer 'ın dediği gibi "e doğmadan önce de bunlarım yoktu amk o zaman ne fark eder?" ile cevaplandırılır
kilo vermek
-
4 ayın sonunda 39 kilo vermemi, dolabımda bir bahar temizliği ile kutladım bugün.
dolabımın yaklaşık %70i çöpe gitti bugün. kalanların yarısı da atmaya kıyamadıklarım, birine veririm dediklerim ve bol da olsa daha giyiliri olan şeyler. üstüme normal olan kıyafetim çok az. iç çamaşırından ayakkabıya kadar her şey çöpe gitti. (ayaklarım da ufaldı biraz, şişi indi zaar) şu an sadece iki çift ayakkabım var. biri spor ayakkabım, diğeri de kışlık botlarım. ayağıma giymeye çorap yok. hepsini attım. kıçıma giymeye don kalmadı sadfghfdfs hepsi çöpte. kabanlar, kazaklar, ceketler, elbiseler, pantolonlar, pijamalar... hepsi gitti.
kelimenin tam anlamıyla, üstüme giyecek hiçbir şeyim yok. iyice kıvama gelene kadar alışveriş yapmamaya karar vermiştim üstelik. ama artık dondur çoraptır alıcaz mecbur. buna rağmen, aşırı mutluyum. işte kilo vermek böyle bişey.
niye kıyafetlerini çöpe attın diye darlayanlar için edit: size ne arkadaş, size ne? ister çöpe atarım ister saklarım istersem yakarım istersem makasla kırpık kırpık yaparım yaa, babamın oğlu musunuz arkadaş "niye çöpe attın birine versene" diye hesap soracak kadar? ki zaten kalan kıyafetlerin bir kısmını "birine vermelik" olarak ayırdığımı belirtmişim. ki o birine vermelikler, hiç giyilmemiş olanlar. millet sırf fakir diye benim giye giye sündürdüğüm kıyafetleri kabul etmek zorunda mı? donumdan çorabıma her haltımı attığımdan bahsediyorum, eleman mesaj yazıyor niye birine vermedin diye. eski donumu mu vereyim lan bu kadar mı sapıksınız? manyak mısınız arkadaş? çok meraklıysan git sen dolabındaki eskilerini ver bi fakire. emin ol yer bezi yapıyorlar.
birine hayır yapılacaksa, gidilip yeni alınır verilir. "al ben bunları giydim giydim paraladım, şimdi de sen giy" diye giyilmiş kıyafet verilmez insanlara. ayıp denen bişey var yaa...
63. grammy ödülleri
-
her ikisi de yılın en iyi pop albümü kategorisinde yarışan future nostalgia* ve folklore* albümlerinden yılın en iyi albümü folklore olurken, future nostalgia en iyi pop albümü oluyor. peki genel anlamda en iyi albüm folklore ise nasıl en iyi pop albümü de o olmuyor?
tanım: kafamı kurcalayan ödül töreni.
yaran diyaloglar
-
ehliyet kursuna gidiyorum. olabileceğin en kötüsüyüm. debriyaj olayını anlayamadım, arabayı bağırtarak kaldırıyor, park edemiyor, türlü hatalar yapıyorum. işin kötüsü yakın arkadaşımla gidiyoruz o benden de fena. biz kursa gidince direksiyon hocalarımızın suratı asılıyor, çaktırmamaya çalışıyorlar. yine böyle bir ders günü bir köprünün üzerindeyiz ve geri döneceğiz.
hoca: şimdi napacağız?
ben: geri döneceğiz.
hoca: geri döneceğimizi kim biliyor?
ben: (noluyo lan, ne demek istiyor acaba? öldürüp beni köprüden atmasın bu!!!) ben biliyorum hocam.
hoca (yükselmiş ses tonu ve sinirli bir ifadeyle): başka kim biliyor?
ben (demek benim sonum da böyleymiş): siz biliyorsunuz.
hoca: başka kim biliyor?
ben (eşhedü enlaa…): başka kimse bilmiyor hocam.
hoca artık sabrı tükenmiş ve sinir katsayısı tavan yapmış bir şekilde : sinyal veer herkes bilsin, sinyal ver herkes bilsin!!!
o gün bu gündür ıssız dağ başında şerit değiştirsem sinyal veririm.
yaran diyaloglar
-
geçmiş zaman tam hatırlamıyorum, emniyete gitmiştim. artık pasaport işi miydi, uyuşturucu mu kaçırmıştım bilmiyorum. bahçede duruken bankta oturan bi genç gördüm, herif kardeşmin aynısı neredeyse. gizlice fotosunu çekip yolladım kardeşime.
-napıyosun lan emniyette? yabancılar şubesine mi getirdiler hehehehe.
şööle bi cevap geldi...
+abi insan bi selam verir.
letarjik ensefalit
-
birinci dünya savaşı'nın sonlarına doğru aniden ortaya çıkıp avrupa'yı silip süpürdükten sonra, yine aniden yok olan bir salgın olup, bugün sırrını hala koruyor.
bu alışılmadık beyin rahatsızlığı 1916'nın sonlarına doğru viyanalı nörolog ve psikiyatrist constantin von economo'nun dikkatini çekti. economo, hastalığa bugün de kullanılan letarjik ensefalit ismini verdi. bu beyin enfeksiyonuna yakalanmış hastalar viyana psikiyatri kliniğine çeşitli tuhaf belirtilerle geliyorlardı.
bazı hastalar birkaç gün boyunca uykulu bir uyuşukluğa dalıyordu; bazıları katatonikti, saatlerce veya günlerce doğal olmayan duruşlarda kaskatı kesiliyorlardı; kimileriyse istemsiz hareketlerle kendini gösteren krizlerin eşlik ettiği denetimsiz bir heyecanın etkisi altına giriyordu. hastalar ya uykuya (veya uyku benzeri şeylere) boğuluyor ya da sürekli uykuları kaçıyordu.
çesitli uyuklama hallerinden muzdarip hastalar otururken, ayaktayken, hatta yürürken veya yemek yerken, esneme ve yorgunluk gibi bütün belirtileri göstererek uykuya dalıyordu; ciddi vakalar ise haftalar veya aylar süren adeta daimi bir uyku haline girebiliyordu. buna karsılık, hiperkinezi hastaları yatakta döner durur, üzerlerinden yorganı atar, tekrar üzerlerine çeker, oturur, çılgınca kendilerini yataga atar, sonra yataktan atlar, amaçsızca oradan oraya yürür, konusmaları bozulur, dilini şaklatır ve ıslık öttürürler; bu huzursuzluk hali hiç durmadan günler ve geceler boyu sürer.
çogu bu tuhaf hastalıga yenik düsmüs, bazıları iyilesmis, birkaçı da, oliver sacks'ın awakenings adlı kitabında unutulmaz biçimde tarif edildigi gibi, onlarca yıl boyunca kötü bir uyarılmışlık ve hareketsizlik durumunun alacakaranlıgında yaşamaya terk edilmiştir.
hastalıkla ilgili görüntüler :encefalitis letargica teşekkürler katkıların için 3 kere 3 etti mi sana 9
stairway to yozgat
-
(bkz: another bilecik in the wall)