hesabın var mı? giriş yap

  • eyalet (bkz: yeni guney galler) basbakani birecikliyan onderliginde “*”ler salgin surecinin yonetiminde adeta destan(!) yazmakta oldugu kent.

    alisildik uzere suc – kabahat – ozur lugatlarinde yok. haziran ortasi gibi yeni salgin dalgasi basladiginda onlemleri geciktirip goygoya, “halki ozgur birakiyoruz” propagandasina devam ettiler. salgin alip basini gidince (dogudaki zengin mahalleleri odakliydi baslarda) hafif onlemlerle poz kesmeyi surdurduler. vakalar isci – gocmen yogunluklu bati – guney bati mahallelerine sicrayinca pozlari bozuldu. kisitlamalari (o bolgeler odaginda) arttirip kolluklari devriyeye yollamaya basladilar.

    ortaya cikan fecaatin sorumlulugunu ise tabii ki ustlerine almayip, yaptiklari yanlislari gundemden kacirip dikkatleri baska yerlere cektiler. simdilerde ise “bu salgin dalgasinin onune gecilemeyecegini kabullenmeliyiz” diye algi ayarlariyla oynuyorlar. bir de, patronlar daha isgucu yitirmesin icun kisitlamalari (belli yerlerde) hafifletmek/kaldirmak adina uzmanlarin, bilim insanlarinin kimi uyarilarini kulak ardi etmeye mesai harciyorlar. isverenlerin lobiciligine uygun takvim yapiyorlar.

    akip giden bu calkantili gunlerden tarihe ise soyle izler kaliyor:

    1- dogudaki zengin mahallelerinde vatandas kumsalda guneslenip denize girerken, bati mahallelerinde halk disarda kalmasin diye basketbol potalarini sokuyorlar:
    sekil 1-a
    celiskilere isik tutan bir yayin:
    tale of two cities

    2- cifte standarda bir ornek: bati mahallelerinden parramatta'da vaka sayilari daha dusuk, asilanma orani daha yuksek olmasina karsin burasi “endise verici mahalle” (bkz: local government area of concern) kabul edilip ek kisitlara maruz kaliyor. sidney kent merkezi ise daha yuksek vaka sayilarina, daha dusuk asilanma oranina karsin “endise verici mahalle” kapsaminda degil. buralarin sakinleri daha az kisitlanip daha ozgur hareket edebiliyor.
    sekil 2-a

    3- bati mahallelerindeki lubnanli gocmen toplumundan bir uyari:
    “toplum uyelerimiz baska yerlerdeki gibi kumsalda maskesiz guneslenmiyorlardi. yetkililerin <<acikhavada olmak en iyisi>> soylemlerine uygun, piknik, gezi, kosu yapmiyorlardi. bunun yerine -acik havada- sevdiklerini topraga veriyorlardi. asilarini olmus, sosyal mesafeye uyarak yas tutuyorlardi. buna karsin gorevliler tarafindan itilip kakildilar. son hadiselerde dort kisi cenaze merasimleri sirasinda -acik havada- tutuklandi.”
    sekil 3-a

    4- bu rezaletler, cifte standard, arsizlik utanmazlik, bilhassa ucu bucagi olmayan seyahat yasaklariyla birlikte gocmen toplumlarinca tartisiliyor, degerlendiriliyor. son donemde “yeter be” deyip memleketine donme karari alan gocmenleri de isittik, gorduk.
    ilginctir, bu haberleri, “liberal” hukumetin yandaslari tuhaf bir sevincle karsiliyor. “begenmiyorlarsa s… gitsinler” naralariyla (bkz: love it or bugger off).
    simdi tabii, bunlarin kafa benim kestirebildigim kadariyla trump'cilara yakin. boyle degisik bir muhayyileleri var. orada kapilar demir perde inmis gibi kapanacak. gocmenler kovulacak (yahut belki tumden kole olacak). her turlu uretim oz kaynaklariyla avustralya'da yapilacak. disardan ne mal, ne insan gelmeyecek. ama bunu liberal, sermayeci hukumetler yapacak. bu esnada maden cevherleri, saraplar, sigir/koyun etleri, tarim urunleri, bulunmaz hind kumasi gibi kapisilacak, tam gaz yurt disina gidip cil cil para birakacak. calisan kesim ise yuksek ucretleri almayi surdurecek.
    sekil 4-a

  • "ulan ak dangalaklar, madem hirsiza oy verecektiniz cem uzan'in ne eksigi vardi. adam en azindan amerika'yi carpip ulkeye yatirim yapti. hem de rte'den daha karizma." ahp gazetesi.

  • rezalet değilse de bal gibi de can sıkıcı olaydır. bir de aptal yerine koymuş kadına bak ya. aferin kardeşim, yedirme hakkını. ben de olsam aynı şeyi yapardım.

  • az bile. tekrarı halinde de 1 aydan az olmamak üzere hapis cezası verilmeli. çocuk oyuncağı değil bazı şeyler.

  • sağol kardeşim kaptım 6 tane. +1

    ------------------------------------------------------------------------------------------------
    amd fx-8320 @ 5 ghz / xigmatek red scorpion // ga-990xa-ud3 rev3.0 // gskıll ripjawsx 2*4gb 1866mhz // powercolor r9 270x turbo duo // ıntel® ssd 335 series 240 gb / 2*toshiba 1tb 64mb 7200rpm / 2,5" 1tb expansion usb3.0 / 3,5" seagate 2tb new expansion usb 3.0 // seasonic m12ıı 80+ plus bronze 750w // akasa freedom xone // acer t272hlbmıdz

    -------------------------------------------------------------------------------------------------

    converse in benim gözümde normal fiyatına satıldığı indirimdir.

  • duydum ki spotify'a gelmiş, o zaman eski köprünün altına geri gidelim. bir itirafla başlayayım. ben bir her şeyi yak dumancısıydım. duman'ın adını sanını bilmezken bir gün yatakhanede her şeyi yak'ın ilk notalarını duydum ve daha o anda vuruldum. o zamanlar yeni yeni "türkçe rock mı olurmuş lan" ruh halinden "aslında oluyormuş abi" haline geçiş yapıyordum. o şarkı öyle bir kazık çaktı ki önce piyasayı takip ettim, daha sonra erkin koraylara, cem karacalara giden yollar açılmıştı hem de sezen aksu'dan başlayarak türkçe pop tarihine bir giriş yapmıştım. tabii ki "her şeyi yak dumancısı" periyodu çok kısa sürdü çünkü koşa koşa belki alışman lazım kasedini alıp, duman'ı tamamen keşfettim. grubun daha önceden bir albümü olduğu öğrendiğimde ise hemen cd'sini bulup defalarca dinledim.

    duman'ı ikinci albümü ile tanıdıktan sonra eski köprünün altında'ya baktığımda beni şaşırtan ilk şeyin daha renkli tonlar içeren albüm kapağı olduğunu hatırlıyorum. tabii ki de bu bir tesadüf değil. albüm kapağındaki renklilik duman'ın albümüne de yansımış. mesela seni kendime sakladım çıktığında "çok güzel ama tıpkı bir önceki albüm gibi" demiştim. ama aynı cümleyi hiçbir zaman "eski köprünün altında"yı kullanarak kurmadım. bu albümdeki o farklı tınılar, küçük deneyler daha sonraki albümlerde olmadı. belki duman'ın şarkıları daha gelişti, daha iç acıtıcı oldu, daha vurucu oldu ama bu renklilik bu albüme özgü. bunu bir kere kabul edelim.

    renkliliğin nedeni duman'ın kendini bulmaya çalışıyor olması diyebiliriz. hatta bu renklilik albümün hem artısı hem eskisi. albüm bazen seni bir uçtan (dönek) bir uca (istanbul) fırlatıyor. bazı denemelerde çok iyi (hayatı yaşa), bazıları özgün değil (senin gibi), bazıları da basbaya garip (dağlar bağlar). duman'ın ikinci albümü ile aşinası olduğumuz anadolu etkili müzik, halktan gelen sözler, efektsiz saf rock'n'roll, politik dokunuşlar, aşk acısı bu albümde de var ama albümün farklı farklı bölgelerine saçılmış. bir torbanın içinde konulup bir bütün olması için daha vakit olduğu bariz.

    ama müzisyenler enstrümanlarında o zamandan çok iyiler. kaan tangöze, bildiğimiz tanıdığımız vokal tarzını daha bu albümden bize sunuyor ama arada denemeler yapmayı da ihmal etmiyor. hatta daha sonraki albümlerde zaman zaman abarttığı şarkı söyleme stilini burada oldukça tadında kullanmış. her kelimesi anlaşılıyor. batuhan mutlugil'den köprüaltı ve hayatı yaşa'nın introları dışında çok da akılda kalıcı bir rif duymasak da gitaristin genel olarak performansı çok iyi. ari barokas bence bu albümde çok öne çıkmasa da kendisinin sağlam bas yürüyüşlerine dikkat vermek lazım. alen konakloğlu da görevini layıkıyla yerine getirmiş.

    albümün en büyük hiti olan köprüaltı ile açılışı yapıyoruz. başta da dediğim gibi şarkının ilk kıtasındaki enerji ve pozitiflik bundan sonraki hiçbir albümde olmayan bir seviyede. hatta ilk kıtada her mısradan sonra duyduğumuz gitar melodileri sanki üflemeli çalgılarla çalınmış gibi. o dönem duman ile aynı müzik şirketinde olan athena'dan duysak şaşırmayacağımız bir tarz. nakarattan önceki "denizler aştım geliyorum" diye başlayan kısımda ise aşina olduğumuz bir kaan tangöze performansı dinliyoruz. nakarat ise bir duman klasiği. konserlerde, evde, sokakta, her yerde bağıra bağıra söylenecek bir nakarat. benim değil ama kemancıya yetişen bir üst jenerasyonum için nostaljik anlamı ile daha bile etkileyici hale geliyordur elbette.

    bebek kıtaları ve nakaratı arasındaki uçurum ile dikkat çeken bir eser. kıtalarda yavaş yavaş çekilen bir ok gibi bas gitar ve davul ikilisi bizi geriyor. buna palm muted çalınan gitar katkıda bulunuyor. kaan tangöze de "dudakları ıslak ıslak öpmek gerek" diyerek iyiden iyiye gerginliği arttırırken, nakaratta yaydan fırlamış ok gibi bir anda "gitmee yalvarırımmm" diyerek bahsi gelen bebeğin kölesi oluyoruz. nakaratın vokal bakımından klasik türk müziğinden oldukça etkilendiği oldukça açık. böyle iki farklı hissiyatı aynı şarkıda sırıtmadan bir araya getirebilmesi duman'ın başarısı.

    albümün üçüncü şarkısı hatun duman'ın bundan sonraki albümlerinde ne yapacağını en iyi hissettiren şarkı. özlemden ve sevgiden bahseden albümün ilk iki şarkıdan sonra konuyu değiştirip "hatun sıkıldı mı salacaksın anam" moduna giren şarkı tangoze'nin vokal tarzı olsun, gitarın çalınış tarzı olsun daha yerel motiflerle süslü. fikir olarak kötü bulmasam da nakarata kadar olan bölümü biraz yavan buluyorum. kanımca yapmak istedikleri bu tarzı sonraki albümlerinde daha iyi yapmışlar. lakin nakaratta kaan tangöze'nin sesine verdiği o kirletme ve altyapı olarak daha grunge bir hale dönmesi beni cidden çok etkiliyor. nakaratı yüzünden döne döne dinleyebileceğim bir eser. grup da bunun farkında ki nakaratı bir kaç kez tekrarlayarak güzel bir bitiriş yapmışlar.

    halimiz duman duman diskografisinin ilk ballad'ı oluyor. ilk kısmı eline gitarını almış bir ozanın yüreğinden dökülenler. o kadar aşktan, sevgiden bahsettikten sonra albümün daha genel konulara değinmesi çok iyi. unutmamalı ki duman, türk müziğinde aşktan bahsetmemeyi (hem de ender olarak çok iyi bir şekilde) beceren nadir gruplardan biri. bas ve davulunun da dahil olmasıyla açık açık "sevgi aşk, hepsi yalan" diyorlar (ama bir yandan da sevgiden bahsetmeden duramayan bir gruptan bahsettiğimizi unutmamak lazım). sonlara doğru gitarın ve davulunun yaptığı numaraları çok beğeniyorum. rakılık rock işte. arabeskle dirsek teması olsa da daha çok anadolu toprağından beslenen, rock altyapı ile güçlenen bir şarkı.

    dağlar bağlar "eh, meh" diyeceğimiz bir eser. "başlık parası konusuna komik bir şekilde değinmiş" desen komik değil. "sosyal mesaj veriyor" desen o da değil. anadoludan beslenmek güzel de koçları, kuzuları, tarlayı satmak gibi konulara böyle bir şeye girecek tipi hiç olmayan üç adamın değinmesinin numarası ne bilmiyorum. barış manço da böyle konulara değinirdi ama galatasaray'da, belçika'da okumuş o adamın bu tarzı, yaptığı anadolu rocktan, giydiği kıfayetlerden, söyleme şeklinden ötürü inandırıcı geliyordu. seattle görmüş, kemancıda takılan adamlar kurttan, kuzudan bahsettiğinde ise kimya tutmuyor. müzikal olarak da pek bir albenisi yok.

    hayatı yaşaya ise dil uzatanın dilini keserim. bir kere ne kadar güzel bir introdur o yüce tanrım (kıps). kıtalarda tangöze'nin sesine verilmiş ince efekt de hoş bir deney olmuş. peki o nakarat? o ne enerjik, ne kıpır kıpır bir nakarattır yarabbim (kıps). ikinci nakarattan sonra introyu biraz daha farklı düzenleyerek çalmaları da tatlı üstüne krema gibi. şarkının kendisi acayip güzel, lafım yok. ama değinmek istediğim şey bu şarkının sözleri. good old laik days. daha sonra dinci eleştirisi yapmak için bir duaya gönderme yapan duman bol bol tartışılmıştı. gel gelelim duman o dönem çok popüler olmadığı için açık açık "inanma, öbür dünya yok, yalanlara takılma, hayatı yaşa" diye şarkı soylemesi arada kaynadı. duman popülerleştikten sonra "ya bak zamanında neler demişler" diye bir linç girişimi de hatırlamıyorum. duman'ın dediklerine katılırsın, katılmazsın ama bu konulara girme cesaretine sahip olan üç-beş gruptan biri hep duman oldu.

    özdemir asaf'ın meşhur şiirinin adına konan yalnızlık paylaşılmaz albümün iyi şarkılarından. daha önce pek değinmedim ama ari barokas'ın kıtalarda yaptığı bas numaraları başarılı. nakarattaki tadında sertlik tangöze'nin seni kendinle yüzleştiren "hiç mi yalnız kalmadın?" sorusunu daha etkileyici kalmış. şarkının tonundaki delikanlı havayı tam kararında buluyorum. "inceden hatırlarım", "aman abi bulaşılmaz", "bu mesafe bizi bozar" gibi tabirler çok kolay bir şekilde klişe ya da yapmacık gibi görülebilecekken şarkının havası sayesinde cuk oturmuş.

    albümün en tartışılan şarkısı dönek olsa gerek. duman'ın bugüne kadar yaptığı en farklı şarkı. 90'ların parıltılı pop/rock gruplarından (misal the cardigans) birinin kaydettiği bir eser gibi. türkiye'de bir örneği olduğunu sanmıyorum. gitarda kullanılan efektler, şarkı söyleme tarzı vesaire çok farklı. takdir ediyorum. sözlerine de ayrı parantez açmalı. düz yazı gibi okuduğunda oldukça iyi. 80 sonrası apolitik/batıcı diye yaftalanan gençliğin "tamam bizi eleştirin de iyi/kötü bir çizgimiz var. siz ise döneksiniz" sözlerini çok önemli buluyorum. amaaa... çok kötü bir şarkı ya. bu parıltılı rock ile bu sözlerin doğrudan ya da ironik olarak hiçbir alakası yok. o gevşek şarkı söyleme tarzı degindikleri karaktere uyuyor belki ama dinlemesi çok zor.

    dönek'ten sonra 180 dönüp kısacık, neredeyse punk diyebileceğimiz istanbul'u dinliyoruz. canavar gibi şarkı. neredeyse herkesin istanbul'a karşı duyduğu sevgi/nefret ilişkisini çok iyi anlatıyor. içip içip bizi döven, bize söven, kanımızı emen bu şehre hangimiz hala büyük bir sevgi ile bağlı değiliz ki? şarkıdaki hızlı ve daha yavaş bölümlerin de istanbul'un bu gitgelli kafasını temsil ettiğini söyleyebiliriz. nokta atışı şarkı.

    albümün kapanışını yapan senin gibi, duman gibi ama değil de gibi bir şarkı. sakin sakin ilerlemesi güzel. şarkıda bahsedilen "ilahi aşk"a da uymuş. duman gibi olmayan kısmı ise nakaratı. kaan tangöze'nin "seninleee", "hep böyleee", "senin gibiiii" tonlamaları o dönemlerde kendini duyuran yeni nesil türk rock gruplarından çok farklı değil. hatta şarkıyı hiç bilmesem ve nakaratı duysam "acaba bu şarkıyı harun tekin ya da gökhan özoğuz mu söylüyor?" derdim. sadece vokal değil, gitar solosu, davulunun çalınması, bas gitar, hepsi daha klişe bir alternatif rock grubu havasında. bu olumsuz bir eleştiri değil aslında. ama ara ara duman albümü gibi hissettirmeyen bu albüm, sanki bir konuk sanatçı ile sona ermiş gibi.

    bir ilk albüm olarak oldukça iyi bir eser. ilk denemede köprüaltı ve hayatı yaşa gibi iki şaheseri yapmak öyle her yiğidin harcı değil. halimiz duman ve yalnızlık paylaşılmaz gibi yürek delen eserleri ilk denemede yazabilmek de büyük iş. sallantıda olan şeyler de var elbet yukarıda belirttiğim gibi. ama şöyle düşünelim: eğer duman bu deneyleri yapmasaydı da belki alışman lazım gibi bir şaheseri deneylerle mahvetseydi daha mı iyi olurdu? olmazdı elbet. eski köprüaltına belki hiç gidemeyeceğim ama duman sağolsun orada kimseler görmeden buluşup, mehtaba karşı uzanmanın nasıl bir his olabileceği hakkında bir bilgim var.

    3,5/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: köprüaltı, hatun, senin gibi

  • yara bandını bir seferde çekip çıkarıyor, soğuk denize hiç tereddüt etmeden atlıyordur. içkiliyken midesi çok bulanırsa da beklemez kendini kusturur. kendisini tanıyorum, sınavlarda soruları bitirdikten sonra cevaplarını kontrol etmezdi. otobüse binmeden önce akbilini çıkarır, sonra da ortalarda oyalanmaz, kesinlikle en arkaya giderdi. hayat çok kesin değildir onun için aslında. her şey bir bulamaç halinde olduğu için bazı sıkıntıların hızlıca aşılmasını istiyordur. o sıkıntılar ise kendileriyle hızlıca yüzleşilse de, bir türlü aşılamıyordur.

  • insanının zihniyetiyle, binalarıyla koskoca bir gecekondu olan şehir. yani bir şehir 30 yılda hiç mi 1 adım ilerlemez gerçekten inanılmaz.

    izmirli'yim. 20 yıl izmir'de yaşadım, yaklaşık 20 yıldır da ankara'da yaşıyorum. yurtiçi/yurtdışı çok yer gezdim gördüm ancak bu kadar abartılmış bir şehir daha önce görmedim. izmir'i kötü yapan şey suriyeliler istanbullular vs de değil. şehre baştan aşağı gecekondu zihniyeti sirayet etmiş durumda. başka bir şehirde yaşayıp ara ara izmir'e gelince yozlaşmayı, şehrin iliklerine kadar işlemiş varoşluğu çok net gözlemleyebiliyorsunuz.

    merkez ilçelerden bahsedecek olursak. dışardan gelerek izmir'in güzel yüzünü görüp hayran olanların uğradıkları ortam büyük oranda güneyinden kuzeyine sahil şerididir. güneyde narlıdere'den başla, kuzeyde mavişehir'e kadar sahil şeridinde mekanlar da, havası da, insanı da süperdir izmir'in. kolay kolay bozulmaz buradaki semtler. en nezih yerlerinin de bir göztepeli olarak karşıyaka-bostanlı-mavişehir hattı olduğunu da belirterek hakkını vermek lazım.

    ancak denizden içeri 1 km girdiğinizde büyük oranda karşılaşacağınız şey brezilya'nın favela'sıdır. abartmıyorum bir çok mahallede akşamları sokağa çıkmaya korkarsınız. karabağlar'ı, uzundere'si, limontepe'si, buca'nın bir çok mahallesi, eşrefpaşa'sı, kale'si, basmane'si, tepecik'i, kahramanlar'ın bir kısmı, bayraklı'nın arka mahalleleri, doğançay'ı, kuruçay'ı, toros'u, levent'i, yeşildere'si, ballıkuyu'su varoşlarını say say bitmez. izmir koskoca bir varoştan oluşuyor. bu mahallelerin çoğunu yeni gelenler bilmez. 2 saat dolaştır kaçarak uzaklaşır izmir'den.

    eskiden izmir'in en güzel yanlarından biri yazlık mekanlarıydı. kuzeyde dikili, çandarlı, foça'dan başlayıp güneyde çeşme, karaburun hattına uzanan tüm sahil şeridi izmirliler'in yazlık mekanıydı bir zamanlar. merkezden taş çatlasın 1 saate insanlar mis gibi akdeniz havasına atıyordu kendini. şimdi 1 saatte şehirden çıkmak mümkün değil. hadi bir şekilde attın kendini bir sahil şeridine, zaten eskisi gibi bir yazlık alma şansın yok ama eskiden sezonluk yazlık kiralardık. bak 15 günlük, aylık değil sezonluk kiralardık, mayıs başı eylül sonuna kadar. şimdi deniz görmeyen, denizden esen meltemin ulaşmadığı o 30/40 yıllık yıkık yazlıklara aylık 150 200 bin çekiyorlar. acayip.

    tekrar gelelim şehir merkezine. rastgele bir mahalleye zoom yaptım. görsel şu: görsel
    izmir'in en eski mahallelerinden yeşilyurt-akevler arası hatta daha çok eski adıyla arapderesi. alınmasınlar ama eskinin çingene mahallesi. bizim çocukluğumuzda burada pet şişe toplayanlar, değil gecekondu çadırda yaşardı burada. gitmeye korkardık. sonradan şehrin göbeğinde gecekondu mahallesi oldu. şimdi burada 100 metrelik "düz" tek bir sokak bulamazsınız. çünkü 30 yıldır bütün belediyeciler oy için gecekondulara tapu dağıtmıştır. sokaklar leş gibidir muhtemelen. şimdi google kamerası ile sokaklarında gezdim her gecekonduyu yıkan apartman kondurmuş. 3 metre genişlikte yol zik zak yapa yapa ilerliyor binalardan. sokaklar ağzına kadar araba dolu, muhtemelen hiçbir binanın otoparkı yok. inanılır gibi değil şehir planlaması vs hak getire. siz de rastgele bir çok mahalleye aynısını yapabilirsiniz, deneyin farklı bir şeyle karşılaşmayacaksınız.

    gelelim insanına. ailem dahil türkiye'nin en yobaz insanları burada yaşıyor olabilir. atatürkçü geçinen cahiller ordusu resmen. bütün şehrin atatürk'le ilgili okuduğu tek yazılı kaynak yılmaz özdil yazıları muhtemelen. standart bir konyalı'dan zerre farkı yok insanlarının. biri chp'ye küfrediyor, diğeri aynı bakış açısı ile akp'ye. aynı mantıkla oy kullanıyorlar vs.

    hepsinin yanında bu kadar varoş bir şehir yakın gelecekte meydana gelecek bir depremde ne hale gelecek tahayyül edemiyorum. 3 sene önce, 2020'de merkez üssü izmir bile olmayan sisam adası'ndaki 6.6lık ve sadece 16 saniye süren deprem, merkez üssünden 50 km ötede 17 bina yıkıp 117 can aldı. merkez üssü izmir olup da 7 civarında deprem olması halinde, maalesef izmir'in hatay'dan daha kötü hale geleceğini düşünüyorum.

    izmir, parası olan için sahil şeridi ve yazlık mekanları ile "şimdilik" yaşanabilir durumda. suri, afgan vs göçüyle şehirdeki güvenliğin ortadan kalkması ile o cazibesini de kısa zamanda kaybedeceğini düşünüyorum. ayrıca şehirde korkunç bir pahalılık var. eskiden istanbul>ankara>izmir derdim. şimdi izmir=istanbul>ankara olmuş.

    şimdi yine birileri çıkıp "beğenmiyorsan gelme" şeklinde sığ bir şekilde eleştirecek. 7 göbek izmirli biri olarak, anamın babamın olduğu, bütün şehirde anılarımın olduğu yere kimseden izin alıp gelmeyeceğim elbette. gençlik anılarımın olduğu her sokağı skip atmışsınız, bira içtiğimiz her köşe başını suriyelilere peşkeş çekmişsiniz. geçmişin hatrına az bile yazdım ya neyse.

  • hz. muhammed'in içinde bulunduğu uhud savaşında okçular tepeyi terk edince, islam ordusu büyük kayıp vermiş, hz. muhammed'in amcası hz. hamza ve 70 kişi öldürülmüş, hz. muhammed'in dişi kırılmış ve yanağından yaralanmıştır:

    "ibn kamîe, hz. peygamber’in yanına kadar sokulup bir kılıç darbesiyle onu yüzünden yaraladı, aldığı darbenin etkisiyle hz. peygamber’in miğferi ikiye bölününce halkaları yüzüne battı. utbe b. ebû vakkas’ın attığı taşla alt dudağı yarıldı ve bir dişi kırıldı. ~

    evliyalar çanakkale'de "savaş kazandırırken", islam peygamberinin savaşına katılmamış.