hesabın var mı? giriş yap

  • salondaki, ahşap kahverengi dolabın ortasında 37 ekran televizyonumuz, üstteki rafta ise gelişim hachette ve britannica ansiklopedileri vardı. yanlış hatırlamıyorsam gazetelerin kuponlarıyla alınmışlardı.

    tüm ciltleri duruyordu ansiklopedilerin ve harf sırasına göre rafa dizilmişti. boyum ansiklopedilerin olduğu rafa yetişmiyordu. ben de uzanmaya çalışmıyordum. unuttum gibi sonra...

    bir gün içlerinde ne olduğunu iyice merak ettim. bir sandalye alıp, sandalyenin üzerine çıkıp en baştaki ansiklopediye uzandım. ansiklopediler öyle sıkışık haldeydi ki, ilkini çıkarmaya çalışırken, yanındakiler de çıktı. üç dört tanesini kucağıma alıp çekyata oturup şöyle bir göz gezdirdim. yazılar küçük ve sık haldeydi, okumaya yeltenmeyip, ilk resimleri inceledim. yazılardan da ilgimi çeken konuların kısa paragraflarını okuyordum. bunu alışkanlık edindim.

    aklımda hiçbir şey kalmadı, ne resimlerden ne de yazılardan ama o 37 ekran televizyonumuzu, hafif rutubetli evimizi, naftalin kokusunu hatırlatır bana ansiklopediler.

  • faydaları denmiş sayalım.

    - adama denge denen şeyi ezberlettirir. dengede durmayı bilirsin. hem fiziksel hem de zihinsel oalrak 'denge'nin ne kadar önemli olduğunu hücrelerine kadar yedirir adama. trafikte dengeli olursun. hem zihinsel olarak hem de fiziksel.

    - trafik sıkıntısı yaşatmaz. dur-kalk nedir (neredeyse) bilmezsin.

    - inanmazsınız, trafikte normal seyrederken diğer taşıtlar size saygı duyar. evet gerekten de saygı duyuyorlar. istisnasi taksiciler, doblolar, kamyonetler gibi sığırlar haricinde herkes size karşı saygılı gidiyor.

    - özgürlüktür. evet ne basit tanımı ile özgürlüktür motosiklet kullanmak. rüzgarı hissetmek. motorun gürültüsü. tork denen şeyi size iliklerinize kadar hissettirir. arabaların, bisikletlerin giremeyceeği yerlere girersiniz, yayaların geçemeyeceği yerlerden geçersiniz.

    - doğa ile baş başa olan tek teknolojik alettir. sizi gezdirir bu lanet olası şey. gezmek istersiniz, evde pineklemek zül gelir. orman, deniz, göl, çayır, çimen, vadi, ova demeden gezmek istersiniz. hani bir volkswagen bora reklamı hatırladınız mı; taa uzaklardaki annesini ziyarete gidiyordu adam, annesi şaşırıyordu, bu neden geldi şimdi, bayram değil seyran değil, kesin birşey oldu diye, halbu ki adam araba ile gezmeye yer arıyordu. hah işte motosiklet ile o hissi 1000 ile çarpın.

    - insana saygıyı öğretir. kibiri sıfırlar. yoldaki herşeyle, istisnasız herşey ile dost olursun. su birikintisi ile, arabalar ile, arka pencerede sizi izleyen çocuk ile, yan tarafta giden hatun ile, uzun yol kamyon şöförü ile, direksiyon başındaki apaçi ile, kirpi ile, kenadaki köpekler ile, kaplumbağa ile, kenardaki toz toprak çakıl ile...yol ile ilgili herşey ile dost olursunuz.

    - beyni çalıştırır, motor ilerlemeye başlayınca başka hiçbirşey düşünemezsiniz. sanırım burda vardı; insan genelde geleceği ya da geçmişi düşünür, akşam ki maçı, sabah kahvaltı ederken çıkacağı trafik stresini, sinema buluşmasını, marketten alacaklarını, az önce biten toplantıyı, yetiştirmesi gereken raporu...insan hep ya geçmişi ya da geleceği düşünerek yaşar. ama motosiklet üzerinde anı yaşarsınız, yolu düşünürsünüz, zevki düşünürsünüz, geçtiğiniz toprağı
    ve doğayı düşünürsünüz, ilerdeki virajı önünüzde yükselen güneşi düşünürüsünüz, yandaki araba ile herşeyi düşünürsünüz...motosiklet ile anı yaşarsınız.

    motosiklet anı yaşamaktır. hayattan zevk almaktır. en büyük faydası budur.

  • dibine kadar yaşadığım yıllar.

    sadece otobüsler değil, hastaneler, resmi daireler, uçaklar, okullar vs aklınıza gelebilecek her yerde içerdik (iyi bok yedik!).

    -üniversitede ders aralarında sınıfta içerdik. mız mız edenolursa koridora çıkardık.
    -uçaklarda en arkadaki 4-5 sıra sigara içenlere ayrılırdı. check-in sırasında "sigara içilen bölüm lütfen" derdik.
    (önce iç hatlarda sonra dış hatlarda kaldırıldı)
    -sınıflarda ders sırasında öğretmenlerin sigara yakması normaldi.
    -muayene sırasında doktorlar içerdi. ağzında sigara ile muayene eden doktorları hatırlarım.
    -üniversitede sınavlar sırasında (vize-final) sigara içmemize izin verilirdi. 2 saatlik sınavda yarım paket sigara bitirirdim!
    -şehir içi minübüslerde içerdik.
    -devlet dairelerinin her yerinde her odasında içilirdi.
    -bankalarda işlem için beklerken sigara içerdik.
    -sinemalarda içebiliyorduk.
    -otobüslerde kek-meyva suyu ikramı modasından önce tepsi ile sigara ikramları vardı. muavin elde tepsi bütün koltuklara tutardı. hatta yanında ateşi olmayanlar için tepside çakmak da olurdu.
    ve daha daha nerelerde içerdik..

    her yerde sigara içilmesinin en vahim tarafı ise o yıllarda içilen sigaraların kalitesiydi. her ne kadar kaçak sigaralar olsa da sigara içenler ya maltepe sigarası ya da samsun sigarası içerlerdi. bunların kokuları çok ağır ve kötüydü. hele maltepe'nin kokusu (ki en yaygın içilen sigara maltepe markaydı) adamı bayıltacak kadar ağırdı.

    bir de bu sigaralarda kullanılan tütünün yavaş yanmasından dolayı yakılan sigaralar en az 10-15 dakika yanık kalırdı. bunların uzun versiyonlarını ise (uzun samsun gibi) yarım saatten fazla içtiğimiz olurdu lan! iç iç bitmezdi.

    ***

    atatürk'ün yaptığı devrimlerin ardından bu ülkede yapılmış en büyük devrim sigara'nın kapalı alanlarda içilmesinin yasaklanmasıdır.

  • 2002'de türkiye krizin etkisinden yeni yeni çıkmışken erken seçim lafını ortaya atıp bunalmış halkı "yeni umut" akp'nin kucağına atan,

    2007'de cumhurbaşkanlığında akp'ye destek çıkan,

    2015'te daha seçim akşamı akp'nin 13 yıldır ilk defa iktidardan düşürülebileceği gün çıkıp yine erken seçim isteyip halkın, "bunlar bi bok yapamayacak biz yine akp'ye verelim" diye düşünmesini sağlayıp kasımda akp'yi tek başına iktidara taşıyan,

    ve nihayet ortada uzun zamandır lafı bile dolanmayan başkanlığı durduk yere gündeme getiren devlet bahçeli'nin atacağı düşünülen kazık :)

  • şimdi yarıçapı ve hızlanma eğrisi doğrusal olarak ilerleseydi, hızlanmanın yarattığı bükülmede bazı hüzmelerin paralel olarak azaldığı tespit edilirdi. buna karşın gerek mekanik eğrilme gerekse de tepkisel yoğuşma en üst düzeyde yaşanıyor. tabii buna evrenin genişleme hızı sabit değişken olarak dahil edilirse bu sefer de kütlenin neyi çekip neyi çekemeyeceğini net olarak bilemeyeceğiz. üşenmeden bu satıra kadar okuyan varsa özür dilerim, ne dediğimi ben de bilmiyorum. nasıl olsa bilen yok ya salla amınıyum.

  • bizimkiler, her zaman güncelliğini korumaya devam edecek bir dizidir. çünkü konusunu hayatın içinden alır. her kesim bu dizide az veya çok izleyiciye yansıtılır. her karakter incelikle işlenmiştir. hayatta olduğu gibi bizimkiler'deki her karakterin takıntıları, sürekli tekrar ettikleri sözleri ve davranışları vardır. hayatın olağan akışı içinde bunlarla devam eder yaşamaya. işte bazı izleyicilerin kendini tekrar ettiğine ilişkin yanılsaması da burada daha dikkatle incelenmeli. çünkü dizi dikkatle tekrar izlenirse kendini tekrar etmiyor. hayat ne kadar durağan veya akıcı geçiyorsa o kadar akıcı halde geçiyor bizimkiler dizisi de.

    içkinin çok içildiğine ve kötü örnek oluşturduğuna ilişkin eleştirileri de o yılları hatırlayan çocuklardan biri olarak çok doğru bulmuyorum. çünkü 90'larda da daha önceki on yıllarda olduğu gibi "ortalama" yaşayan ailelerin pek çoğunda alkol tüketimi zaten vardı. memur ailelerinde özellikle ayın 15'i akşamı, işçi ailelerinde ayın 1'inde baba o günün lüks yemek ve yiyecekleri ile birlikte bir de 35'lik veya 70'lik rakı ile gelir, ev ahalisi ayın 15'inde eve gelen lüks yiyecekleri tüketirken evin babası da rakısı ile o yemeklerden ve mezesinden alarak zigon sehpasında içkisini içerdi. bu ortalama yaşayan hemen her evde bu şekildeydi. bazı evlerde ise içince sapıtanlar yok değildi. işte onları tüm mahalle ayıplar, eşinin yüzündeki, gözündeki morlukları görenler yazık kadına derlerdi. emniyet ve halk arasında kadına şiddet konusu malesef henüz hassasiyet kazanmamıştı. bu hassasiyet de her ne kadar eleştirilse de 2000'lerin başındaki serap ezgü'lü, yasemin bozkurt'lu kadının sesi programlarıyla olacaktı.

    bizimkiler'e yeniden dönecek olursak, karakterlerden bazıları daha fazla ön planda olsa da bir star dizisi olmadığı için izleyici bu diziyi tüm karakterler ve oyuncular için izler. bugün de günümüzün yaşam düzeni içinde yeniden çekmek mümkün olurdu. olurdu diyorum çünkü malesef oyuncularının yarısı artık hayata veda etti. onların apartmandan taşındığından yola çıkarak, yeni karakterlerle ve yeni aileleri ekleyerek çekseler dahi artık tutması mümkün değildir. çünkü aile üyelerimizden biri gibi olan yani içselleştirmiş olduğumuz her bir karakterin ve oyuncunun acısı, izleyicinin diziyi keyifle takip etmesini engelleyecek ve diziyi izlemekten vazgeçecektir. bir de 20 yıldır ekranda olmayan veya başka rollerle yoluna devam eden oyuncuların o karakterlerle son ilişkileri o yıllardaki halleriyle aklımızda kaldığından, bugün hayal kırıklıkları ile karşılaşmak olasıdır. yine o dönem hepimiz birbirimizi tanıdığımız öyle apartmanlarda, müstakil evlerin olduğu mahallelerde yaşıyorduk. artık kapı komşumuzu bile tanımadığımız sitelerde ve apartmanlarda yaşayanlar olarak o sıcaklığı yeniden hissetmek zor. bir de sözlük camiasındaki pek çok kişi bizimkiler'i en son izlediğimizde henüz ilköğretim çağında çocuklardık. annelerimizin, babalarımızın en genç yıllarında, kardeşlerimizin çocukluklarında hep birlikte izlediğimiz bir diziydi. bugün ya tek başımıza ya da eşimizle, arkadaşımızla izleyecek çağdayız. hayatımızın en güzel yılları olan çocukluğumuza ve ailelerimizin en güzel günlerine özlemin simgesi olan bizimkiler'in 465 bölümlük haliyle kalmaya devam etmesi önemlidir.

    bizimkiler hep yaşayacaktır. son 20 yılda yetişen kuşak içindeki küçük bir kitle bunu kabul etmese de bizimkiler bizdendir, bizi anlatmıştır. zaman geçtikçe arşivden açıp yeniden ve yeniden izleyerek güncelliğini ve anılarını, anılarımızı yaşatmaya devam edeceğiz...