hesabın var mı? giriş yap

  • bizim bu satırları okuyup bitirdiğimiz süredir.
    şuan bir erkek evinden hazırlanıp çıktı.
    hatta şimdi bir tanesi daha..

  • akıl verirken önce aklınızı sorgulayın lütfen. elektrik yerine gazlı fırın tavsiye etmiş beyni uçkurunda olan arkadaş, gaz ucuzmuş gibi… odun diyip italya ile kıyaslamış. odun fırını kullanabilmek için güzel bir havalandırma sistemi ile birlikte fırının kurulabileceği geniş bir alan olmalı. tavsiye vermeden önce fazla alan işgal etmeyen 2 kapaklı buzdolabı büyüklüğünde elektrikli fırını neden kullanamıyoruz diye sorgulaman gerekiyor. işletmecinin bu hesapları detaylı yapıp akıcı bir şekilde bize aktarabilimiş olması tüm ihtimalleri değerlendirmiş olmasını düşündürüyor. şu aşağılayıcı her şeye negatif yaklaşan kişiliklerinizi bir kenara bırakın da insanları anlayıp mantıklı fikirler vermeye çalışın. ayrıca odunun tonu 2 bin türk lirasına dayanmış onu da belirtmiş olayım. bugünün şartlarında fırının enerji tüketimini hesaba katmasanız bile kaliteli malzemelerle hazırlanan pizzanın maliyeti 40 lirayı geçecektir. diğer ülkelerle kıyaslanamayacak kadar kötü bir haldeyken italyanları örnek göstereceğinize lütfen yalnızca darbe attığız yerle ilgilenin.

  • hayatimi borclu oldugum dizi. trafik kazasindan sonra 6 aylik komadaydim. tum ailem perisan haldeydi. bir turlu uyanmiyordum. bir gun televizyonu acmislar arka sokaklar varmis. hemen kalkip kapatmisim. kendilerine tesekkur ediyorum...

  • zehra halama benzettim, umarım değildir.

    edit: bir kaç densiz mesaj attı. buradan toplu cevap olsun.
    halamın fıtığı var kardeşim. ameliyatla geçmeyince bu tarz yöntemlere bakıyordu. o anlamda dedim. yoksa natalie portman değil kendisi.

    lütfen editi: olm favlamayın artık, eniştem görürse, o direkte sonraki dansı bana yaptırır.

    son edit: halamla görüştüm dans benim için bir yaşam biçimi, tutkudur dedi. *

    en son edit: madem bu debeye girdi.
    "bir arap binbaşısının 'kavm-i necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında türklük şuuruna erdim. onda gördüm ve kuvvetle duydum. ondan sonra türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. benim hayatta yegane fahrim, servetim, türklükten başka bir şey değildir." ~atatürk

  • ya yeter be yeter kardeşim, hep mi dış mihrak hep mi korku senaryosu, bu nasıl bir hayalgücü? çok basit soru sen paranın değerini yükseltecek hangi katma değeri üretiyorsun? cevap boş küme. ama hep saldırı hep dış güçler, yersen.

  • daha ice tea filan yokken ortalikta (en azindan turkiye'de), kendi yaptigi limonatayi bir kaba, demlikte kalan cayi da sulandirip ayri bir kaba koyar, ikisini buzdolabina kaldirir, karistirip icerdi. o zamanlar dalga gececegimize, ileriyi gorup patent vs aldirsaydik simdi buralar bizimdi!

  • şayet ücretsiz aşı dağıtımından bağımsız olacaksa, yani ülkenin satın aldığı aşıdan kullanılmayacaksa bu aşılar, olumlu bulduğum gelişmedir.
    özellikle çalışan genç nüfusa sıra gelmesini bekleyene kadar, özel sektör kendi çalışanlarını bu şekilde aşılayabilir. hatta bu durum şirketler arası rekabete giderse* aşılanmayı hızlandıracak bir faktördür. yurtdışında bazı ülkelerde hali hazırda özel sektör kendi aşısını temin edip aşılama yapabiliyor.

  • bir diğer adı somerton'daki adamın gizemi.

    1 aralık 1948'de sabat 6.30'da avustralya, adelaide'nin somerton sahilinde bir ceset bulunuyor.
    40-45 yaşlarındaki ingiliz görünümlü bir adam. önceki gün / gece oldukça sıcak olmasına rağmen, üzerinde kalın giysiler var. bütün elbiselerinin etiketleri eksik (yok), ve şapkası yok (bu 1948'de takım giyinen herkesin şapka takması dolayısıyla ilginç bir detay). kimliği yok ve diş izlerinin kayıdı yok. ciğerleri tıkanmış, kalbi tıkanmış, dalağı normalden üç kat büyük. otopsi sonucunda zehirlenerek öldüğüne kanaat getiriliyor, ancak zehrin ne olduğu bilinmiyor.

    14 ocak 1949'da (45 gün kadar sonra) adelaide istasyonunda bir kahverengi çanta bulunuyor, bu çanta 30 kasım sabah 11 civarlarında kayıt edilmiş. çantada kırmızı ekoseli ceket (cüppe), terlik , iç çamaşırı vb günlük eşyanın yanısıra tornavida, fırça, ufaltılmış bıçak, makaslar var.çantada ayrıca barbour marka ipliğe ait bir kart var bu iplik cesedin ceplerindeki dikişlerde kullanılan ipliğin aynısı. ve yine çantadaki elbiselerin çoğunda etiket yok, ancak polis bir kravatta "t. keane", çamaşır çantasında "keane" ve bir atlette "kean" ismini ve bazı kuru temizlemeci kayıtlarını (rakamlar) buluyor. polis elbiselerin etiketlerini söken kişinin keane etiketlerini kasıtlı olarak bıraktığını, ölü adamın adının keane olmadığını bildiğine kanaat getiriyor.

    t. keane isminde kayıp biri olduğuna dair bir bilgi bulunamıyor, kuru temizlemeci kayıtları hiçbir yer ile uyuşmuyor. zaten çantadaki bazı dikiş türlerinin sadece amerika'da kullanılmasından dolayı adamın amerika'dan geldiğini düşünüyorlar. tüm bunların sonrasında polisin oluşturabildiği senaryo : bu adamın gece aşırı melbourne - sydney - port augusta üçlüsünden birinden tren ile geldiği, şehir hamamında (city baths olarak geçiyor böyle çevirdim) yıkanıp traş olduğu, henley sahili istikametine 10.50'ye bilet aldığı, bir nedenden dolayı o treni kaçırdığı, glenelg otobüsüne binmeden önce çantasını tren istasyonuna bıraktığı.

    otopsiyi yapan doktorlardan biri cesedin ayakkabılarının bütün gün glenelg'de dolanan birine göre fazlasıyla temiz olduğunu söylüyor, bu da cesedin öldükten sonra sahile getirildiği düşüncesini destekliyor, zira zehirlenmenin iki ana işaretine (kusma ve kasılma) cesette rastlanamamıştı.

    olay ile ilgili en ilginç kısım ; otopsi sırasında giyside gizli bir cep bulunuyor, bu cepte, üzerinde "taman shud" yazılı bir kağıt bulunuyor. bu deyiş "bitti" "tamamlandı" anlamına gelen, omar khayyam isimli the rubaiyat isimli şiir kitabının son sayfasında kullanılan bir cümle. polis bu kitabın bütün kopyalarını aramaya başlıyor, kağıdın fotoğrafı gazetelerde yayınlanıyor.
    ve arabasını 30 kasım'da glenelg'de kapıları kilitsiz halde parketmiş bir adam, bu kitabın ilk baskılarından birini arabasının arka koltuğunda bulduğunu polise bildiriyor. gazetde gördüğü fotoğraf / haber üzerine geldiğini söylüyor. adamın kitabındaki son sayfada "taman shud" kelimeleri eksik, mikroskopik araştırmalar kağıdın bu kitaptan yırtıldığını doğruluyor. kitabın arkasında (kalemle yazılmış) büyük harflerle şöyle yazıyor : (fotoğraf daha iyi)

    mrgoababd (ilk harfin tam olarak m ya da w olup olmadığı anlaşılamamış)
    mliaoi (üstü çizili ve son harfin i ya da l olup olmadığı anlaşılamamış)
    mtbimpanetp
    mliaboaiaqc
    ittmtsamstgab

    kitabın arkasında ayrıca bir telefon numarası bulunuyor. bu numara cesedin bulunduğu sahile yürüme mesafesinde yaşayan bir hemşireye ait. hemşire 2. dünya savaşı sırasında sydney'de çalışırken bu kitaplardan birine sahip olduğunu, alfred boxall isimli avustralya'lı bir teğmene verdiğini söylüyor. kısa bir süre sonra alfred bulunuyor, elinde the rubaiyat kitabı ve "taman shud" kısmı yırtılmamış olarak. kitabın ön taraında hemşirenin el yazısıyla bir şeyler yazıyor (kadının elindeki bu kitap ise numarasının diğer kitapta ne işi var değil mi?)

    velhasıl, olay halen çözülememiş. kabaca özetlemeye çalıştım, bütün detaylarını wikipedia'da (ingilizce) okuyabilirsiniz.

  • koca titanicte kaç kız varsa hepsine

    “kuzum :) rabbim insallah sana da nasip eder :) hic ummadigin zamanda oluyor :) inan bana :)”

    diye anlatıp durur ve hepsini buz dağına çarpmadan önce bayıltırdı.

  • babasının sorumsuzluğuna annesinin ise daha rahat televizyon izleme densizliğine kurban giden çocuktur

  • yolda trafik kontrolü varsa, karşıdan gelen araca sellektör yapılarak durumdan haberdar edilir.