hesabın var mı? giriş yap

  • geçen haftalarda yaşadığım, saniyelik olmasa da, 30 saniyelik bir salaklığımın, başlıkta zirveye oynayacağından eminim ve yazıyorum:

    evimin yanında bir 'metro market' var *. sabahladığım ve de yoğun şekilde çalıştığım bir gecenin sabah 8'inde bu marketten kahvaltılık alışveriş yapmak için buraya gittim, park ettim ve de kapıya doğru yönlendim. tabii sabahlamanın verdiği 'neredeyim lan ben?' tadındaki his ile henüz çevreme adapte olamamış bir haldeyim.

    neyse, içeri girdim, karşılama standındaki 2 genç kıza 'günaydın' dedim ve de onların hemen karşısında, benim ise sağımda bulunan alışveriş arabası sırasının başına yönelip bir alışveriş arabasını çıkarmaya çalıştım fakat market henüz yeni açıldığı ve de arabaların geceki düzeni ile durmasından dolayı arabayı çıkaramadım. ardından çıkarabilmek için biraz daha sert çektim, yine çıkmadı. böyle olunca da pozisyon alıp baya sert bir şekilde çektim ve de bu sefer çıktı.

    arabayı düzleyip tam gidecekken baktım ki en az 30 tane alışveriş arabası bana doğru gelmeye başladı, arabaların öbür ucu bile gözükmüyor, o kadar fazla araba yani. 'ulan sabah sabah işe bak, tutmak gibi bi adanmışlığa hazır mıyım?
    tutmazsam da karşı reyona çarpacak, yer de eğimli değil ki nasıl kayıyor bunlar?' diye düşünürken araçlar da gelmeye devam ediyor. o an kararımı tutma yönünde verip hafifçe tuttum arabaları, durmadılar, bu sefer yine biraz daha itmeye çalıştım, yine durmadılar. en son 'yeter lan' diyip bütün kuvvetimle, yerden destek alarak ittirdim ve de araçlar durdu ama bıraksam, tutmasam tekrar yürüyecek arabalar, karşı kuvveti hissediyorum yani. bu sebeple hemen girişteki kızlardan birine 'bunları tutmamız lazım, geliyorlar, çarpacaklar!' diye seslendim, tabii bu sırada tamamen kendimi adamış şekilde arabaları tutuyorum. pozisyon da şu: basketbolda pas atarken göğüs hizasından atarsın da, dirseklerin yanlara açılır ya, heh işte, onun sabah 8de alışveriş arabası tutan ve de dizler hafif kırılmış versiyonu. zaten içeri girdiğimden beri tek yaptığım hasan şaş tadında pozisyon alıp durmak iken, bir yandan da 'ulan ben ne ara bu olayın içinde kaldım?' diye de düşünüyorum fakat görev adamıyım, 'yapılacak' işi yaparım yani kafamdaki inanmışlık seviyesi o en azından. seslendiğim kız bana baya şaşkın gözlerle 'ne yapıyor bu?' dercesine baktı. ardından kafasını arabaların öbür ucuna çevirdi. saniyelik olarak 'allah allah ya, burada böyle büyük bir olay yaşanıyor, ilgilenmedi bile' diye düşünürken, arabaların öbür ucundan bir ses geldi: yav bıraksana kardeşim!!

    ulan meğersem oranın çalışanı adam, arabaları yerinden çıkarıp düzenlemek için öbür taraftan ittiriyormuş.. düşünsene, saat sabah 8, işini yapmak için arabaları yerinden çıkarmak istiyorsun, ittiriyorsun, manyağın biri geliyor ve karşı taraftan bütün kuvvetiyle, kendini adamış bir şekilde geri ittiriyor. bir de yerden falan destek alıyor pozisyon alıp. tabii olayı farkettikten sonra hemen 'aa siz mi ittiriyordunuz ya hehe' diyip uzadım oradan.

    muhtemelen arkamdan 'çattık ya sabah sabah' demişlerdir, hala da birilerine anlatıyorlardır...

  • coca cola şu anda günümüz içecek firmalarının yapmayı akıl edemediği şeyi 1970’lerde yapmış ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en çok tercih edilen içecek markası olmuştur.

    başarıyla yaptıkları şeyi küçük bir örnekle açıklayayım. önce şuraya bir görsel iliştirelim.

    trabzonspor, galatasaray ve fenerbahçe kadrolarının yer aldığı bir poster. fakat futbolcuların yüzleri yok. işte sizde bakkaliyeden alacağınız şişe kolaların kapaklarının altında bulunan resimlerle posterin üzerinde yer alan kişilerin yüzlerini eşleştirip posteri tamamlamaya çalışacaksınız.

    peki hediyeleri neydi o dönem ona bakalım : hediyeler

    25 peugeot marka motorlu bisiklet, 500 teletrans marka kaset teyp, 500 blue jean, binlerce spor çanta ve top. kapağı açarken bükülmemesi için açacakla kapak arasına metal para koy diyor. lüks baskılı nefis postere yapıştır diyor. tamamladığınızda al sana şahane poster diyor. tabi o dönemlerde ayrıştırılmış taraftarlar olmadığından, fanatizm/holiganlık diye birşey olmadığından takımları, ayırmak yerine tek bir lüks baskılı nefis posterde bir arada tutmuşlar.

    buyrun size tamamlanmış bir fenerbahçe listesi.

    ve yine tamamlanmış trabzonspor.

    burada şenol hocayı pas geçmek istemedim.

    bir içecek imal ediyorsunuz ve afrikasından asyasına kadar tüm dünyada tüketilecek noktaya getiriyorsunuz. bu nasıl bir güç, bu nasıl bir öngörü, bu nasıl bir pazarlama stratejisi. dahası var, şu anda hiç reklama ihtiyacınız yok ama yinede reklam sektöründe zirveye oynuyorsunuz.

    bonus : bir başka kampanyası gizli define

    diğer bir kampanya ha-ya-tın ger-çek ta-dı yazan kazanıyor.

    televizyon yazmaya çalışılmış kapaklar

    buda memleketimize gelişinin haberi

    not : bu arada beşiktaş’ın neden posterde yer almadığını belirtmek isterim. o dönem beşiktaş tsyd kupasını reddediyor ve postere trabzonspor ekleniyor.

    limited edition : debe listesine 27.sıradan girmişiz. aynı zamanda yazımız ekşi şeylere de layık görülmüş. ilginiz için teşekkürler.

  • sınavdan önce 09:45'te kapıların kapanacağı söylenmiş mi ? söylenmiş. arada kalan 15 dakika içerisinde sınavla ilgili bilgilendirme ve kitapçığa işaretleme işlemleri yapılacak. bu arada öğrenciler doldurmaları gereken yerleri öğretmenlerin direktifleriyle dolduracak. bu süre bunun için var. sen 09:47'de geleni içeri alırsın. 09:50'de gelen onu aldın beni de al der. 09:55'te gelen 5 dakika önce gelen girdi ben de gireceğim der. sınav başladıktan sonra 0.1 puanın bile hayati önem taşıdığı bir durumda geç kalmış bir öğrencinin kitapçık doldururken sürekli öğretmene soru sorup konsantrasyonunuzu dağıtması da hiç hoş olmaz. sınav nasıl başlarsa öyle gider. içerideki 29 öğrencinin geç kalan 1 öğrenci yüzünden bir paragraf sorusunu tekrar okuması 30 saniye kayıp demek. tabii ki ellerinde olmayan sebeplerden dolayı geç kalmışlar ama bence bu durumda yapacak bi'şey yok.

  • deli gibi yağan yağmurda, gökdelenlerden birinden çıkan, döpiyes giymiş, ayağında topuklu ayakkabılarıyla, başına bir gazete kağıdını tutarak yağmurdan korunmaya çalışan bir bayanın önünüzden geçerek meşhur new york taksisini durdurması ve binmesidir rüya. bu görüntüye takılıp kalmışken sırılsıklam ıslanmış olsanız kaç yazar.

    tabi bir de sabah ellerinde starbucks kahveleriyle işlerine gitmek için koşuşturan takım elbiselilerin arasında kalmak da olabilir. şu kahveci bizim buraya da açıldı ancak aynı havayı vermiyor ne yazık ki!

    her ne kadar döndüğümde yeri öpecek durumda memleket hasreti ile dolu olmuş olsam da amerika bir başkadır ve filmlerde gördüklerimizin çoğu gerçektir.

  • var böyle bir şey. hangi diziyi açarsanız açın (izlemeniz şart değil) kesinlikle abartılı bir zenginlik mevcut. her dizide en az bir (havuzlu) villa, bir iş merkezi/holding, birkaç iş adamı/kadını, lüks otomobiller, lüks hayatlar...

    abi, biz sıdıka, mahallenin muhtarları, bizimkiler, perihan abla, çiçek taksi gibi gündelik hayatta sıkça görebileceğimiz yaşamları ele alan dizilerle büyüdük ama son yıllarda belki de 2000'lerden sonra lüks hayat sürekli bilinçaltımıza itelenir oldu. bu dizilerde yoksul bir iki karakteri o yaşamın ortasına bırakıp hikâyeyi buna göre yürütüyorlar. genelde bu tipler de tüm zengin hayat önündeki engelleri alt eder, onlardan biriyle evlenip, kendisi de o zenginliğin bir parçası olur. doğu'da töreden kaçıp istanbul'da zengin iş adamlarının kucağına düşerler, batı'da kızın biri tam da bu zenginliğin içindeki adamın oğluna vurulur, üniversitede bitirmiş biri hemen bu holdinglerde iş bulur ve ne hikmetse patrona aşık olur... apartmanda yaşayan kimse mi yok aranızda amk ya! bi' biz miyiz fakir?

    lan, sıdıka'da evin içinde bir odun sobası vardı ve sıdıka annesiyle karşılıklı çamaşırları katlarken muhabbet ederdi; odasında bir ütü masası yer alırdı; kanepelerinin üstüne serili danteller mevcuttu. şimdiki diziler halkın yaşamından bu kadar uzakken bu kadar popüler olup reyting alabilmeleri tamamen fakir halkın o yaşama özentisinden başka bir şey olmasa gerek. neredeyse orta ya da alt tabakanın yaşamını ele alan dizi mevcut değil. sırlar dünyası filan vardı gerçi.*