hesabın var mı? giriş yap

  • ülkem adina güzel bir gelisme. hadi bakalim kopektaparlar laf degil icraat zamani. barinaklardaki kopekleri evinize alın da görelim.

  • (bkz: operation eagle claw)

    yukarıdaki operasyon, dünya tarihinin en büyük rehine kurtarma facialarından biridir. fort bragg'de delta force ekibine ders olarak gösterirler "bir daha böyle mallıklar yapmayalım" diye. bu operasyonun sonucunda, rehineler ölmedi, ama rehineleri kurtaramadılar ve buna "failed operation" dediler. yani başarısız operasyon.

    hatta başkan carter açısından, ciddi bir politik skandaldı.

    çünkü rehinelerin kurtarılamadığı operasyona başarılı denmez. denemez, yok böyle bir şey. hepsinin öldüğü operasyonla ise ancak dalga geçilir. suudi'lerin uçağa operasyon yapmaya çalışırken zavallı haline yıllarca güldük. onda bile 3 rehine ölmüştü.

    şimdi 13 şehidimiz var ve komutan tebrik ediyor.

    ama ben artık siyasileri değil, askeri suçluyorum. çünkü bu operasyonu başarılı görüp, tebrik eden komutan varsa ve subaylar da durumu çaktırmıyorsa...ya ne desem gg.

  • sil bunu. senden önce yaparlar. benim bile kafama yattı bu iş. şu anda maliyet hesabı yapıyorum.

  • bir defasında başıma geldiğinde aramaktan kafayı kırıp, artık en son dışarı çıkıp kaybolduğuna kanaat getirdikten saatler sonra, kullanılmayan duşakabinin içinde sfenks pozisyonunda oturup duvara bakarken yakaladığım kedimin bana yaşattığı olay. kedi bildiğin duşakabinde oturmuş duvara bakıyor, saatlerce bağırmışım evin içinde ama sikinde değil.

    ulan evde arıyorum kedi yok, başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor, çok üzülüyorum, hala yarı ağlamaklıyken duşakabini açıyorum, paşamın kafasını çevirip bana attığı bakış "ne var amk".

    (bkz: kedilerin tövbe ya rabbi bakışı)

  • her sene 10-15 japon turistin major depresyon geçirmesine sebebiyet veren psikolojik rahatsızlık. 1980li yıllarda japon bir bilim adamı tarafından literatüre sokulan ve stendhal sendromunun bir türevi olan bu rahatsızlık bir kaç faktörün birleşmesi neticesinde vuku bulmakta sevgili sözlük:

    birincisi aşırı yorgunluk, ikincisi dil bariyeri ki dünyanın en kötü ingilizce konuşan iki milletini (franko-capon) bir araya getirirseniz anlaşmalarını beklemek imkansız haliyle, üçüncüsü ve en önemlisi ise japon turistlerin bütün hayatları boyunca hayalini kurdukları ve idealize ettikleri parisle modern gerçekliğin birbirinden radikal bir biçimde ayrılması. tahminim paris sokaklarında yürürken gördüğünüz ve üstüne bastığınız köpek boku adedini sayarsanız bunu anlamak çok da zor olmasa gerek. hatta 9. metro hattının son duraklarından birinde inip o enfes! kokuyu duyduğunuz anda paris aç kollarını ben geldim diyerek şener şen gibi koşmanız da ihtimal dahilinde.

  • “hakkari’ye özerklik getireceğim.” dememiş.

    “hakkari’de, “(avrupa) yerel yönetim(ler) özerklik şartını getireceğiz” dedim” demiş.

    avrupa yerel yönetimler özerklik şartı, sanıldığı gibi federatif bir yapı önermiyor.

    ülkenin anayasasında yerel yönetimlerin özerkliği adına ne varsa onu garanti altına alıyor. keyfi davranışları kısıtlıyor. (örneğin türkiye’de belediye başkanlarının seçimle gelmesi, belediye meclisleri, belediyelerin topladıkları ayrı vergiler gibi özerklik öğeleri var)

    türkiye’de yerel yönetimler zaten özerktir ve türkiye bu anlaşmayı bazı maddeleri tercih ederek daha 1989 yılında zaten onaylamıştır.

    ancak anlaşmanın tümünü bile tercih etseniz yerel yönetimlere daha fazla özerklik vermeniz gerekmez. sadece belediye seçimlerini, meclisini ve bütçesini daha güçlü güvence altına almış olursunuz. (ki kılıçdaroğlu sanırım bunu vaat ediyor.)

  • var galiba herkesin böyle bir anısı… sene 94, yaş 6. annem ile babamın arası kötü ve babam annemi evden gönderiyor. canım annem de cebindeki 3 kuruş parayla bir ev kiralayıp sağdan soldan eşya topluyor, okulumun karşısında ev tutuyor. çektiği çilenin haddi hesabı yok.

    bir gün kahvaltı yapıyoruz. çocuğuz ya, saçma sapan oyunlar icat ederiz. ben durduk yere dedim ki “hadi kahvaltıda kim en fazla zeytini yiyecek “ başladım erik gibi yemeye. para yok pul yok. kadın beni bozmadı bir şey de demedi canım annem.

    ertesi gün kahvaltıya oturduk. annem dedi ki, ben yeni bir oyun buldum: bir zeytini en fazla kaç ısırışta yersin?

    oyun değil mi, kabul ettim. o gün 1 tane zeytini minik parçalar halinde 10-15 kere ısırarak yedim ve anneme “yarışı kazandım” diye sevinirken o gün anlam veremediğim göz yaşlarını gördüm.

    sonrasında hikaye güzel ilerledi, mutlu günlerimiz çok oldu ama dibi görmeden iyi günlerin değerini de bilmiyorsun. mekanın cennet olsun canım annem, senin evladın olmak benim en büyük gururum.