hesabın var mı? giriş yap

  • mesela antik yunan'a gidiyorsun boyle pisagor, menelaus, hipotenus falan tum geometriciler toplanmis homeros'ta orda jose mourinho gibi elinde kagit ve kalem. ve sen gidip "abiler size bi teknoloji anlatayim super! biz pi'yi 3 aliyoruz daha kolay islem yapiyoruz boylece" desen sonra arsimet orda bagirsa "serefsizim aklima gelmisti" dese ve tum medeniyet pi'yi 3 alsaydi ne eglenceli olurdu gunumuz dunyasi. butun binalar falan egri bugru acayip sekilli salvador dali tablosu gibi bi dunya ne guzel olurdu.

  • bugün dolmuşa binmeden önce 3 tl param vardı. (3 adet 1 tl) atmler bulunduğum yere çok uzaktı. gidip mahallemden çekerim dedim. ankara'da dolmuş 2.25 tl. bir çocuk geldi, dilendi. normalde dilencilere para vermem ama içimden geldi bu sefer. 1 tl veririm ama 25 kuruş alırım dedim. çocuk bir afalladı ama 25 kuruşu çıkardı. para üstümü aldım, dolmuşuma bindim.

  • ben bu anıta bakınca, isviçreli muhafızları değil nietzsche'yi anımsıyorum.

    nietzsche, salomé'ye ilk evlilik teklifini, paul rée ile ileterek yapıyor ve reddediliyor.
    ancak daha sonra rée'nin de salomé'ye ilgisi olduğunu fark ediyor ve evlilik teklifini bizzat kendisi yapmaya karar veriyor.

    bu anıtın önünde salomé'ye evlilik teklifini yineliyor, ancak yine reddediliyor. sonrasında luzern'in aslanı gibi yaralı halde rapallo'ya giderek on günde böyle buyurdu zerdüşt'ün ilk bölümünü yazıyor.

    nietzsche'nin hayat öyküsü bana hep şunu düşündürür, sert söylemine karşın aslında çok naif ve kırılgan bir insan nietzsche. babasının aklını yitirerek ölümü, papaz babasının yerini doldurmak için teoloji okumak istemesi, annesi ve kızkardeşi ile çatışmalı ilişkisi, wagner gibi büyük bir elitizm meraklısının devrimci olabileceğini hayal edip düştüğü hayalkırıklığı, salome gibi bir kadının onunla evleneceğini düşünebilmesi aslında bu naifliğin, kırılganlığın izleri.

    belki bu yüzden luzern aslanı hep onu hatırlatır bana. was mich nicht umbringt, macht mich stärker bir saptama mıydı acaba yoksa kendine verdiği bir teselli mı diye düşünürüm. çünkü öldürmeyen tüm bu şeyler, onu güçlendirmek yerine delirmesine neden olmuştur maalesef. 1889'da torino'da, sokak ortasında sahibince acımasızca kırbaçlanan bir atın boynuna sarılıp, atın gözlerinin içine bakarak ağlamaya başlamış ve o noktadan sonra aklını yitirip hayatının son 11 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir.

    hep düşünürüm, o gözlerde ne gördü diye.
    belki acı çeken o ata bakarken, kendinin ve insanlığın acılarını o gözlerde görmüştü, ve kırılgan zihni daha fazla dayanamayıp parçalara ayrılmıştı, kimbilir...

  • sözlükte bu aralar salgın şeklinde yayılan hastalık. bilinen en önemli semptomu; şöyle güzel, böyle kafası var diye roman yazar gibi 50 paragraf bonzaiden bahsedip entry'i "kesinlikle ama kesinlikle içmeyin! bak allah'ın adını verdim ne olur bunu kendinize yapmayın! söz mü? içmeyeceksiniz değil mi???" diye bitirmek. ya viral reklam, ya da madalya falan bekliyorlar sanırım.

    (bkz: geçen gün yine arkadaşlarla bonzai içiyoruz)

  • ankarayi sevenlerin ankarayi sevme nedenleri mekanlardan cok, o mekanlari paylastiklari insanlardir. bu nedenle ankara da yasamis olanlar ankarayi severler, yasamayanlar degil. denize bakarken sirtinizi donemezsiniz insanlara ankara da. insanin eglencesi gene insandir. yolda, caddede, kisin pis havasinin sizi tiktigi mekanlarda. insan insana duser yani, her anlamda.