hesabın var mı? giriş yap

  • hala bazilarinin " büyük milletler hic alfabe degistirmemistir taam mı" seklinde yorum yaptigi hadise. peki japonlar türkler gibi yüzlerce yildir turkce ile uzaktan yakından alakasi olmayan bir lisanin alfabesini mi kullanmaktalar. o japonya kendi dilinin alfabesini kullanmaktadır. slavlarin krill alfabesi aziz krill tarafından slav halkları için geliştirilmiş bir alfabedir bin kusur yıl önce. senin bu tabanda yapabileceğin tek eleştiri "neden göktürk alfabesi değil de latin alfabesi kullanmayı seçtik?" olabilir en fazla. ayriyeten türkler kendisi dişinda uluslarla en fazla ilişkide bulunmuş ırklardan biridir dünyada. karsilasmadigi milletler pek azdir tarihte. bunun beraberinde getirdiği kültürel etkileşim ile türkler pek çok değişim yasamis, pek çok defa alfabe değiştirmiştir. çinliler, japonlar gibi izole yasamamislaridir uzun yillar boyu. uzun lafin kısasi bok atacak başka bir şey bulun sevgili arap milliyetçileri.

  • şu endeksin doğruluğunu ülke dışına çıkıp özgürlüklerle içli dışlı olmadan anlayamıyorsun.

    bir lgbt birey "lan yine de yaşanıyor burada" diye debelenirken bir gidiyor ispanya'ya sıradan biri olduğunu fark ediyor.

    türkiye'nin çok sosyal olduğunu düşünen kişi bir gidiyor porto riko'ya dünyanın farklı döndüğünü görüyor.

    türkiye o kadar da kötü değil kadın bir gidiyor kanada'ya erkekten hiçbir farkı olmadığını görüyor.

    övmeyin anam. listenin olabilecek en doğru yerindeyiz.

  • (bkz: buyrun benim)

    yaptığım yanlış seçimlermiş de falan ahahaha

    herkesi kendiniz gibi başkalarının varlığına bağımlı ve/veya amsalak tiplerden sanmasanız hayatınız daha güzel olacak aslında ama neyse...

  • bir anda polislerin içinde öyle başı öne eğik, siyah hırka, üç numara saçlar ve sakalla ortaya çıkınca hakkında "sempatik" ünvanını duyuverdiğim insan.

    kız kardeşim, "niye bu kadar kızıyorsunuz çocukcağıza?" dedi.

    not: kardeşim mal.

  • açılın! bunu bizzat tecrübe etmiş biri var karşınızda! yalnız gönderen baba değilim, gönderilen torunum ben.

    derslerim hep iyiydi, okumayı deli gibi seviyordum, öğretmenlerin favori öğrencisiydim her sınıfta, ama baba mesleği şoförlüğe, tamirciliğe de çok meraklıydım. babam da gurur duyardı, kendisi okumadığı için benim okumamı çok istiyordu. karnelerimle dayımlara, amcamlara nispet yapıyordu. her karnede de ödüllendirirdi beni.
    mesela 1. sınıfta bisiklet almıştı. 4. sınıfta atari, 5 sınıfa geçtiğimde de 5 milyon vermişti ki o zamanlar o paraya 2 çeyrek altın oluyordu. ama işte babam o son hediyesinden 2-3 hafta sonra aramızdan ayrıldı.

    sonraki sene dedem ve amcam ortak kararla beni bir ustanın yanına verdiler. oto elektrik ustası. "zanaat öğren, bir yandan da sanat okuluna (meslek lisesi) gidersin çekirdekten yetişmiş diplomalı usta olursun." dediler. sanırım babam sağ olsaydı asla izin vermezdi buna. o, usta falan değil öğretmen, doktor, mühendis olmamı istiyordu.

    neyse işe başladım. çok da hevesle başladım, 11 yaşımda 3-4 km yol yürüyordum dükkana. sabah 8:30'dan akşam 7-8'e kadar çalışıyordum. aldığım para da sabahları kahvaltı için iki dilim kürt böreği almaya yetiyordu.

    yoldan araba gelirdi, kaputuna dokunduğunda bile elin yanardı, hele elin yanlışlıkla motora değerse bildiğin kabarırdı orası. yağ, kir, pas... bunlar gene neyse de, sürekli azar, sürekli fırça...

    usta takım bırakır arabada, senden sorar. havyayi kablo önüne koyar, kablo yanar, senden sorar, kalfa falan her türlü yavşaklığı yapar. çıkmak istiyorum, dedemler izin verniyor, zorla gönderdiler. yeminle o yaşta ihtiyarladım.

    orada okumanın kıymetini öyle bir anladım ki hala okuyorum. :)

    ha günümüz şartlarında okumayan hatta çok çok iyi okumayan çocuğu zorla okutup, dandik üniversitelere göndermek yerine, düzgün bir ustanın yanına verip meslek öğrenmesini sağlamak daha iyi. üniversite mezunlari şu ana asgarî ücrete iş bulsa şükrediyor, böyle dandik bir ülke oldu burası.

    ustaligin yanında çocuk bir de yabancı dil öğrenirse gönder kanada, avustralya, yeni zelanda gibi kalifiye eleman arayan ülkelere, çocuğun hayatı kurtulur.

  • türkiye'deki bütün okulların 9 yıllık ingilizce eğitimini ve bütün üniversitelerin hazırlık sınıfını toplasan bir ozmo dergisi etmez. öyle bir şeydi bu.. çocukken dergideki özenle çizilmiş tam sayfa şehir ve insan manzaralarını incelerken onlara ruh verip hayalimizdeki hayatlarını canlandırırdık. ingilizcem bu denli geliştiyse ozmo'nun payı yadsınamaz kesinlikle.
    (bkz: are you kola)

  • orta okulda okuyan bir ergenin aklından geçen binbir türlü sapkınlıktan ve gerzek düşünceden sadece bir tanesidir bu.
    algoritma basit:
    bir yolunu bulup kolunu ya da bacağını çatlatacak ya da kırdıracaksın.
    ertesi gün okula alçılı bir şekilde gideceksin..
    o güne kadar varlığından haberdar olmayan öğrencilerin ilgi odağı olacaksın..
    teneffüslerde başın dik, göğsün dışarda, mağrur biçimde yürüyecek; sanki yanından geçtiğin her öğrencinin seni inceden kestiğini fark etmiyormuşsun gibi doğal davranacaksın..
    öyle bir ifade vereceksin ki yüzüne; sanki içten ice acılar içinde kıvranıyormuşsun gibi, ama bu acıyı bir an bile dışarıya belli etmeyecek kadar mağrur olduğunu görecek herkes..
    kızlar etrafında pervane olacak..san bin türlü sorular soracaklar..
    "önemli bir şey değil", "büyütülecek bir şey yok" diyeceksin alçakgönüllülükle..gizemli konuşacaksın..olayın sebebini hemen açıklamayacaksın..
    kızlar sana yardımcı olmak için birbirleriyle yarışacak sonra..birisi koluna girecek, diğeri sana kantinden su getirecek..

    her şey güzel de peki bu kol, bu bacak nasıl kırılacak??

    kendi gölgesinden bile korkan bir ana kuzusuysanız elinize demir çubuk alıp onu bileğinize indirmeye cesaret edemeyeceğinizi garanti edebilirim..yani bu olay ancak doğal yollardan olmak zorunda..
    misal ne bileyim belki çözdüğünüz deneme kitaplarının altında kalıp bacağınızı çatlatabilirsiniz?!
    ya da satranç oynarken bacağınızı fil ezebilir?!

    hayatında aldığı en büyük risk klozet kapağını kaldırmayıp onu ıslatmadan işemek olan bir ergenin bacağı nasıl kırılır?

    kırılmadı zaten..
    kırık bir bacağı bir pazarlama stratejisine dönüştürmeyi başaramayan onlarca sünepeninki kırıldı, bir benimki kırılmadı..

    -geçmiş olsun taylan, neden gelmedin dün okula?
    -hocam trekking yaparken ayağımı burktum..
    kızlar hepbirden: vauuvvv..
    -ciandio sen neden yoktun oğlum?
    -hocam ishal olmuşum:((((((((((
    kızlar:ıyyyyyyyyy...

  • bolşevik devrimi'nden sonra türkiye'ye sığınan rus ordusudur. (bkz: beyaz ordu)

    rusya'daki çarlık rejiminin son generallerinden olan pyotr nikolayeviç vrangel'in komutasındaki bu ordu, kızıl ordu tarafından mağlup edilince, itilaf devletleri'nin yardımıyla 1920'nin kasım ayında rusya'dan kaçıp, istanbul'a gelmişti. ordunun bir kısmı istanbul'un kırsal kesimlerine yerleştirilirken, bir kısmı da gelibolu, tekirdağ gibi çeşitli bölgelere yerleştirilmişti. ordunun maliyetlerini bir süreliğine fransa üstlenecekti. itilaf güçlerinin bu orduya dair ilk baştaki niyet ve amaçları; bir süre ellerinin altında tutmak, derleyip, toparlamak, daha sonra da tekrar bolşeviklerle savaşmaya göndermekti. fakat bu böyle olmadı.

    profesyonel ve donanımlı bir orduydu. dolayısıyla bu savaş döneminde taraflar bu orduyu kullanmak istediler:
    - yunanlılar, gelibolu'ya yerleştirilen ordunun kurmaylarıyla görüşmeler yapıp, türklere karşı beraber savaşma teklifinde bulundular fakat ordu mensupları buna yanaşmadı.
    - ingilizler, ordunun subaylarını casus olarak kullandılar. onların, türk subaylarıyla yakınlık kurmalarını sağlayıp, bilgi toplamaya çalıştılar.
    - en dikkat çeken temas ise enver paşa'nınkiydi. o da bu orduyla temasa geçmişti. o dönemde bolşevikler, enver paşa'yı yanlarına çekmişti. enver paşa'nın türk ve müslüman topraklarındaki nüfuzundan ve şöhretinden faydalanmak istiyorlardı. boğazlardaki itilaf devletlerinin varlığı aleyhlerineydi. dolayısıyla burasını temizlemek istiyorlardı. bir yandan da tam bağımsız bir milli devlet kurma fikrinde olan mustafa kemal paşa, bolşeviklere karşı temkinli yaklaşmaktaydı. ideolojilerine ise kapıları tamamen kapatmış durumdaydı. bu sebeple enver'in anadolu'ya girmesi, bolşeviklerin anadolu'daki nüfuzunu arttırması yönünde önemli bir hamle olabilirdi. nitekim enver paşa'nın, düşmanları general vrangel ile temasına ve anlaşmasına karşı çıkmadılar, hatta desteklediler dahi denilebilir. 1921 baharında joseph stalin, enver ile vrangel'in anlaşmasından sonra, o dönemde moskova'da bulunan ali fuat paşa'ya: enver-vrangel ordusu ile anadolu ordusunun eş zamanlı istanbul'a saldırabileceğini, böylelikle de itilaf güçlerini oradan çıkarılabileceğini teklif etti. ayrıca türk ordusu yunanlılara saldırırken, boğazları kontrol etmek maksadıyla üç sovyet kolordusunun kocaeli civarlarına yerleşmesi teklifi de sunuldu. görüldüğü üzere bolşeviklerin ana hedefi boğazları kontrol altına almak, bunun yanında da anadolu'ya girebilmekti. bu teklifleri ankara hükümeti reddetti.

    bu tarihten sonra itilaf devletleri, maliyetler ağır gelmeye başladığından vrangel ordusuna olan desteğini çekti. ardından da ordunun dağıtılması gündeme geldi. bunun üzerine zor durumda kalan askerlerin bazıları gelir elde etmek için ankara'ya silah ve teçhizat satmaya başladı. nihayetinde de ordu dağıtıldı, askerlerin bir kısmı başka ülkelere göç etti, bir kısmı da türkiye'de kalıp sivil yaşama karıştı.

    kaynaklar:
    + ali fuat cebesoy - moskova hatıraları - kültür ve turizm bakanlığı yayınları.
    + abdülahat akşin - atatürk'ün dış politika ilkeleri ve diplomasisi - türk tarih kurumu yayınları.
    + ahmet altıntaş - milli mücadele'de yeşil ordu cemiyeti ve siyasi kökeni - (doktora tezi)