hesabın var mı? giriş yap

  • sana ekstra ilgi gostermek istemiyorum. ilgimin fazlasindan ben bile korkuyorum cunki. pesindeki onca milletin icerisinden birisi olmak yerine, zamana birakiyorum kendimi. belki duzelirim simdi bosu bosuna yavsak muamelesi gormeyeyim diye. hem belki ilgilenmiyorsun, ya da ilgileniyorsun da bunu gormek istiyorsun. ama o zaman da o hep bunaldigin topluluk icerisinde yer alacagim bunu unutuyorsun. bekleyelim gorelim, cok da matah degilsin, cok da matah degilim, izninle simdilik seni gormezden geliyorum cunki bu yukarida soylediklerimi kendime yedirmeye calisiyorum.

  • 2003 yılında boynuna kelepçe benzeri bir mekanizma ile bağlı bir bomba ve elindeki bir tüfekle banka soymaya çalışan ancak polis tarafından etkisiz hale getirildikten sonra boynundaki bomba çıkartılmaya çalışırken patlaması nedeniyle yaşamını yitiren soyguncu...

    wells ilk yakalandığı anda kendisinin bir pizzacı olduğunu iddia etmiş ve pizza dağıtımına gittiği bir evdeki kişilerin bunu silah zoruyla kendisine taktıklarını ardından patlatmamaları için bankayı soyguna zorlandığını ifade etmiştir polislere... bunun akabınde polisler şahsın boynundaki bombayı etkisiz hale getirmeye çalışırken bomba patlamış ve wells'in ölümüne yol açmıştır...

    konu dört yıl süreyle araştırılmış ve 2007 yılında olayın ardında bulunan üç kişiye ulaşılmıştır... ulaşılan bilgilere göre wells başta olayın bomba süsü verilmiş bir mekanizma ile yapıldığını sanmış ve boynuna bu mekanizmanın takılmasına izin vermiştir... ardından bombanın gerçek olduğunu öğrenince olaya itiraz etmiş ancak arkadaşları bombayı patlatmakla tehdit ederek wells'i bankayı soyguna zorlamıştır... wells'in polislerce yakalandığı gören arkadaşları ortada tanık bırakmamak için uzaktan kumanda ile bombayı aktif hale getirerek wells'in ölümüne yol açmışlardır...

    wells'i öldüren boyundan kilitli mekanizmanın resmine aşağıdaki linkten ulaşılabilir...

    http://blog.cleveland.com/…a/2007/07/eriebomb02.jpg

  • şu fani hayattaki en büyük lüksüm. bi de nutella var işte.

    bi de bir tespitim var bununla ilgili. bir insan aldığı pringles ın yarısını kendisi yiyebiliyorsa düzenli bir hayatı vardır. az bi kısmını paylaşarak kurtuluyorsa çok saygılı arkadaşları vardır. ama eğer tamamını kendisi yiyebiliyorsa, o insan yalnızdır dostlarım. çok yalnızdır.

  • "siyasetinizi ulkenizde yapin, bize bulasmayin" demektir. buna turk dusmanligi deyip kendisini dunyanin merkezinde gorenler yalnizca ve yalnizca siyaseti okumayi bilmeyenlerdir.

  • uzmanlar soğuk su ile yıkanmak daha sağlıklıdır, cildi güzelleştirir, kalp krizi riskini azaltır diyerek tavsiyede bulunuyor. hadi soğuk suyla yaz günü, dışarısı 40 dereceyken bir nebze olsun yıkanmak mümkün oluyor ama bu işi şu mevsimde yapmak cidden zor. buz gibi su değince vücuda affedersiniz insanın siki, taşağı kayboluyor büzüşmekten. dün banyo yaparken kombi arızaya geçip, kapatmış ateşlemeyi. köpüklü köpüklü kalmayayım diye devam ettim buz gibi suyla yıkanmaya, iki gün oldu hala ısınamadım.

  • başlık, akıllara aşağıda yer alan, benim de bir zamanlar bir yerde okuduğum hikayeyi getirmiştir.

    çapa tıp fakültesi'nde okuyan arkadaşlar anatomi hocasi sami zan'ın ününü
    bilirler.

    sami hoca sırf üreme organlarını kendi üslubuyla anlatan ve her dersinde 400 kişilik anfiyi dişarıdan gelenlerle birlikte yaklaşık 700-1000 kişiyle dolduran çok değerli bir hocadır... anatomi derslerinin birinde, erkek menisindeki yüksek glükoz, yani bizim bildigimiz şekerin seviyesini anlatıyordu. o yıl liseden mezun genç bir ögrenci kız arkadaşımız el kaldırdı ve bombayi patlattı:
    "anladığım kadarı ile, menide çok şeker olduğunu söylüyorsunuz.."
    "evet aynen öyle" dedi sami hoca ve dediklerini destekleyen istatistik oranlarin tablosunu gösterdi. arkadaşımız gene elini kaldırıp söz istedi:
    "o zaman tadı neden şekerli değil, tuzlu?.."
    anfide korkunç bir sessizlik oldu... ve sonra bütün anfi gök gürültüsü gibi bir kahkaha koyverdi... yüzü birden kıpkırmızı olan arkadaşımız, hızla defter ve kitaplarını toplayıp kapıya koşarken, sami hoca çok ciddi bir yüz ve buz gibi sesle derse devam etti...

    "şeker tadı alınamaz. çünkü şekeri hisseden tat alma hücreleri insanın dilinin ucundadır... gırtlak derinliğinde ise, acıyı ve ekşi tadı algılayan reseptörler bulunur..."

  • ana diline önem vermeyen bir milletten ne beklenir! millet olarak dilimize duyarlı değiliz.

    ayrıca ana diline kendisinden bağımsız ya da ayrı bir şeymiş, nesneymiş gibi bakıp, davranıp dil bilgisi kurallarının hayatının hangi noktasında var olduğunu, hangi yapının, hangi amaçla kullanıldığını bilmeyen bu millet ve öğretmenlerin zaten öğretmesi beklenemez.

    her dakika beraber olduğun, onunla düşündüğün bu dili gerçek yaşam durumlarından örneklerle, iletişimsel olarak öğretmeyip kuralları tahtaya yazarak, ezberleterek, iki üç cümle de örnek isteyerek öğretebileceğini sanan kafaların maalesef ki başarısız olması kaçınılmaz.

    ek: ana dili öğretiminde dil bilgisi öğretimi amaç değil; okuma, dinleme, konuşma ve yazma becerilerinin kazandırılmasında bir araçtır.

  • 90'ların başı, bir yaz gecesi. arkadaş evinde toplanılır. güzel vakit geçirilir, kafalar da çeşitli yollarla güzelleşmiştir. geyik yapmaktan bıkıldığı noktada tv açılır, sesi kısılır, karanlıkta çıt çıkarmadan seyredilir. derken yukarı kattan* bir cam kırılma sesi gelir. burada atlanmaması gereken nokta, ev sahibinin imitasyon katana koleksiyonu olduğudur. ve hepsi de aşağı katta, bulunduğumuz salonun duvarlarında asılıdır. cam kırılma sesinin ardından sanki telepatik uzaylılarmışız, sanki yıllardır bunun için eğitilmişiz, sanki biri bir düğmeye basmış gibi hepimiz sessizce kalkar ve duvardaki kılıçları alırız. gerçek kılıç olmadıklarından keskin değillerdir ama elde çok ürkütücü durdukları da bilinmelidir. psikopat ninjalar gibi karanlığın içinde kılıçları havaya kaldırır, gözümüzü merdivene dikeriz. saniyeler sonra tvnin ışığında şüphelinin ayaklarını görürüz. merdivenden yavaş yavaş iner. başı gözüktüğü anda ev sahibi ışıkları yakar. göz göze gelinir. karşılıklı çok kısa bir donmanın ardından topluca haykırmaya ve adama doğru koşmaya başlarız. adam ışık hızıyla yukarı fırlar ama durmayız. kovalamaya sokak boyunca devam ederiz. ama hırsız akıl almaz bir hızla kaçar. hoş, yakalamak istiyor muyuz, yakalasak ne yapacağımızı biliyor muyuz belli değildir. adamın o an ne hissettiğini canlandırmaya çalışıyorum gözümde. dört adam. dördü de entel kuntel tipler. şortlu, gözlüklü, keçi sakallı, 20'li yaşlarda gençler. ellerinde japon işi kılıçlarla pozisyon almış seni bekliyorlar. hatta içlerinden biri yeniçeri taarruzundaymış gibi allah allah allah diye bağırıyor. "ne kadar postmodern" diyecek zamanı olmuş mudur?

    edit: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12497984.asp