ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
maraş depremi ingiltere'yi dümdüz eder
-
adamların ülkesi deprem bölgesi üzerinde değil. adamlar ona göre önlem almak zorunda değil ama senin ülken deprem ülkesi ve sen önlem almak zorundasın.
görsel
türklerin öğrenemediği şeyler
-
(bkz: çocuk yetiştirmek)
aşkımızın meyvesi aytek
-
20 agustos 2009 uykusuz sayisindan
---spoiler---
baba: neyin var evlat... canin sıkkın gibi.. icine ekmek dogradigin caya bile dokunmadin.... cizgi film acayim mi... ister misin?
aytek: cizgi filmle deli mi oyaliyosunuz lan siz.. dun gece herseyi duydum... ben yattiktan sonra neler ceviriyosunuz lan siz oyle! yatak odasinin kilidinin sesini duyunca hirsiz mi zorluyo acaba diye kontrol etmeye gelmistim... yaziklar olsun size! cok agrima gitti lan!
anne: aytek! oglum!
aytek(annesinin elinden kacmak icin omuzunu cekerek) dokunma bana! dokunma bana o cunup ellerinle! dokunma dedim!
---spoiler---
1650 metreden kuzuyu düşüren kebapçı
-
biri bu saçmalığa artık dur desin be. yemeği verin geçin. ne bu eziyet, şov merakı.
geçen bir mekana girdik yemekten sonra tatlı yiyeceğiz. neyse tatlı geldi garson 20 dakikada anca servis edebildi baklavayı. almış çatalı bıçağı masaya, tabağa her yere vuruyor adam tempo tutmamızı, alkış yapmamızı bekliyor. çok içinde kaldıysa baterist olsaydın kardeşim, kadıköy’de liseli gruplarla sahneye çıkardın.
kız arkadaşım da o ara telefonu çıkarmış videoya alıyor bu garsonu vaaay, süper ya, çokiiiiiyyy, ahahaha gibi tepkiler veriyor. (büyük şehirde ortam görmüş anadolu köylüsü gibi)
yemin ediyorum o an hem yiyeceğim tatlıdan tiksindim, hem hayatımın aşkı dediğim kadından.
tuvalet eğitimi
-
öncelikle bir çocukta bu eğitime başlamanın ilk şartı çocuğun tuvaletini tutabilmeyi ogrenmesidir. bir ebeveyn çocuğunun tuvaletini özellikle de çişini tuttuğunu gözlemlediği anda gecikmeden bu eğitime başlamalıdır. fakat 3 yaşını geçtiği halde tutma olayı gerceklesmiyorsa önce öğretilecek olan küçük tuvaleti tutmak olacaktır.
tuvalet eğitimine başlandıktan sonra altın 3 kural vardır ki bunlar çok ama çok önemlidir.
1-sabir - mümkünse peygamber sabrına sahip olunuz. bu çocuk bu işi ogrenemiyor deyip koyverirseniz işi çıkılmaz hale getirsiniz. yapamadiginda kizarsaniz en kötüsü. artık tuvalet yapmayı özellikle de kakasını yapmayı öcü gibi görecektir.
2- olayı buyutmeme - eğer tuvalete gittiğinde ona "yaparsan sen büyüyeceksin" gibi onun gözünde büyük bir başarı gibi gözüken bir cümle kurarsaniz çocuk, bunun aslında yapılması çok ama çok zor birşeymis gibi düşünecek ve bu tuvalet olayında kendine güveni hiç olmayacak. daha da kötüsü ileriki hayatında da bu hadise zor olaylardan kaçmasına sebep olacak.
3- eğitime başlandıktan sonra asla birakmama - eğer biz bu işi yapamadık ileride deneyelim derseniz uzun yıllar mücadele sizi bekliyor demektir. evet iş dusundugunuzden de zor olabilir ancak hayatınızdan sildiginiz zaman dilimlerine bir ay daha eklemelisiniz ki çocuk artık bu işin kaçışının olmadığını anlamalıdır. vazgeçip beze donerseniz her seferinde eğitimden kaçıp bez isteyecektir.
son bir not; bazı çocuklarda tuvalet eğitimi çok kolay olabilirken bazılarında ise çok meşakkatli duruma dönüşebilir. sunu aklınızdan çıkarmayın bu işe başlayıp da başarısız olan olmamıştır. önemli olan bunu bir kere de başarmaktır. hem ebeveyn hem de çocuk için en güzeli budur.
yaran facebook durum güncellemeleri
-
sabah uyandım evdeki saati bir saat geri aldım, kardeşim kimse almamıştır diye geri almış, zaten saat otomatik geri almış. şuan temmuz ayındayız. telde 8 duvarda 9 arabada 10 evde 15
starbucks kahvelerinde fil dışkısı kullanılması
-
günyüzüne çıkmış olay.
ben de hep "bok mu var içiyorsunuz starbucks'ın boktan kahvelerini" diyordum, harbi varmış. içime doğmuş...
(bkz: ben dediydim)
dışarıdayken etraftan duyulan yaran diyaloglar
-
yer bağdat caddesi, starbucks ,19-20 yaşlarında 2 genç kız'ın aralarında geçmektedir:
k1 - 3 kez öss'ye girdiaam , kazanamadıaam.
k2 - evet yaa çok zor yapıyolaaar
k1 - bu sene de kazanamazsam amırikaya gidicıaam.
k2 - inanmıyoraam
k1 - ya evet cınaam, beyin göçü böyle oluyo işteaa.
31 ekim 2014 galatasaray kasımpaşa maçı
-
taraftarın koreografisi süper.
kirmizi fon üstüne sarı renklerde galatasaray yazmışlar tribüne. *
gerci 3-5 bozan insan var ama.
ek: devre arasi tv caps
edit: imla.
25 mayıs 2021 ticaret bakanı peynir açıklaması
-
haber
ticaret bakanı mehmet muş'un, venezuela'dan peynir ithalatına ilişkin, "2020 yılında venezuela'dan türkiye'ye 1 gram dahi peynir ithal edilmemiştir." dediği açıklamasıdır.
madem peynir ithal etmeyecektiniz neden rte'nin venezuela peyniri kararnamesini çıkarttınız diye sorarlar adama? yoksa venezuela'dan türkiye'ye bir deniz rotası oluşturmak için miydi bu?
bu rotadan devletin uyuşturucu ticareti yaptığına dair iddialar var, bu iddialara dair elinizde karşı argüman oluşturmak için kullanacağınız kanıt, "1 gram dahi peynir ithal edilmemiştir" ise ortada başka bir ticaretin olduğu (çünkü kararnameyi çıkaran sizsiniz) ve bunun ne ticareti olduğunun belirtilmediği ve sedat peker'in iddiasının doğru olduğu sonucu çıkıyor.
(bkz: sıçıp sıvamak)
biz zaten peynir ticareti olmadığını siz açıklamadan önce de biliyorduk. hatta sizin dediklerinize ek olarak, sadece 2020 yılında değil, 2017 ile 2020 arasında venezuela'dan hiç peynir ve peynir ürünü ithal etmemiş türkiye. bu bilgiye ulaşamıyorsundur diye şuraya kanıtı bırakayım: görsel
aniden gelen anksiyete atağı
-
matematikte 0 (sıfır) neyse anksiyete de odur, gelmesiyle beraber her şeyi sıfırlar hayatınızdaki. planlarınız vardır, mesela 15783 tane plan yapmışsınızdır ama o gelir ve bu planlarınızı sıfırla çarpmak zorunda kalırsınız. önemli bir toplantınız vardır, o gelir toplantıyı sıfırlar, gidemezsiniz. sevdiğiniz biri vardır, görmek istersiniz, o gelir kimseyi göremezsiniz. en kötüsü de insanlara açık açık bunu dillendiremezsiniz, yalanlar söylemek zorunda kalırsınız. o yalanları aklınızda tutmak zorunda kalırsınız. kimse bilmez, çeken bilir. eve kapanırsınız ama orada da rahat vermez size. sadece mal gibi durma hakkınız vardır. en sevdiğiniz kitapların kapağını açamazsınız, okumak istediğiniz o dergiyi okuyamazsınız, en sevdiğiniz müzikler size huzur vermez, evdeki birçok eşya ile yüzeysel ve mesafeli bir ilişki başlar aranızda. yatakta bile rahat rahat uzanamazsınız. mona hatoum'un homebound'u gibi sanki tüm eşyaların etrafından elektrikler geçer, öyle kolay kolay dokunamazsınız. evdeki her şey işlevselliğini yitirmiştir, siz de.
depresyonda daha iyi üretenler varmış, bilmiyorum. bana pek mantıklı gelmiyor. belki de seviye farkı vardır, belli düzeydeki bir depresyon belki de gerçekten üretmeyi tetikliyordur. ben daha çok gözümden tek bir yaş gelmeden toprağın altına gömüldüğümü hissederim. bi kız arkadaşımın evinde içsel anlamda oldukça zorlandığım bir gece geçirirken sessizce yatağa uzanıp tavana bakmaya başlamıştım, inşallah anlamaz da rezil olmayız diye geçiriyordum içimden. o da yanıma yattı, beraber tavana bakmaya başladık. her şey yolundaymış gibi davrandığımı düşünüyordum, "soner" dedi. "efendim?" dedim. "sen ağlıyorsun şu anda, ama içine" dedi. yani birinin yanında gizlemeniz de zordur öldüğünüzü.
aşık olanları kıskanırım, küçük şeyleri büyütenleri kıskanırım, sevip sevilmediği için ağlayanları bile çok kıskanırım. çünkü bunlar duygularınızın ne kadar canlı, ne kadar bu dünyada olduğunuzu gösterir şeylerdir. suratınızda 'devlet ciddiyetinde çaresiz' bir ifadeyle uyumazsınız, heyecanlı olmayı özlersiniz ve kimse bilmez önemsiz bir şeyi heyecanlı heyecanlı anlatmak ne kadar önemli bir şeydir aslında. geçen gün bir mekanda derbiyi seyrettim. ne çok heyecanlı geri zekalı insan vardı. onlar adına mutlu oldum. her pozisyonda ayağa kalkıp, hakeme küfrediyorlardı. müthiş bir dünyalılık ve varoluş gösterisiydi, son derece imrendim. erkek arkadaşına şirin gözükmek için fanatik fanatik hareketlerde bulunan formalı kızlar da vardı, çok antipatiktiler. açıkçası onların kıskanılacak bir tarafı yoktu, o kadar da değil yani. sorsan galatasaray'ın kalesinde kim var bilmez ama camide babasının hareketlerini taklit ederek namaz kılmaya çalışan çocuklar gibi erkek arkadaşı neye sinirleniyorsa sinirleniyor işte, o yaş için komik. ama siz yine de salak salak şeylerden duyduğunuz heyecanların kıymetini bilin, gerçekten.
ancak bu berbat ruh halinin iyi bir tarafı da vardır. çünkü bazen rahat bırakır sizi, o sıra dünya sizindir. yeryüzü ile aranızda yatay değil, dikey bir ilişki başlar. olduğunuz yerde kıpırdamadan seyahat edebilirsiniz, sarının tüm tonlarını görebilirsiniz ve her şeyden zevk duyabilirsiniz. madde falan kullanmadan, tamamen doğal bir hissiyattan, yüksek bir algı düzeyinden bahsediyorum. rüzgar erkoçlar ile röportaj yapan birisi ona "çok zor zamanlar yaşadınız, bi ara fırıncıda işe girdiniz, yerleri silerken çekilen fotoğraflarınız var, çok zor günlerdi dimi?" falan dedi. çocuk da ona "o anlar benim hayatımdaki en mutlu anlardı" dedi. röportajı yapan anlamadı. rüzgar fırıncıda ilk kez hissettiği gibi kabul edilmişti. kimse ona acayip acayip bakmamıştı, ilk kez hissettiği bedendeydi ve fırıncı onu tanımamıştı. aksine, rüzgar erkoçlar ped reklamlarında hayatının en zor günlerini geçiriyordu ama hiçbirimizin haberi yoktu.
depresyon, anksiyete vesaire..uzun ve istikrarlı biçimde sürdüğü zaman bir tür detoks yapar vücudunuza. mutsuzluk detoksu. zerre mutluluk kalmaz içinizde. "madem unutacaktın, beni neden yarattın?" kıvamına gelirsiniz. ama o detokstan sonra, yani tünelin ucundan çıktığınız zaman bir sonraki tünele kadar dünyanın en mutlu insanı artık siz olursunuz. çok acayip bir andır. bunu da kimse bilmez, çeken bilir. en güzel şeyleri siz üretirsiniz. ve önemli olan; iki tünel arasındaki mesafeyi olabildiğince uzatmaktır. başaranlara tebrikler.
biri bizi gözetliyor'dan akılda kalanlar
-
ülkenin melihçi misin, eraycı mısın şeklinde ikiye bölünmesi. şimdi şöyle bir geçmişe bakıyorum, yıl m.ö 40 civarı. batı-doğu hun diye bölünmüştü türkler. o günden sonra en büyük bölünmedir türk tarihindeki. belki bir batı hunlu, doğu hunlu'yu severdi ama, bir eraycı asla bir melihçi'yi sevmezdi. eğer bugünlerde bu kadar ayrıştırysak, aha sebebi bi iki elemandır. çok yaşlandım lan :/
15 nisan 2020 cezaevi tahliyeleri
-
sabahın erken saatlerinde başlayandır.
erdoğan affı ile yaklaşık 90 bin kişi serbest kalıyor.
mahkumlar otobüslerle çıkarılıyor ve uzatılan mikrofonlara hep bir ağızdan "tayyip erdoğan ve devlet bahçeli'ye teşekkür ederiz." diyorlar;
kaynak: https://twitter.com/…tatus/1250278115617550336?s=19
erdoğan affı ile tahliye olan mahkumların suçları;
- taksir/bilinçli taksir ile öldürme (trafik teröristleri, maganda kurşunları, soma, çorlu faciaları...)
- her türlü yaralama (aile içi değilse serbest! hem kadına hem erkeğe, sonucu ölüm de olabilir hiç farketmiyor) (nitelikli veya değil)
- hırsızlık (nitelikli veya değil)
- dolandırıcılık (nitelikli veya değil)
- yağma / gasp (nitelikli veya değil)
- çete faaliyet
- güveni kötüye kullanma
- karşılıksız yararlanma
- mala zarar verme
- hakkı olmayan yere tecavüz
- haneye tecavüz
- fuhuş, pezevenklik
- çocuklara müstehcen yayın verme/satma
- tehdit
- alıkoyma
- kaçakçılık (insan kaçakçılığı dahil)
- sahtecilik (kamu sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç, ürün sahteciliği, evrakta sahtecilik)
- rüşvet, irtikap
- firar.
kaynak: https://www.milliyet.com.tr/…e-vuruyor-2020-6188133
sokak ortasında bir deste dolarını yakan vatandaş
-
o dolarla gidip kola alıp sonra da o kolayı dökmeliydi, böylelikle dış mihrakları kendi silahlarıyla vurmuş olacaktı.
büyük oyunu görememiş, talihsiz dayıdır.
debe edit: craig thomson isimli iskoç emek hırsızına inat, haydi kalk ayağa yürü güneşe!!!