hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye'nin en fırlama futbolcusuydu, şimdi ise en fırlama yorumcusu.

    - hiç bir golü kız arkadaşına hediye ettiğin oldu mu?
    + aynı golü iki farklı kıza hediye ettiğim bile oldu.

  • müthiş bir eyleme katılmış olan insandır.

    patronla işçinin aynı safta dizilip, birlikte eğildiği bir yere gitmiştir.
    sınıfsız, kaynaşmış, eşit...

  • son zamanların en büyük şampiyonlar ligi performansını gösterip ballon d'or ödülünü sonuna kadar hak etmiştir.
    zamanında real madrid'in neden ibrahimovic, lewandovski gibi üst düzey bir santrafor almadığı tartışılıyor benzema yetersiz görülüyordu. benzema'nın asli görevi ronaldo'yu beslemek, ona boş alanlar yaratmak ve diğer hücumcuların performansını yukarı çekmekti bu işi de layıkıyla yaptı. ronaldo gittikten sonra kağıt üstünde takımın hücumdaki en önemli oyuncusu oldu ve son 3 senede muhteşem bir performans sergiledi, adama hangi rol verilirse verilsin kusursuza yakın yerine getiriyor değeri son 3 senede anlaşılsa da ronaldo ve bale'in bu kadar üst düzey oynamasındaki sebep de kendisiydi.

  • memleket kalburüstü müzik düşkünleri için hala büyük bir eksikliği doldurduğuna inandığım ve benim de çıkmaya başladığından beri sık sık yararlandığım, katkıda bulunanlardan bir kısmını tanıdığım ve çok sevdiğim bu dergi hakkında bir buçuk yıl kadar önce şöyle bazı notlar almıştım. güncellenmiş bir halinin burada da bulunmasında fayda olduğunu düşünüyorum:

    temcit pilavı gibi her üç beş ayda bir ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen yaşını başını almış, dertli, yalnız, karizmatik şehir müzisyenlerini derginin her kapağında görmekten artık sıkıldım. nick cave, tom waits, leonard cohen, bob dylan, morrissey.. 90ların ortasından beri kaybedenler kulübü, karga bar, trip, bir ölçüde de radyo eksen bu çoğunu benim de sevdiğim adamları babasının oğluymuş gibi öyle bi gazladı ki heriflerden komisyon alıyorlar diye şüphelenir oldum. bu adamların ortak özellikleri de hepsinin kendilerini çok güzel ifade edebilmeleri, şarkı sözlerinin şiirsel değerinin olması vs. aslında özünde beyaz, şehirli, heteroseksüel adamın sorunlarını süper anlatıyor olmaları. şimdi beyazlığım belki tartışılır da bu gruba dahil bir adam olarak inanın ben de dünyanın en mutlu insanı değilim, her gece memleketin, dünyanın ve kendimin bi sürü sorununu düşünmekten uykularım kaçıyo vs. ama rock müzik sadece bunlardan zamanında bahsetmiş melankolik abiler kulübü mü? bi frank black'in, bi bryan ferry'nin, bi jonathan richman'ın, bi david byrne'ün bütün suçu yaşama sevinçlerini dile getirebilmiş olmaları mı? bu adamların roll kapağında yerleri yok mu? ben roll'un kapağında neden misal bir james brown ya da gil-scott heron görmüyorum? ali g'nin sorduğu gibi is it becuz' i iz black? roll politik olma iddiasında bir dergiyse bu adamların müziği morrissey'înkinden daha mı az politik? gil scott heron revolution will not be televised'dan ibaret değil abiler, onu arka kapağa layık görmüştünüz bir kez. ya da say it loud i'm black and i'm proudun ardındaki sosyal koşulları deşmek çok mu uncool olur? tiraj biraz düşer orası kesin.

    ayrıca şöyle de bir mesele var. ben doksanlarda melody maker ve nme okurken dikkatimi çeken bir şey vardı. ne kadar iyi olursa olsun bu dergiler gruplarını dağıtıp ticari amaçlarla solo giden kimseye prim vermezlerdi. ama demo aşamasında bir sürü gruba onca sayfa ayırırlardı. yeni gruplara verilecek destekte en büyük pay hala müzik dergilerine ve genel olarak basına düşüyor. roll dergisi ise dandadadan'la röportaj yapmak için albümün çıkmasını bekliyor. bu hareket satış kaygısı gütmüyor da ne güdüyor? politik olmak yalnızca muhalif ya da her nevi entelektüel söz yazabilen müzisyeni bağrına basmak değildir kanımca. müzik mainstream'e karşı sound oluşturabildiği noktada muhaliftir, sözü olsa da olmasa da, sözleri kötü de olsa.. basına da onları tanıtmak düşer, tarihteki kendi favorilerinden bir kulüp oluşturmak değil. sakareller'i, ankaralı grupları, kırık çizgi'yi, rumblefish'i, the raws'u, ddr'yi roll ne zaman yazacak merak ediyorum. evet doğru, bu ülkede yeni müzikleri kökeninden bihaber dinleyen koskoca bir kitle var ama tarih içinden kişileri seçerek değil, süreç üzerinden anlatılmalı. yoksa o tarih pembe boyalı evde dünyaya gelen rockstarların tarihi olacak ki bunu da resmi söylemle barışık olmadığını iddia eden bir dergi olarak en son roll ister herhalde.

  • çok iyi yapan çalışandır. adı üstünde mesai saati ve bitmiş, ne yapsın gitmeyip. ben mesela her gün 16.59'a alarm kuruyorum ki dalgınlığıma gelip de fazladan oturmayayım.

  • kimsenin günahını almak istemem, zamanında feto hakkında yazdığım "sert" yazılar neticesinde terör örgütü kurmak ve yönetmek iddiasıyla 5 gün tutuklu kalıp savcıya savunma verdikten sonra serbest bırakılmıştım. üstelik yine fetönün en güçlü dönemiydi, ve ifademi verdiğim yer beşiktaş 13. ağır ceza mahkemesiydi. yaşı yetenler için, eski devlet güvenlik mahkemesi.

    ancak şu yazılar bana hiç inandırıcı gelmedi. sebeplerin gelirsek, birincisi hiçbir avukat bu kadar baştan savma iş yapmaz. yapıyorsa başka bir avukat bulman lazım, en azından temyize gideceğiz der ya da hakim sana önyargılıysa reddi hakim talep eder, yurtdışına kaç nedir?

    ikinci nokta, fransaya kaçmış olman. malumunuz ne kadar dhkp-c veya pkk militanı varsa ilk fırsatta fransaya kaçar ya da kaçırılır. çünkü fransa bu örgütlere direkt olarak sığınma hakkı veriyor.

    üçüncü ve son nokta, mahkemenin kararı aşırı saçma. savcı mütalaası yok, deliller sunulmamış, görgü tanıklarının (1 tane) ifadesi zaten kendini yalanlamış dolayısıyla hem usulsüzlük var hem eldeki veriler karara yeterli değil.

    dolayısıyla ya arkadaş yalan söyleyen bir militan ya da polisinden savcısına, hakiminden avukatına terör örgütü ele başlarına düzenlemedikleri kumpası kendi halinde blog yazıları olan bir kişiye düzenlemeye and içmiş truman show fanları.

    edit akbayram: arkadaşın diğer entrylerine de baktım, fransa buna gittikten birkaç ay sonra vatandaşlık vermiş :)

  • milan baros (2014): "onun çok muhteşem bir hoca olduğunu söylerlerdi ama çalıştıktan sonra gerçeği gördüm. dünyada ondan daha iyi olan bir sürü hoca var. fatih terim'in maç öncesi taktik konuştuğunu hatırlamıyorum. sadece rakibi yıkmak, parçalamak gibi şeylerden bahsederdi"

    frank de boer (2008): "2000 yılında kazanılan uefa kupası'ndan dolayı bana göre başı hâlâ göklerde, bulutların arasında geziyordu. ama şunu söyleyebilirim ki, çok mükemmel bir antrenör değildi. kendisi futboldan çok dış görünüşüyle meşguldü. benim hiçbir yerde görmediğim bir şeydi. yarım sezonluk bir dönemde aynı kıyafetle diğer antrenmana çıktığını görmedim. bu gerçekten inanılmazdı. tam anlamıyla gerçek bir megalomandı”

    andrea pirlo (kitabından alıntılar): “dikkat çekici ve gerçekten tuhaf biriydi. kurallara karşı alerjisi varmış gibiydi. daha ilk başlardan uzun süre çalışamayacağı belliydi ve nihayetinde de kovuldu. milan öncesinde her istediğini yapabileceği daha küçük takımlarda çalışmıştı. milan’da ise atmosfer daha farklıydı. yemeklere geç gelir, resmi toplantılara kravatsız katılır, sırf big brother’ı (biri bizi gözetliyor) izleyebilmek için mr. bic’i (adriano galliani) masasında tek başına bırakırdı. parlak kıyafetlerle john travolta gibi gezerdi milanello’da.

    terim’in soyunma odasındaki sözlerini bize aktarmada sorunlar yaşıyordu. terim el kol hareketleriyle türkçe konuşur ve ‘çocuklar, sezonun en önemli maçlarından birini oynayacağız. birçok kişi bizi eleştiriyor ama ben size inanıyorum. şimdi vazgeçemeyiz. bizden beklentiler büyük, onları hayal kırıklığına uğratmamak görevimiz. bunu kendimiz için, kulüp için, başkan için, taraftarlarımız için yapalım. insanın kafasını kaldırması gereken bazı zamanlar vardır hayatında. o an bizim için geldi. haydi çocuklar, haydi’ derdi. ama tercüman neredeyse hareketsiz bir şekilde durur ve italyanca şöyle söylerdi: ‘juventus yarın geliyor. kazanmak zorundayız.’ biri 5 dakika konuşurken, diğeri 5 saniye konuşurdu.

    terim: ‘andrea, sen bizim için odak noktası olacaksın. oyunu sen yöneteceksin, ama acele etme, zorlama. durumu değerlendir ve etrafında en az rakip olan arkadaşına topu aktar. sana güveniyoruz. sen bu takım için ve oyun stilimiz için çok önemlisin. ama tekrar söyleyeceğim: zorlama. sakin ve soğukkanlı sözleri sloganımız. önce düşün, sonra pasını ver. doğru sonucu almak ve tüm italya’ya hala hayatta olduğumuzu göstermenin tek yolu bu. savaşmadan yenilmeyeceğiz. şimdi herkes sahaya çıksın. gerçek gücümüzü gösterelim ve bu yılın en iyi oyununu çıkaralım’

    tercüman: ‘pirlo pas at. hadi şimdi gidip idman yapalım.’

    bazı takım toplantıları, özellikle de en başlardakiler unutulmazdı. terim taktik panosunun önünde durur, bir tebeşir alır ve tahtaya 11 yuvarlak çizerdi. her yuvarlak bir oyuncuyu temsil ederdi ancak tahtada o kadar çok not ve karalama olurdu ki hangi oyuncu forvet, hangisi defans, hangisi orta saha anlaşılmazdı. tamamen kaos: sadece kaleci belliydi.

    bir noktayı gösterir ve ‘tamam, costacurta sen şuraya gideceksin’ derdi.

    ben de söze girmek zorunda kalırdım: ‘ama hocam o benim.’

    savunmacılarla golcüleri karıştırdığında iş iyice içinden çıkılmaz hale gelirdi. bunu bilerek yaptığından şüphelenmeye başlamıştım. sahada dört forvet ve yalnızca iki defans: berlusconi’nin yasak hayali.”

  • kaçmasınlar. dün mesleklerinden attıkları adamlar kaçmadılar yattılar. dün sırtına basarak torpille ezip geçtikleri adamlar kaçmadılar ülkede didindiler. ölmeseler iyiydi ama allahın sopası yok derler

    edit : imla. (teşekkürler @kafirimam)

  • bir çok amerikan filminde defalarca tekrarlanarak insanlara "neden ben böyle yaşamıyorum" dedirten sahneler bütünüdür.

    koşarak basamaklardan inerken kravatımı bağlamaya çalışır, kocaman mutfakta hazırlanmış masadan yalnızca portakal suyundan bir yudum alıp "geç kaldım toplantım var " derken hanımdan küçük bir öpücük ile devasa bir arabaya atlar ve bahçedeki kapalı otoparktan sessiz, sedasız ama yemyeşil bir caddeye çıkıveririm... (kahretsin köpekle şakalaşmayı unuttum)