hesabın var mı? giriş yap

  • kadın normal pantolonlu ya da eşofmanlı öyle bir şey, herif diyor ki “bacaklarını açarak oturmuş merdivenden kaldırdık, erkek insanlarımız rahatsız oluyor.”

    ulan siz insan mısınız be şerefsiz?

    arkadaş ben bu insanlarla aynı tarafta değilim ben bunlar gibi değilim nasıl bir yere dönüşüyor lan memleket?

  • görsel

    dört ay boyunca her gün bir tane yenildiği takdirde, yağını iyi süzmezseniz tüketmek zorunda kalacağınız yağ miktarı yaklaşık beş litrelik bir şişeyi dolduruyor. bu da aşağı yukarı beş kilogramlık bir yağ anlamına geliyor. konserve halde satılanlar bu bahsettiğim. basit bir formülle:

    1 gr yağ 9.2 kalori
    5 litrelik yağ yaklaşık 5000 gram
    5000 gr x 9.2
    = 46.000 kalori

    alınan binlerce kalorinin yanında kullanılan yağın kalitesiz olması da cabası. bir de, alınan bu kalorileri yakabilmek için yapmamız gereken aktiviteler ve yaklaşık değerlerine bakalım.

    hızlı tempo bisiklet: 30 dakikada yaklaşık 350 kalori.

    - 46.000 kaloriyi yakmak için 65 saat bisiklet sürmek gerekir. 2 ay boyunca her gün 1 saat bisiklet sürmek demek bu.

    koşu: 30 dakikalık bir koşu 450 kalori yaktırır.

    - 46.000 kaloriyi yakmak için 50 saat koşu yapmak gerekiyor. aynı şekilde 2 ay boyunca günlük 1 saat ekstra koşu.

    ip atlamak: 30 dakika 500 kalori

    - 46.000 kalori harcayabilmek için 46 saat ip atlamak gerekir.

    tenis oynamak: 30 dakika 300 kalori

    - 46.000 kalori için yaklaşık 75 saat tenis oynamak gerekiyor.

    araba kullanmak: 1 saat 150 kalori

    - 46.000 kaloriyi yakabilmek için yaklaşık 300 saat araba kullanmak gerekir. saate 100 km hızla gidiyor olsak toplam 30.000 km yol yaptığımızda tamamını yakmış oluruz.

    temizlik yapmak: 30 dakika 100 kalori

    - 230 saat temizlik yapmak gerekir. düşüncesi bile iğrenç, haftada bir kere temizlik yapmak bile nefret ettiriyor.

    merdiven çıkmak: 30 dakika 300 kalori

    - 75 saatlik bir merdiven serüveni sonrasında aldığınız kalorilerden kurtulmuş oluyorsunuz. 'stairway to heaven' şarkısı eşliğinde olması tercih sebebidir.

    bulaşık yıkamak: 30 dakika 180 kalori

    - yaklaşık 130 saatlik bir bulaşık yıkama işlemi gerekiyor. önceki hayatınızda bulaşık makinesi değilseniz bunun da ne kadar sinir bozucu bir şey olduğunun farkındasınızdır.

    yukarıdaki görselde dört aylık süreçte yediğim ton balıklarından süzdüğüm yağı görebilirsiniz. sağlıksız oluşunu geçtim, kokusunu duysanız uykularınız kaçar, mevcudiyetinizi sorgulamaya başlarsınız. üniversiteye giriş sınavında kaydırma yapmış bir gencin hüznü çöker üzerinize ve ruhunuzun karanlık dehlizlerine saklanmak istersiniz. yanlış şehirlere gider bindiğiniz trenler... öyle iğrenç bir koku ki bu voldemort olmak istersiniz.

    not: atık yağları kesinlikle lavaboya dökmeyiniz. plastik şişelerde biriktirip atık dönüşüm yerlerine bırakmalısınız. lavaboya dökülen 1 litre yağ, 1 milyon litre temiz suyu kirletiyor. ayrıca, kanalizasyon ve gider sisteminde donarak tıkanmalara sebep olmaktadır.

  • bir ingilizce öğretmeni olarak hakkındaki tartışmalara müdahil olmak istediğim sistemdir.

    sistem eleştirilerine geçmeden önce dil eğitimindeki durumumuz konusunda biraz bilgi vereyim. yabancı dil eğitiminde ülkemizin durumu tabi ki parlak değil ancak bunda bulunduğumuz dil ailesinin de payı büyük. "alman-fransız çocuklar şakır şakır ingilizce konuşuyorlar, bizde tık yok" demeden önce bizim ingilizce ile dahil olduğumuz dil ailesi konusunda ciddi farklar olduğunu hatırlatmakta fayda var. avrupa ülkeleri arasında cognate dediğimiz ortak kelime sayısı çok yüksek iken bizde o bu kadar fazla değil. bu da bizi avrupa ülkelerine kıyasla dezavantajlı kılıyor. ingiltere'den farklı dil ailelerine aidiyet göz önüne alındığında rakiplerimiz iran, rusya, çin gibi ülkeler kalıyor ve vakt-i zamanında okuduğum bir araştırmaya göre bu ülkelerin arasında durumumuz kötü değil.

    ama sonuç olarak 12 sene gibi uzun bir süreye bakınca ortada bir başarısızlık olduğu aşikar.
    sistemsizlikler ülkesi olan türkiye'mizin, uzak ara en kötü yönetilen kurumu olan milli eğitimin bünyesinde böyle bir sonuç çıkmasına şaşırmak bence abes.
    birkaç madde halinde durumu özetlemeye çalışayım.

    1. bir sene önce ingilizce eğitimi 2. sınıfa indirildi. ilk bakışta çok acayip bir gelişme gibi gelse de ortada şöyle bir durum var. eskiden 5., 6. sınıflarda dörder saat ingilizce eğitimi verilirken malum seçmeli derslere yer açmak için üç saate indirildiler. ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda hepi topu iki saat ingilizce dersi olduğu düşünülünce ingilizce eğitimi ikinci sınıfa kadar indirilse de öğrencilerin eğitim hayatında göreceği ingilizce dersi sayısı sadece 1 saat artmış oldu. yani meb ders sayısını arttırmadan arttırmış gibi yaptı.

    2. bir öğrenci 8. sınıftan mezun olduğunda şu zamanları etkin olarak kullanması bekleniyor.
    simple present, present continuous, will future, going to future, simple past, past continous, present perfect tense.ayrıca envai çeşit modal. in order to, so that/such that/incase vb. yapılar da cabası.ve bunları haftada 3-4 saat ile kazanmalarını bekliyorlar.

    bunun yerine öğrencilere sadece basit simple present,present continuous, will future ve simple past versek. bunlarla bol bol çeşitli cümleler kursalar, mektuplar yazsalar, bunları içeren videolara maruz kalsalar. bol kelime öğrenip bunlar hepi topu 4 zaman içerisinde ama bol bol kullansalar. (ki ben böyle yapıyorum ve öğrencilerim dil bilgisine boğulmamış oluyorlar.ayrıca haftada 4 saat ile perfect tense ne lan?) çok basit konuşmaları öğretsek ama harbi öğretsek. çoğu öğreteceğiz derken boğulmasak.

    3. öğretmenlere kızıyoruz ama öğretmenden beklenen o öğrencileri konuşturması değil ki. ben bir köy okulunda öğrencilerime ingilizlerin çektiği videoları izlettim, bol bol listening yaptım. bir gün öğrencilere sobalı köy okulunda whitney houstan'dan i will always love you şarkısını dinlettikten sonra okul müdürüm tarafından müfredatı takip etmem, dışına çıkmamam konusunda tenkit edildim. görev yaptığım bölgede başarısız öğretmen ilan edildim. bunun üzerine ben de dershane öğretmenine evrildim. ezber, test vb. yollara saptım, öğrencilerimin netleri arttı, gördüğüm saygı hayvani boyutlara ulaştı. yani beklenen test, sınav vb. iken öğrenci konuşturmaya vakit harcarsanız okul idaresi, müfettişler, milli eğitim müdürlükleri tepenize biner müfredatta geri kalındı diye.

    4. yine öğretmenlere kızıyoruz ama meb'in umrunda mı? şu anda sınıf öğretmenliğinden ingilizce branşına geçmiş, ingilizce'den bihaber sınıf öğretmenleri çoluğunuzun çocuğunuza ingilizce öğretmeye çalışacaklar.sayıları da 3 bin'in üzerinde. bir tanesi bana gelip "hocam ben tv programmslarını anlattım bugün" dedi. oradan anlayın artık.

    5.dil eğitiminin en kritik boyutu edinim. yani öğrenciyi dile maruz bırakmak. çok sıkışık müfredatlar dahilinde haftada 3-4 saat ile kime neyi edindirebilirsiniz ki?

    6.biraz klasik olacak ama meb kitapları konusunda şikayetimi de belirtmeden geçemeyeceğim. bin tane ingilizce dizi izlerim, hiçbirinde raslamadığım abuk konuşma kalıpları mevcut ama en sık rastlananları ara ki bulasın.
    bir tane dizi gösterin bana "fine thanks and you" geçen. çok mu zor selam kalıplarını çeşitlerini arttırmak. benim öğrencilerim "how are you?" dediğimde "we are great, what about you?" diye bağırırlar karşılık olarak. çok mu zor arkadaş müfredatı yaratıcı ve güncel hale getirmek. daha güncel, daha kaliteli yayınlar var ve bazı veliler de almaya hevesli ama bu sefer de karşımızda; (bkz: okullarda kaynak kitap kullanımının yasak olması)

    7. bu kadar kafanızı şişirmezdim ama akşam aldığım bir telefonun üzerine bu başlığa yazma gereği hissettim. geçen sene 8. sınıftan mezun edip iyi denebilecek bir anadolu lisesine daha yeni yerleşmiş bir öğrencim aradı beni. "hocam bugün ilk ingilizce dersimiz vardı. öğretmen "where do you live?" diye sordu, baktım kimseden ses çıkmıyor ben kalktım "i live in kahramanmaraş" dedim, öğretmen de beni"4 tane 9. sınıf grubunun içerisinde bir tek sen kalkıp cevap verdin" diye tebrik edip sizi sordu. çok teşekkür ederim, sayenizde beni çok sevdi" dedi. tabi gururum okşandı önce ama biraz düşününce halimizin nasıl bir rezillik olduğu yüzüme çarpıldı. en basit cümle be arkadaş. bundan aciziz. en basit cümleyi 9. sınıf öğrencisinden duyunca havalara uçacak kadar aciziz.
    bu kadar rezillikten ne öğrenciler ne öğretmenler tek başına sorumlu sayılamaz, tüm suç bu grupların üzerine yıkılamaz.

  • kızılayda sıra beklerken iki türbanlı çalışan birbirine girmişti. "ben akp üyesiyim seni attıracağım." diye tehdit ediyordu biri diğerini.

    iş adamları ihalelerde öne geçmek için, çalışanlar yükselmek için üye oldu partiye.

    aynı zamanda akademik hospital'da da çalışan tanınmış bir doktor, bir yakınımızı pendik devlet hastanesine yatırmak istediğimizde "akp üyesi misiniz?" diye sormuştu. değilsek olmazmış.

    yani hastanız varsa iyi bir hastaneye yatırmak için de gerekiyor akp üyeliği. böyle olunca desteklemediği partiye zoraki üye olan bir sürü insan oluyor.

    sürü karpuzu sıyırınca kabuğun üstünde bir tane karınca kalmıyor. doğada akp'lilerin durumuna daha çok benzeyen örnekler de var tabi. yemek vakti midemi bulandırmak istemiyorum.

  • geçen gün tarlabaşı'nda gezerken yerde bir kredi kartlarını buldum. soyadı başarır olan birisine aitti. anında kartı alıp hsbc'nin 444 0 111 numaralı telefonunu aradım. çıkan ince sesli adama dedim ki "kanka bi kart buldum yerde iptal ediyosan et etmiyosan ben tekel bayiye girip bi kasa bira alıyorum". neyse bu adam hemen kart numarasını aldı benden, ismini cismini söyledim, kapattım, dedi.

    yalnız telefondaki müşteri temsilcisi çok mutlu oldu. kart sahibi adına defalarca bu duyarlılığımdan dolayı teşekkür etti. o kadar duygulandı ki eminim dudakları da titremiştir konuşurken çünkü sesi de çatallaştı 1-2 yerde.

    sonra da benden adımı ve telefon bilgimi istedi ve verdim. kartı kırıp atmamı söyledi, kırdım, 7 parçaya böldüm ve her bir parçasını taksim alt geçit inşaatının farklı bir köşesine attım.

    ben de sanıyorum ki bana maddi değeri yüksek, teşekkür babında hediyeler, parfümler filan gönderecekler. beklediğim gibi çıkmadı. sesi titreyen müşteri temsilcisinin de sesi dürüstlüğümden duygulandığı için değil kerizliğimden umutlandığı için heyecandan çatallaşmış.

    3 günde bir kredi vermek için arıyorlar.

    bu ara krediye ihtiyacı olan olursa mesaj ışığımı yaksın.

    bana düşük faizli kredi veriyorlarmış. çeker veririm size, siz ödersiniz bana aydan aya. ne olacak.

  • acının vücud bulmuş halidir kendisi. bilirsiniz hepimizin msninde gece gündüz oturumu açık insanlar vardır. "uyuyorum... zzzz" (allahım ne iğrenç efekt), "okuldayım" yazar bunların iletilerinde. işte bu duruş buram buram burjuvazi kokuyor dostlarım. bana kızmayın ama böyle. çünkü akranlarım gece ordan burdan film indirirken bilgisayarlarını açık bırakabiliyorlar. ama benim ebeveynlerim makinanın çalışmasının hemen ardından kıpır kıpır oluyorlar. iki saat sonra gelip "hadi biraz kapat da dinlensin bilgisayar" diyorlar. gece açık bırakmaya kalksam fişini çekiyorlar. neden çünkü ben tasarruf yapması gereken bir memur çocuğuyum. bilgisayar çalıştırılmamalı, kombi sıcak su yüzünden alev gibi olmamalı... neyse ben gidip makinayı biraz dinlendireyim. size de diyeceğim tek şey şudur. "şekerleme yapmaca...zzzz..." *

  • kurtulanlar arasına adımı yazdırmama az bir vakit kalan illet hastalık

    gururla ve sevinçle edit: tahlil sonuçları geldi. kurtuldum!!!
    (ama diyete bir süre daha devam etmem gerekiyormuş)

    11 yıl sonra gelen edit: lan her şey düzeldi, iyi gidiyor falan derken bu meret bu sefer belden aşağı vurdu. sağ testisi aldırdık. hasta yatağımdan bildiriyorum.

    büdüt: en beğenilen entrim bu ya, kaderime mi küssem, ssg'ye mi sövsem bilemedim.

  • bu durumu cinayet olarak gören hadsiz köpeklerin down sendromlu çocuk sahibi olmaları en büyük dileğimdir. böylece arz-talep ilişkisi çok daha verimli şekilde kurulmuş olur.

    size ultrasonda desinlerki; "ensesinde kalınlık var, down şüphesi var, emin olmak isterseniz şu şu testleri yaptırabilirsiniz."

    siz de başkasının işine karışmamayı öğrendiğiniz gün olarak o anı kayıt edersiniz sevgili hadsiz köpekler.

    kime neyi ispatlıyorsunuz anlamıyorum ki..

    insanları yargılarken iki kere de düşünmeyin, siz zaten mümkünse hiç düşünmeyin, "yargılamak benim ne haddime" diyerek oturun oturduğunuz yerde..

    debe edit: debedit

  • kış için beş yüz liralık ceviz almıştır. ayrıca kutularca üçgen peynir, torbalarca bisküvi ve on iki tane bazlama. sümer kışa hazır, şimdi rasim düşünsün.

    inşallah içinden bozuk bir ceviz çıkmaz. yoksa, biliyorsunuz, hepsinin çöpe gitmesi gerek.

  • az evvel alman gomez barajin kurulacagi mesafeyi kendi ölctu.

    bunu gururuna yediremeyen hakem sari kart verdi. ulan sen kimsin de almanin ölçtüğüne inanmiyorsun??