ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
roxy
-
* cüzdanınızdan 30 milyon çıkartın, yakın.
* üzerinize kalınca bir palto/mont giyip evinizin gardrobuna girin
* gardrobun içinde ard arda sigara için, hatta mümkünse içeriyi ter kokutun
* hareket etmeye çalışıp edemeyin, piyon gibi dikilmek zorunda olduğunuzun bilincine varın
* sabah 4 olunca, gardroptan çıkın...
işte size harika bir roxy gecesi...
edit: bir daha gidersem ebemi siksinler diye de içinizden geçirmeyi unutmayın
kediyi evin içinde kaybetmek
-
hic tecrubesi olmayanlari endiselendiren durum. gercek bir kopek insani olarak daha once hayatimda hic kedi bakmamistim. bu yaz toplamda 1,5 ay iki farkli zamanda biri bebek biri yetiskin iki farkli kedi baktim. ıkisi de ayni arkadasimin kedisiydi. arkadasim gitmeden evde kaybolabileceklerini soylememisti, belki bir yerlere girerler falan dedi. buyukle sorun yasamadim ama kucuk gercek bir sayko cikti. zaten el kadar evin icinde bakmadigim yer kalmadi hic bir yerde yok. hala nereye saklandigini da kesfedebilmis degilim, zira her yere bakmistim. ınsan bir noktadan sonra korkuyor. benim gibi deneyimsizlerin daha dikkatli olmasi gerek.
ıste o en tatlı sayko ;*
[<a href="http://hizliresim.com/0l8lm9">
unutulmayan kezban sözleri
-
- paylaştığım video'yu beğenirmisin?
off tüylerim diken diken oldu yine bak.
born to run
-
patron'un yeni bitirmiş olduğum muazzam otobiyografisi. kendisinden iyi bir şey geleceğini biliyordum ama böylesini de tahmin etmemiştim. koyu bir springsteen severiyim ("hayran" kelimesi garip geliyor), bu nedenle objektif olamam ancak otobiyografi ve biyografilerin zaten hali hazırda o kişinin sevenleri tarafından okunmak üzere üretilmesi, bu zorunluluğu ortadan kaldırıyor bence.
kitapta, neredeyse her otobiyografide bulabileceğimiz "yıldızın arkasındaki sıradan insanı görünür kılma" becerisinin yanında 20. yüzyılın ikinci yarısına dair derin gözlemleri, müzik endüstrisinin değişimini, orta sınıfa mensup birinin dünyaya incelikli bakışını, sadece bir yıldızın değil, beatles, elvis ve bob dylan hayranı küçük bir çocuğun hayallerini gerçekleştirmesi ve kendi rengini, kendi çizgisini bulmasını da bruce'un samimi ve ilham verici perspektifinden görebiliyoruz. kendisinin her seviyedeki dinleyicisine verebileceği yeni ve düşündürücü şeyler var albümleri ve onların motivasyonları hakkında. ve tüm bunların başarıyla bir araya getirilmesi, bir otobiyografinin amaçladığı gibi, o portrenin tamamına dair bütünlüklü bir görüş edinmenizi, varolan görüşünüzü de güncellemenizi sağlıyor. bruce sadece hayatını daktile etmemiş, kendi hayatını profesyonel bir yazarın gözüyle yorumlamayı da başarmış çünkü (aslında "başarmış" demek saçma olabilir, zaten usta bir şarkı yazarı, dolayısıyla başarmaktan çok, bu yeteneğini bir kez daha "göstermiş" diyelim). ve tüm bu metin; bruce'un albümleri, konserleri ve müziğiyle ortaya koyduğu diğer şeylerle o kadar paralel gidiyor ki, "springsteen opus magnumu"na da çok güçlü bir halka ekliyor, onu tamamlıyor. açıkçası ben okurken kafamda genel olarak darkness on the edge of town albümü çaldı, metnin tonunu ona benzetmek de mümkün. her sayfasında bir hayatı gözlemlemenin yanında, ona dair edebi bir lezzet bulunuyor.
ve tabii ki bir "sever" olarak bilmediğiniz, belki de tam olarak kestiremediğiniz pek çok müzikal ayrıntıyı da öğrenmiş oluyorsunuz: bruce'un ilk gitarını nasıl annesine aldırdığı, vietnam savaşı süreci, grupla arasına çektiği "patronluk" mesafesi, born to run'ın ardından mike appel ile yaşadığı sözleşme krizi, steve van zandt'ın gruptan ayrılması, e street band'in geçici olarak dağılması, jake clemons'ın e street band'e katılımı ve bunun gibi daha pek çok şey... kendi imajı ve zaman zaman yaklaştığı pop sound'una dair komik eleştirileri eklemeyi de ihmal etmemiş.
eleştirilebilecek yanı, sanırım yine her otobiyografinin doğal yumuşak karnı; mahremiyet ve korumadan gelen mesafeler. ama bunlara da değinerek o duvarı eritiyor.
springsteen, dediğim gibi sadece hayatını anlatmıyor, tekrar tekrar okunabilecek ilham verici bir amerikan postmodern anlatısı ortaya koyuyor. en iyi becerilerinden biri olan "yoldaşlığı", bir de edebi bir metin olarak sunuyor. bundan sonra albümlerini dinlerken, arkalarındaki hikayeyi bilmenin verdiği güç de büyük ihtimalle yanımda olacak ve hissettiğim duyguya güzel bir katkı yapacaktır.
edit: imla
babanın başka insanlara karşı iyi olması
-
"babanın dışarıya karşı iyi olması" da denebilecek, insanı "lan benimle neden böyle konuşmuyor acaba?:/" demeye iten, can sıkan ve üzen bir durum.
28 yıllık hayatımda tek kelam etmedik kendisiyle, yok yani adam konuşmuyor arkadaş, şimdi dönüyorum bakıyorum geriye, bana öğrettiği bir şey yok, ne öğrendiysem kendim öğrenmişim, tek kelime etmemişiz, ne güncel olaylardan ne benim yapmak istediklerim ve yapamadıklarımdan konuşmuşuz, yemin ediyorum başkalarının babasına imrenmekle geçti ömrüm.
evde annenize hayatı zehir eden bir insan düşünün, ben ayrı yemek yiyordum mesela zamanında, en son ne zaman yemek yedik birlikte hatırlamıyorum bile, ama gel gör ki bazen onunla karşılaşıyordum arkadaşlarımlayken, adam gelip "n'aber mustafa? nasıl gidiyor, hallettin mi okul işlerini? kariyer planın ne?" diyordu, adsljfaksjfka, tepkim bu oluyordu, şu ana dek bana "n'aber" bile dememiş bir insan arkadaşımın hayat hikayesini sordu 2 dakikada.
cidden çok üzücü bir durum, adam evde fırtına estiriyor, dışarıda melek, "sevilen, cana yakın" insan imajıyla tanınıyor, lan dışarı çıktığım zaman "bu benim babam mı lan acaba, ne kaçtı bu adamın içine?" dediğim zamanları hatırlıyorum, evde yüzü gülmeyen insanı "ooo bilmem ne abi hoş geldin, nerelerdeydin özlettin kendini" diye karşılıyorlardı, "vay babayın kemüğüne, bu ney lan:/" diye tepki verip susuyordum.
sendedir problem, baban iyi bir insan, güzel konuşur diye aldığım tepkiler buradan cape town'a yol olur, he ya biz kötüyüz, hayırsız evlat:/
#evrimgerçekdeğildir
-
twitter'da denk geldiğim popüler heşteg.
on dakika inceledim ve anladım ki bizdeki okulların tamamı işlevsiz.
ben şu gün temel bilimlerden birinin öğretmeni olsaydım kahrımdan oturur ağlardım. bir halkı hiç eğitmesen bile insanlar bu kadar cahil kalmazlar.
demek ki sadece eğitim vermiyor değiliz
aynı zamanda yanlış yönde de dolduruyoruz insanları.
bakın evrim yoktur diyene sussun konuşmasın falan demiyorum. deme hakkını gasp etmiyorum.
dünya düzdür diyen adama da hak gördüğüm fikir ifade etme özgürlüğüne sonuna kadar destek oluyorum. rahatsızlığımın kaynağı, itiraz ettiği olgu hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı halde inatla bilimsel yayınlara kafa tutan inanılmaz bir kitleyle nasıl yaşayacağımı bilmediğim için duyduğum huzursuzluktur.
ben dayanamıyorum birader.
olmuyor.
başımı çevirip bu kitleyi yok sayıp hayatıma devam edemiyorum.
mesele evrim teorisi falan da değil.
bu insanlar diplomasi kurulabilecek uzlaşılabilecek bilgi paylaşılabilecek bir platform bırakmıyorlar. beni onaylasınlar istemiyorum ama oturup konuşalım, saygın bir dialog kapısından iletişim kuralım istiyorum.
bilgiye saygı duyulmuyor, bilgiyi üretene saygı duyulmuyor, idealist öğretmenler giderek ay sonunu bekleyen memurlara dönüştürülüyor.
kalıp bozulmuş bu memlekette ürün çıkmıyor.
biri beni bir şeyle oyalasın yoksa sabaha kadar insanlara laf anlatmaya çalışacağım.
(bkz: evrim yoktur deme hakkı/@limon kimyon zorro)
(bkz: evrim teorisi/@limon kimyon zorro)
(bkz: evrimcilerin cevaplayamadığı sorular/@limon kimyon zorro)
(bkz: evrim gerçekse neden laboratuvarda deneyemiyoruz/@limon kimyon zorro)
(bkz: marmara üniversitesi evrim karşıtı sempozyumu/@limon kimyon zorro)
(bkz: paris'te büyük evrim-yaratılış tartışması/@limon kimyon zorro)
(bkz: onur yıldız/@limon kimyon zorro)
kullanmak için can atılan replikler
-
bir taksiye aceleyle atlayıp "öndeki arabayı takip et" demek.
edit piaf: ohoo herkesin uktesiymiş bu içinde. herkesi sırayla taksi tutup birbirimizi takip etmeye davet ediyorum.
hoşlanılan kızın bir sıcak bir soğuk davranması
-
sizi pastorize etmeye cali$tigini gosterir.