hesabın var mı? giriş yap

  • bir ürün düşünün ki, üretildiği ülkede reklamı yapılamayıp başka bir ülkede reklamı yapılmaktadır.

    ne tuhaf değil mi? vay rakıcı almanlar vay..!

    önemli not: türkiye'de ilk rakı fabrikası, 1901 yılında 2. abdülhamit zamanında kurulup faaliyete geçmiştir. "deniz kızı rakısı" ve "üzüm kızı rakısı" olarak iki ayrı marka ile.

  • sıralama yapmak istiyorum
    -arkadaş sayında azalma oluyor. eliyorsun sıkıntılı bencil tipleri hayatından ayıklıyorsun
    -aşka olan inancın azalıyor. mantık arıyorsun da demiyorum. aramıyorsun hiçbir şey yalnız başına mutlu olmayı seviyorsun.
    -tahammülün azalıyor olanlara o yüzden açıklamak yerine onaylayıp konuyu kapatıyorsun
    -çatı arası inziva arama durumun artıyor
    benim sayacaklarım bunlar

  • mustafa kemal atatürk'ün en net fotoğraflarından birisi.

    netleştirilen fotoğrafta atatürk'ün trablusgarp derne'deki italyanlara karşı savaşırken, savaş uçaklarının bombalamasıyla fırlayan bir kireç taşının yaraladığı gözünün durumu ise ilk kez bu kadar yakından görülmüş oldu.

    gözü nasıl bu hale geldi?

    atatürk'ün akrabası ve yakın arkadaşı, o sırada derne şark kolu komutanı olan fuat bulca, o anları, anadolu ajansı'nda 1924-1928 yılları arasında muhabirlik, hâkimiyet-i milliye'de istihbarat şefliği ve fıkra yazarlığı yapan tarihçi ve yazar cemal kutay'a şöyle anlatmıştı:

    "işte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. iki italyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. mustafa kemal'in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. yaralandığını zannettim. hayır, yaralı değildi. fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.

    ocak 1912'deki baskından sonra mustafa kemal, derne'de hastaneye yatırılır. gözü kanlıdır. ateşi vardır. ilk müdahalenin ardından selanik'e dönmesi tavsiyesi edilir ama dinlemez. bir ay kadar hastanede yatar.

    derne komutanlığı'na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katılır. ancak hastalığı nükseder ve 15 gün yataktan kalkamaz. gözlerini açamayacak haldedir. zarar gören gözü görmüyordur.

    'zamanla açılır' diyen doktorlara inanmaz. 24 ekim 1912 günü derne'den ayrılır. mısır ve romanya üzerinden istanbul'a döner. kasım da viyana'ya gidip, tanınmış bir göz hekimine muayene olur.”

    atatürk burada tedavisine devam etse de gözündeki şehla hal onu ölümüne kadar bırakmaz.

    görsel

  • sanat güneşimiz uğur ışılak'ın kalitesini ve müzikle olan alakasını anlamak için yeterli saçmalık. 2-3 ay kadar önce rastlamıştım bu talihsiz beyana ama her seçim zamanı hortlayan uğur ışılak yine gündem olunca aklıma geldi.

    http://www.youtube.com/watch?v=uitumxxbmpg

    uğur efendi, burayı okuyorsan sana tek bir şey söyleyeceğim; sen kimsin ya? sen bilir kişi misin, sen eksper misin, sen kimsin arkadaş? kim ünlü yaptı seni?

    bir yol sonra gelen edit: (bkz: #49488994)

  • yüzümü yıkarken banyoda elektirikler kesildi. elim ve yüzüm köpükler içinde gözümü açamıyorum el yordamıyla kapıyı bulmaya çalışırken sırtıma bir şey üç kez ard arda vurdu, arkamı dönüp bakmamı isteyen bana söyleyecekleri olan bi elin anlatmak istediği tonda.. banyodan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. olayı hiç bi şeklide kendime izah edemiyordum. saatler sonra banyoya girdiğimde uzun saplı banyoda suyu almak için kullanılan viledamsı şeye bastığımı onun sapının da rtimik bi şeklide sırtıma vurduğunu anladım. doğaüstü sayarsınız de mi, tek anım bu, hadi hadi 4.5 tan doğaüstü..

  • bisiklete binmeyen birisi olarak hiç görmediğim elitistlik. olm siz ne yiyip içiyorsunuz ya nereden kaynaklanıyor bu kadar eziklik? yeminle merakımdan soruyorum laf sokmak için değil.

    adam bisiklete biniyor amk. bi sik let. hatta mal sürücüler yüzünden ölüm tehlikesi falan da atlatıyor. adam gelmiş elitistlik diyor ya.

  • adam.

    bu adam emekli imam. bu adam mahalli tarih araştırmacısı. bu adam cumhuriyet tarihçilerinin yapamadığını yapmış, atatürk'ün osmanlı belgelerine göre soy kütüğünü çıkarmıştır.

    2001-2014 yılları arası sultanbeyli'den sabah namazından sonra çıkar ve sultan ahmet'e devlet arşivlerine araştırmaya gidermiş. bu adama türk tarih kurumu tarafından ödül verilmeli. onlar yatmış bu abi çalışmış.

    adına üstad deyip bu temiz insan ve soyuna çamur atmaya çalışanlardan dolayı bu kitabı yazmış... üstad'lara diyor ki "bütün arşivler istanbul'da gidin araştırın".

    bu adam sivas'lıdır.

  • ilgili videoda görüldüğü gibi ellerini havaya kaldırmış halde dağılan vatandaşlara copla vuran polis. unutulmasın, kayda geçsin.

    not: hedef gösteriyormuşuz. lan oğlum olsa olsa içişleri bakanlığı'na hedef gösteriyoruz, açığa alsın diye. adamın sicil numarası belli, başka bir şeyi değil. evet, hakikaten savcılar göreve!

  • 1939'da himeji'de doğdu. ailesi onun uluslararası ilişkiler tahsil etmesini istemişti ama gönlü başka yerdeydi. o yıllarda kapılarını henüz erkek öğrencilere açan tokyo'daki bunka moda okuluna yazıldı. ödüller aldı, mağazalara koleksiyon çizmetye başladı. ne var ki 60'lı yıllarda henüz dünya çapında tanınan bir japon modacı yoktu, daha doğrusu "japon" ve "moda" kelimeleri bir arada düşünülmüyordu bile. o dünyanın kalbi o dönem hala paris'te atıyordu ve bizim muhteremin de idolü gene paris'te tezgah açmış olan yves saint laurent'di.

    tokyo'da oturduğu daire 1964 yaz olimpiyatları için istimlak edilince, moda okulundaki hocası chie koike'nin tavsiyesiyle aldığı istimlak parasını bilete yatırdı ve bir gemiye atlayıp önce marsilya’ya, oradan da trenle paris’e geçti. gare de lyon'da trenden indiğinde yıl 1965'ti.

    paris pahalıydı, onu da kimse tanımıyordu. haliyle başlarda çok zorlandı. giysi tasarımlarının çizimlerini 25 frank gibi düşük paralara satarak karnını doyurmaya çalıştı.

    1970 yılında bit pazarında ürünlerini satarken rastladığı bir hanımefendiden kiraladığı ve galerie vivienne içinde yer alan dükkanda, daha sonra bir parfümüne de ismini vereceği “jungle” adlı ilk butiğini açtı. butiğin ismi içerisinin duvarlarının orman motifleriyle bezenmesinden ilham alınarak verilmişti.

    sonrasında yavaş yavaş ünlendi, şık bir pasaj olan galerie vivienne içinde ilk defilesini yaptı. defile ama ne defile; parası olmadığından sivilcelerinden dolayı katalogdaki en düşük fiyatlı modeli seçti, bütün sivilcelerini yeşile boyayarak "konsept makyaj" havası verdi.

    tasarımları beğenildikçe bilinirliği de arttı, elle’e kapak oldu , allah ona "yürü ya kulum! ne duruyorsun olm, illa japonca mı söyleyelim?" dedi. markası şöhrete kavuşunca kaçınılmaz olarak o da her mpodacının yaptığını yaptı ve parfümlerde kullanılmak üzere isminin lisansı verdi. çok sevildi, çok sattı onun adını taşıyan parfümler. hatta çoğu kişi onu sadece parfümleriyle tanıyıp modacı olduğunu dahi bilmediler.

    en ünlü parfümü ise 2000 yılında çıkan ve alberto morillas tarafından tasarlanan flower by kenzo’ydu.

    neyse, daha uzatmayalım ve dün covid-19’dan vefat ettiğini öğrendiğimiz kenzo takada'yı aynı parfümün 2005’te satışa çıkan “l’elixir” versiyonunun reklâmını izleyerek uğurlayalım, merhuma "r.i.p." diyelim.

    not: bu reklamın müziğini tanıyanlarınız olacaktır ve hemen "deep purple'ın şarkısı ya bu, child ın time işte bildiğin" diyeceklerdir. hiçbir şeyden bu kadar emin olmayın arkadaşlar, belki gerçekler sizin bildiğinizi sandığınızdan farklıdır. bakın şurada bu parçanın olayı uzuun uzuun flood halinde anlatılmış. ilgilenenler, hele ki sabırları da varsa, okuyabilirler.

  • guzel gunlerdi. dolar henuz 2.35 olmamisti. turkiye biraz daha guzeldi.

    her gecen gun daha da dibe gidiyoruz cunku. dün bile daha guzeldi turkiye.