hesabın var mı? giriş yap

  • bu maçta barcelona kalecisi pinto; hayrettin demirbaş penaltısı yedi.

    bugün literatürde panenka penaltısı var, hayrettin demirbaş penaltısı yoksa bu bizim ayıbımızdır. nasıl panenka'nın kendine özgü bir penaltı atma stili varsa hayrettin'in de kendine özgü bir penaltı yeme şekli vardı.

    17 penaltı yediği 28 kasım 1996 gençlerbirliği galatasaray maçında zirve yapan hayrettin demirbaş penaltısının özelliği şuydu; hayrettin, penaltıcı topa vurmadan önce bir tarafa ayakları üstünde hareket eder sonra diğer tarafa uçardı. böylelikle iki köşe birden boş kalmış olurdu. bir miktar diğer tarafa hareket ederken diğer tarafa uçmaya hazırlandığı için hareketlendiği tarafa atılan penaltıyı kurtarma şansı yoktu. ortada durmayıp bir tarafa hareketlendiği için diğer tarafa uçsa dahi köşenin yakınlarına dahi yetişme şansı yoktu. kabaca; penaltı atılırken olduğu yere otursa, penaltıyı kurtarma şansı daha fazlaydı.

    pinto tam olarak hayrettin demirbaş penaltısı yemeyi başardı. bir tarafa gider gibi yapıp diğer tarafa atladı ve köşeye giden topa yetişemedi.

    hayrettin, bir kuşağa neler ettin gör işte... bir yanda el clasico oynanırken nerelere gidiyoruz...

  • --- spoiler ---

    10k yılında teknoloji niye primitif diyenler olmuş. kitapta bunların açıklaması var ama filmde açıklama zahmetinde bulunmamışlar maalesef. açıklayıcı olacağını düşündüğüm hususlar:

    - geçmişte makine ve yapay zekaya karşı verilip zafer alınmış büyük bir savaş var (matrix'in tersi gibi düşünün) bu zaferden sonra “düşünen makinalar yapmak” yasaklanıyor. yani bilgisayar falan yok.

    - bilgisayarların yaptığı hesaplama işlemlerini yapması için “mentat” denen mutant zihinli insanlar yetiştiriliyor, bir nevi yapay seleksiyon ile bu tarz insanlar evriliyor. gözü arkaya kayıp akını çıkaran vezir kılıklı adamlar bu mentatlar.

    - gezegenden gezegene atlamak için o dev boru tünelini kullanıyorlar. ama uzay zamanı büküp oraya portalı açmak için gereken hesabı yapan bilgisayar yine yok. bu yokluğu gideren ise filmde “uzay loncası” diye geçen organizasyonun elindeki “navigator/seyrüsefer” denen, evrilip insanlığından çıkmış mutant yaratıklar. bu psişik garabetler (filmde görmüyoruz) yolu açmak için “baharat” ile kafayı bulmak zorundalar. kendileri kafa çekip alemlere giderken insanları da alemden aleme taşıyorlar.

    - hal böyle olunca tüm evren tek bir kaynağa bağımlı kalıyor. kaynak tekliği siyasette çoğulculuğu bitirip mevcut bir kaynağı elde tutanın muktedir olduğu emperyal ve feodal düzene geri dönüyor. serbest ticaretle burjuvazi getiremezsin ticaret baharata bağlı. yeni teknoloji icat etme motivasyonu yok çünkü yassak. merhaba galaktik ortaçağ.

    - vaktinde kalkan teknolojisi icat edilmiş. bu kalkanlar hızlı cisimleri durduruyor ama yavaş cisimler içeri girebiliyor. bu nedenle ateşli silahlar artık savaşlarda kullanılmaz hale geliyor ve kılıç hançer yeniden cephanelere geri dönüyor, yakın dövüş teknikleri savaşları domine ediyor.

    - lazer silahları kalkanlarla temas edince nükleer patlama gerçekleştiği için lazer silahları da rafa kalkıyor.

    işbu sebeplerden ötürü uzayda game of thrones izliyoruz.

    --- spoiler ---

  • uçağa, kalkışa yarım saat kala binmek ve hemen uykuya dalmak. on beş dakika sonra uyanıp, uçağın indiğini sanmak ve el bagajını alıp uçağı terk etmek.

  • bu reklam filmi için serenay sarıkaya’ya yedi milyon türk lirası ödenmiş.
    peki bu bankanın çalışma sistemi veya sunduğu avantajlarla ilgili herhangi bir şey öğrenebiliyor muyuz reklamdan? hayır.
    bize bankamızı akbank’la değiştirme isteği uyandıracak herhangi bir done elde edebiliyor muyuz? hayır.
    bence akbank, beyaz bir arka fona siyah büyük harflerle “akbank, bu reklamda ünlü bir yüze sadece kulağı irrite etmeyen güzellikte bir şarkı söyletip yedi milyon tl ödemek yerine; yangın afetzedesi okul çağındaki kızlarımıza yedi milyonluk destek bursu sağladı dese, en azından benim akbank’a sempati duymak için bir sebebim olurdu.

  • okulun üçüncü katında bir sınıf camından diger sınıfa gecmeye calısan x, bahceden müdürün höykürmesini duyunca düşeyazmış ve panikle kendini içeri atmıştır.
    sınıftaki herkes sıralara oturup efendice birşeylerle uğraşıyor numarası çekmeye başlar.
    müdürün ayak sesleri yaklaşıır yaklaşıır...
    x ise hareketine kendisi de anlam veremediği için iyi bir savunma uyduramamıştır.
    müdür hışımla içeri girer ve der ki;
    lan x iti, ben sana bin kere bu okula çizgili gömlekle gelinmicek demedim mi? paralarım lan o gömleğini. yarın efendi gibi mavi gömlek çekip geleceksin, kontrol edicem hayvan!

    artık x için tanrı vardır, günah ve sevap vardır, ahiret ve ibadet vardır, rahman ve rahim olan vardır.
    derin bir oh ve salavat....

  • 30 yaş üstü abilerden genç erkeklere tavsiyeler ;

    sevgili genç arkadaşlar, insan iletişimi tek bir kalıba sığdırılamayacak kadar dinamikleri olan bir konu. yani yaşanan ya da yaşanmayan bir olayda "karşı taraf neden böyle davrandı?" sorusu sizi insan ilişkilerinde başarısız kılar.

    "peki ben şimdi ne yapmalıyım?" sorusuna gelince, içinizden ne geliyorsa onu yapacaksınız tabii ki. merak ettiyseniz karşı tarafa neden öyle davrandığını soracaksınız. üzüldüyseniz hissettireceksiniz, belirteceksiniz. strateji kaygısı gütmeyeceksiniz. saygı çerçevesinde, içinizden nasıl geliyorsa o şekilde davranacaksınız. sadece ikili ilişkiler açısından söylemiyorum bunları. siz hayata karşı net olacaksınız ki karşınıza size "layık" birisi çıksın.

    inanın bana, strateji kaygısı olmadan, kendi kendinize de zevk alabildiğiniz bir hayatta yalnız kalma olasılığınız yok. sevgiliniz olmayabilir ama dostlarınız olur. paranız olmayabilir ama huzurunuz olur. yalnızlığı kutsallaştırmadan sadece "kendi" hayatınızı yaşamaya çalışırsanız, hayata karşı net olursanız, ne istediğinizi ve istemediğinizi bilirseniz sizi sağlık dışında üzecek bir konu olmaz. sağlık olsun, gerisi bir şekilde halledilir.

    debe eklemesi: g.

  • gece 2 suları...

    ben: öğğğğürrrehhh öğğğürrrehhhh... anniii... annieee

    annem: aman oğlum n'oldu?

    ben: ehhhhöğğğ...

    annem: kuzum n'oldu? hamdi uyan... çocuk çok fena

    baba: ....

    annem: uyan çocuk istifra ediyor...

    baba: haynn... istifra mı ediyor? eder tabi... it duruyor bunlar durmuyor. güneşte gez, top oyna terle, kola cips, cips kola, kola cips... celibon... terli terli... güneşin altında... kola cips, cips kola ....

    ben: öğğğğğüüüreeeehheeyyy.....

    annem: yavrum gel banyoya...

    baba: bi' daha kola içmeyeceksin lan... kola cips, kola cips, kola cips... ne lan bu????? yok artık kola mola....

    ben: öğğğğüüüüeerrriyyyyy... (içses: annemi daha çok seviyorum)