hesabın var mı? giriş yap

  • tanju çolak'ın ercan taner'e söylediği, sevenlerine ''evet futbol asla sadece futbol degildir'' dedirtmiş laftır.

    olay galatasaray paris saint germain macında hagi'nin skor 4-2 olduktan sonra fatih terim tarafından taraftarlarlara alkışlatılması için oyundan alınması sırasında cereyan etmişti.

    (bkz: 17 ekim 1996 galatasaray psg maci)

    sevgili tanju ağabeyin bu maçta collina'yı ilk gördügü anda tepkisi de takdir edilesidir.

    -bu hakem senelerdir saçlarını böyle kestirir..

  • istikrarlı topçu. trabzonspor'da da kadro dışı bırakılarak formundan hiç bir şey kaybetmediğini bir kez daha gösterdi.

  • ulan fenerlilerle beşiktaşlılar bile bizi destekliyor. adam gelmiş bu gol fb'lilere, bjk'lilere girsin diyor. renktaş da olsak salak adam hiç çekilmiyor amk.

  • şu videoyu kaç kez izledim bilmiyorum, yüzümde tebessüm oluştu istemsizce. böyle old laik day videolarında kilitlenip kalıyorum tuhaf bir şekilde.

    evet o zaman da insanlar yoksulluk yaşıyordu, o zaman da saçma sapan siyasetler dönüyordu ülkede; ama gençliğin umudu vardı.

    instagram yorumlarında yazmış bir genç kadın : bu ülkenin bana bir gençlik borcu var, diye. çok üzüldüm lan, öyle böyle değil. ben 34 yaşındayım ve ucundan kıyısından güzel günler yaşadım akp daha kendini çok hissetirmeden; ama 25 yaşında bir kardeşim var, akp döneminde geçti bütün eğitim öğretim hayatı,. ne büyük keder. en çok ona ve onun gibilere üzülüyorum. ona da onun gibilere de hatta bize de bir gençlik borcu var bu ülkenin.

  • sen destek verirsin, seni alır polis, onlara masum yerel halk der.

    özlü bir anne sözünün dediği gibi: "yavrıım, dövüşsünler, sen karışma. onlar barışır sen kötü olursun".

  • bu psikolojik meseleler konusunda en etkileyici isim olan freud şöyle söylüyordu: para bir çocukluk arzusu değildir ve bu yüzdendir ki para mutluluk getirmez. aşağı yukarı böyle bir cümle kurmuştu. freud'u takip eden çağdaş isimlerden birisi olan adam phillips şunu söylüyordu: psikanalitik bir seansın iki temel kuralı vardır: aklına geleni söyle ve çıkarken parayı ver. para ve psikanaliz arasındaki ilişkiler o denli yoğundur ki mesela, john forrester adında bir tarihçi "hakikat oyun ları" başlıklı kitabının altbaşlığı olarak "yalanlar, para ve psikanaliz" üçlüsünü seçmiştir. para ve psikanaliz ayrılmaz birşeydir ve bunu psikoloji düzeyinde de genelleyebiliriz. tarzını hayranlık uyandırıcı bulduğum bir başka psikanalist olan jacques lacan, bir sürü sıradışılığının yanında servetiyle de meşhurdur. psikanalizin kendisine kazandırdığı serveti açıkça ifade etmiştir.

    para vermezseniz seans olmaz. para verirseniz iyileşeceğinizi garanti etmez kimse ama psikoloji temelli bir seansın, bir iyileşme talebi olan terapi sözcüğünün içinde barınan kural budur: dertlerinin karşılığında para vereceksin. genelde parayı daha mutlu olmak için harcarız, dertlerimizi bir anlığına unutabilmek, mutlu görünmek için falan filan..para karşılığında bir parça mutluluk satın almaya çalışırız ancak para bir çocukluk arzusu olmadığı için hüsrana uğrarız. oysa terapiye dayalı bir seansta hem para verirsiniz hem de kendiniz için can sıkıcı olan, mahrem olan, sizi boğan, yaşamınızı daraltan, hayatınızı zindana çeviren sıkıntılardan bahsedersiniz. burada söz konusu olan paranın ve mutsuzluğun değiş tokuşudur, mutlu olmak değil, daha az mutsuz olmaktır amaç. adam phillips'in dediği gibi, anlatırsınız ve bunun karşılığında para ödersiniz. anlatabileceğiniz yakınlarınız olduğunda bu denli çetrefilliğe gerek kalmadan kendi kendinize sorunlarınızla başedebilirsiniz belki ama, yalnız hisseden, hayalkırıklığına fazlaca uğramış diğerleri için terapi bir iyileşme vaadidir.

    psikoloğa verilen para nereye gider? görünürde sadece oturur ya da uzanır ve konuşursunuz, içinizdeki sıkıntıyı anlatırsınız. seansın çıkışında maddi bir şey elde edemezsiniz tabi ki, ceketinizi alır ve çıkarsınız. bu anlamda çoğumuz için boşa verilen paradır bu. oysa işleyen bir terapide seansın girişi ve çıkışı arasında birşey olur: paranız azaldığı gibi sizi boğan, sıkıştıran dertleriniz de bir miktar azalır. dediğim gibi, işleyen bir süreç olursa mümkündür bu. yani nefes almaya başlarsınız, aslında yaşamlarımızı sürdürmek için en gerekli şeylerden birini, ruhsal bir rahatlama halini satın almışsınız demektir. para karşılığında nefes almak.. fena bir sözleşme değil bu bence.

    paranın şöyle de bir niteliği vardır ki, paradan konuştuğumuzda aslında hep başka şeylerden konuşuruz. psikologa verilen ücretten bahsettiğimizde, bir kişinin kazandığı parayı hesaplamaya başladığımızda, böyle bir süreçte cebimizdeki para eksilmeden bir kazanç elde etmeyi umduğumuzda, boşa verilen para gibi nitelediğimizde.. hep başka şeylerden konuşuruz. bir psikologun ücretini dillendirip durmak terapiye karşı gösterilen bir dirençtir. şunu söyler gibiyizdir psikolog ücretlerinin fahişliğinden bahsettiğimizde: yaşamımda sorunlar var ama bunları sadece ben biliyorum, içimde tutabilirim ve böylece param da cebimde kalır. sorunlarla yaşayıp gitmekten tutun da kendi kendine iyileşmeyi denemeye varana kadar pek çok bencillik vardır burada. belki de kendi kendimize bir yolunu bulmayı denediğimiz için bile hastalanmış olabilir ruhumuz ve şimdi bu sorunu da kendi kendimize çözmeyi denemek tam bir kısırdöngü gibi geliyor bana.

    şu ana kadar ödenen paranın miktarından hiç bahsetmedim. çünkü terapilerde elbette minimum bir ücret vardır ve bu ücret terapistin kendine göre belirlediği bir miktardır. fakat ne kadar para ödeyebileceğiniz de son derece konuşulabilir bir şeydir terapilerde. dışarıdan bakıp da bir psikologun 300 ,400,500 liralar almasına kafa yormak ve baştan vazgeçmek yerine bir konuşmak, durumu değerlendirmek daha sağlıklı olabilir. hiç para vermemek gibi birşey sözkonusu değildir çünkü öyle olsaydı terapi olmazdı ismi.

    son olarak şunu söyleyeceğim: bir psikoloğun seans ücreti kendi iç hesaplaşmanızın da yansımalarından biridir. buna değer mi diye sorup duruyoruzdur ücreti sorguladığımızda. o kadar para vereceğim ama elime ne geçecek diye düşünüyor gibiyizdir, bunun şüphesi vardır. oysa tüm bu hallerimizde söz konusu olan ruhumuzdan birşeylerin çıkıp gitmesinden, dile dökülmesinden, hiç tanımadığımız yönlerimizi keşfetmekten duyduğumuz korkudur. kendimize takıntılı derecede bağlıyızdır ve kendi kendimize çözebileceğimize inanmışızdır. oysa kendi kendine çözme halleri genelde yalnız kalmış olmanın yansımalarıdır. ve hissettiğimiz pek çok sıkıntının kaynağında da yalnız kalmış olmanın dehşeti ve sonrasında bir çözüm olarak kendi kendimize geliştirdiğimiz takıntılı savunmalar vardır.

  • bedirhan bey merhabalar,

    ben yaptığınız deneyi izledim ve size bu satırları yazma gereği duydum. öncelikle bilime duyduğunuz ilgi için sizi tebrik ediyorum. bilmek sizin de farkında olduğunuz üzere çok heyecan verici bir macera. bu yolculuğunuzda sonsuz başarılar diliyorum.

    eğer kabul ederseniz tecrübeli bir deney avcısı olarak size ufak önerilerde bulunmak isterim. birincisi deneylerin bize ne anlattığını da öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak. mesela sizin yaptığınız balon ve su deneyinde balon neden patlamıyor bunu da izleyenlerle paylaşsanız daha iyi olmaz mı. siz eminim bunu biliyorsunuzdur ancak ben bilmeyenle için paylaşmak istiyorum.

    su ısı kapasitesi yüksek sevimli bir moleküldür. normal şartlarda balonu patlatacak olan ısı balonun içindeki suyun ısıyı hapsedip buharlaşmak için kullanması nedeniyle balonun yapısına zarar vermez. biraz daha detay vermek gerekirse şunları da ekleyebiliriz;

    suyun önemli özelliklerinden biri ısının su üzerine olan etkisi ile ilgilidir. örneğin su, doğal maddeler arasında en yüksek ısı kapasitesine sahip moleküllerden biridir. ısı kapasitesi, herhangi bir cismi soğutmak için çıkartılacak ısının miktarının ölçümüdür. suya uygulanan ısı, su moleküllerinin kinetik enerjisini (hareketini) arttırmadan önce ısının önemli bir miktarı ilk önce su molekülleri arasındaki zayıf hidrojen bağlarını kırmak için kullanılır. bu yüksek ısı kapasitesinden dolayı su iklim koşullarının dengelenmesinde de en önemli unsurdur.

    diğer sıvılarla karşılaştırıldığında su ısıtıldığı zaman daha yavaş buharlaşma eğilimi gösterir. bu, yüksek buharlaşma ısısı olarak bilinir. bunun nedeni suyun kaynamadan önce ısının önemli bir kısmını moleküller arasındaki hidrojen bağlarının koparılmasında kullanılmasındandır. benzer olarak donması için geçmesi gereken süre de uzundur. bunun anlamı suyun buz haline dönüşmesi için büyük miktarda ısı salması gerektiğidir.

    sizin deneyinizde mumun ısısı balona zarar vermeden önce su tarafından emilerek kullanıldığından balon patlamadan kalabilmektedir. su doğada bulunan sıvılar arasında ısı tutma kapasitesi en yüksek maddedir. ısı iletim kapasitesi ise cıvadan sonra ikinci sıradadır. (bildiğiniz gibi çok zehirli olduğu için cıva ile deney yapmamalıyız bedirhan bey.)

    öte yandan su ve ısı konusu konuşulurken değinmeden geçemeyeceğimiz bir diğer konu da yoğunluk konusudur. dünyamızda bilinen diğer tüm maddelerin aksine suyun yoğunluğunun en yüksek olduğu derece +4 santigrat derecedir. bu da buzun suyun üzerinde yüzmesine ve su canlılarının kışın dondurucu soğuklarda bile hayatta kalabilmesine olanak sağlamaktadır. daha basitçe söylemek gerekirse buz, sıvı sudan hafiftir.

    suyun sahip olduğu diğer heyecan verici özellikleri de merak ederseniz sizinle paylaşmak isterim. çünkü aralarından bazıları gerçekten tam deney yapmalık. mesela yüzey gerilimi. bunu sonra konuşalım.

    size önermek istediğim bir diğer konu da deneyleri yaparken mutlaka koruyucu gözlük ve eldiven kullanmanız bedirhan beyciğim. biliyorum bunları takmak sıkıcı ama bilmelisiniz ki sizin gibi bilim insanları laboratuvarlarda hep bu şekilde çalışıyorlar. bu hem koruyucu, hem de çok karizmatik. bu tarz koruyucu ekipmanları kolaylıkla internetten edinebilirsiniz. bir site de önereyim göreceksiniz ki çok güzeller. eğer bana ulaşırsanız size seçtiğiniz bir tanesini hediye etmekten onur duyarım. mail adresim limonkimyonzorro@gmail.com (bir de deneyimizde ateş varsa o aşamayı kesinlikle bir yetişkin gözetiminde yapmalıyız. elimizi yahut evimizi yakmak istemeyiz.)

    son olarak yaptığınız deneyleri nasıl seçtiğinizi ve hangi bilimsel siteleri takip ettiğinizi merak ediyorum açıkçası. ben de bir sürü site takip ediyorum ve eğer sizinkileri benimle paylaşırsanız çok sevineceğim.

    benim takip ettiğim siteler şunlar;

    www.evrimagaci.org
    www.yalansavar.org
    www.kozmikanafor.com

    daha önce denk gelmediyseniz sizin de buraları okuyup yeni deney konuları bulacağınıza eminim.

    yaptığınız deney için tekrar tebrik ediyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum. görüşmek üzere.

    edit:
    su hakkında daha detaylı bilgi için;
    (bkz: kar tanesi/@limon kimyon zorro)

  • sokaktan sahiplenin. eğer gerçek bir kedi ile tanışmak istiyorsanız tekir kedi sahiplenin. tekir candır. bu arada tekir bir kedi cinsi değildir, tüy desenine verilen isimdir. kahverengi, gri veya sarman olabilirler, beyazları da olabilir. "challenge istiyorum, getirin lan en manyağını" diyorsanız şayet, kızıl tekir deneyin.

    tekir candır, kedi olduğunu hissettirir bir kere. asla biblo değildir, evin düzenini skip atar, koltuk perde bırakmaz. süt liman bir ortamda bile çotannk diye bir yerlerden havaya zıplar, evde haşerenin yaşama ihtimali teorik olarak sıfırdır. camlarınızda mutlaka sinekliğiniz olsun, ama oldu ya eve bir sinek girerse o sinek eninde sonunda kedinizin patisi altında can verecektir. sineğin yüksekte uçması tavana konması asla bir kurtuluş degildir. tekirinizin aklındadır o, arada bir volta atar ama gözü hep oradadır. eninde sonunda indirecektir.

    bir tekir sahiplendiğinizde mobilyalarınızın ömrünün maksimum 2 yıl sürebileceğini bilin, o yüzden ucuz mobilyaya yönelin.

    bu derece hareketli ve sinir bozucu olmasına rağmen yorulup uykusu geldiğinde içini çeker, dibinizde kıvrılır ve dünyanın en masum canlısı olur çıkar. işte tam bu duruma tanıklık ettiğiniz ilk an, ona aşık olursunuz. o andan itibaren (allah gecinden versin) anca ölüm sizi ayıracaktır, buna emin olabilirsiniz.