hesabın var mı? giriş yap

  • abd'de 11 bin bina yıkılsa ilk önce sorumluları kazığa oturtup göndere çekerler, milli yas ilan edip yarıya indirip arama kurtarmaya öyle devam ederler.

    o yüzden boş bir soru.

  • insanı ezik hissetiren şey. yani tamam bolca okuyorum ediyorum ama bunların arasına kendi orijinal fikrimi koyamıyorum, varsa yoksa sağda solda beğendiğim insanların fikirlerini paraphrase etmeç. inanır mısınız benim bu şikayetim bile orijinal değil, reddit'te gezerken gördüm "harbi lan ben de böyleyim" dedim o yüzden açtım bu başlığı. ya...

  • uzun yıllar sektörde uyduruk komedilere espri yazan biri olarak ciddiye alınmayan malcolm, hayatının işini yapmış, eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan, kişisel yönü ağır basan bir film yönetmiştir. her şeyin yolunda gittiği gala gecesi sonrası sevgilisi marie ile, yapım şirketinin tahsis ettiği görkemli eve gelmişlerdir. izleyicilerin harika tepkileri ve aldığı övgü dolu sözler nedeniyle sarhoş olan malcolm oturamayacak kadar coşkuludur. yerinde duramamakta, dans etmekte, alt ettiğini düşündüğü "beyaz" eleştirmenleri eleştirmekte, kendisinin sadece siyahi yönetmenlerin varisi olarak göstermelerine kızmaktadır. fakat ortamda bir tuhaflık vardır, venüs heykeli gibi dikilerek sigara içen sevgilisi marie, malcolm'ün coşkusuna ortak olmadığı gibi bir sorun olduğunu hissettirecek tavırlar içindedir...

    iki kişilik, siyah beyaz, tek mekanlı film tasvir ettiğim atmosferde açılır ve bir müddet sonra marie'nin, malcolm'ün yaptığı konuşmada kendisine teşekkür etmemesini gündem ederek eteğindeki taşları dökmeye başlaması, egosu zirvede olan malcolm'ün buna karşılık tüm geçmişi masaya yatırarak marie'nin canını acıtan argümanlar üretmesi ve dolayısıyla birikmiş tüm sorunların ortama boca edilmesiyle mutlu başlayan gece her ikisi için de zehir olacak ve ilişki tüm boyutlarıyla masaya yatırılacaktır.

    film tamamen iki kişinin tartışması üzerine kurulu olmasına rağmen hiç sıkmadan izletmeyi başarıyor. john david washington ve zendaya'nın etkili oyunculuklarının ve aralarındaki etkileşimin güçlü olmasının yanı sıra, bıçak gibi keskin ve acıtıcı cümlelerle dolu uzun monologlar ve kendinden geçercesine yapılan her monolog sonrası diğerinin patlaması ilgiyle izlemeyi mümkün kılıyor.
    öfkenin, hayal kırıklığının, aşağılamanın, kırgınlığın sürekli yer değiştirdiği, her konuşana hak verdiğimiz, karşıdakinin savunmasında gedik açabilecek tüm etkili silahların kullanıldığı müthiş bir söz düellosuna şahit oluyoruz.

    **spoiler**
    ikili arasındaki ilişki moda tabirle toksik bir ilişki olmadığı gibi yaptıkları tartışma da ilişkiyi bitirme amaçlı bir kavga değil. toksik değil çünkü her ikisi için de iyi gelmiş bir ilişki söz konusu. kız malcolm saysesinde bağımlılıktan kurtulmuş ve çıldırının eşiğinden dönmüş, malcolm de marie'nin hayatından esinlenerek, onun büyük desteğini ve emeğini arkasına alarak hayatının filmini yapmış. dolayısıyla birbirini besleyen bir ilişki var ortamda ve yaptıkları hesaplaşma da, finalinde herkesin kendi yoluna gideceği bir iç dökme, tüm ifrazatı ortaya saçıp rahatlama amacı taşımıyor. aksine, birbirini daha iyi anlamaya yarayacak, devrilen çamların ve önemsiz sanılarak yapılan vahim hataların farkına varılmasını sağlayacak bir tartışma olduğu söylenebilir. zira birbirlerini gerçekten seven iki kişi hesaplaşıyor. hatalarını fark ettikçe veya beklemedikleri darbeler gelince samimi göz yaşları akıtıyor ikisi de. kaybetmenin eşiğine geldiklerini fark ettiklerinde sakinleşmeye, normalleşmeye çalışıp cilveleşmeye başlıyorlar, ardından bir vefasızlık veya ihmalkarlık hatırlanınca közleri tekrar harlanıyor.
    böylesi tartışmalar pozitif etki yaparak ilişkiyi güçlendiren bir misyon görebilir hatta her iki tarafı da besleyecek nitelikli bir ortaklığa dönüştürebilir. o yüzden yapılan yorumlardaki birbirini kemiren toksik ilişki tanımlamasına katılamayacağım.

    tartışmanın ana mihverini marie'nin söylediği şu cümlenin oluşturduğu söylenebilir:
    "bir insanın seni sevdiğini, hep yanında olduğunu anlayınca bir daha onu hiç düşünmüyorsun. ancak birini kaybetmek üzereysen ona dikkat ediyorsun."
    malcolm'ün galada yaptığı konuşmada setteki çaycıyı bile saydığı halde kendisine teşekkür etmemesini de, büyük oranda kendi hayatından esinlenen hikayeyi en iyi kendisinin oynayabileceğini göremeyerek rolü kendisine vermemesini de bu cümle üzerine inşa ediyor marie.
    finalde de zaten her ne kadar üste çıkmaya çabalasa da malcolm, suratına tutulan aynadaki bu görüntüsünü kabul ediyor ve son sahne malcolm'ün, çantadaki keklik olarak gördüğünü fark ettiği marie'nin kıymetini bilmeye yönelik kararlılığa kavuşmasıyla bağlanıyor.

  • mesleğim dolayısıyla kullanıcı ve satıcısıyla fazlaca muhattap oldum.
    genellikle kullanıcı ve küçük torbacı tabir edilebilecek kitle arasında belli belirsiz bir ayrım var. bunun sebebi bağımlılarının tüm hayatlarını madde kullanmak üzerine kurmuş olmaları.
    edindiğim bilgiler ise şöyle.
    ilk kullanışta ne olduğu tam olarak anlaşılamıyor, yüksek bir uykusuzluğa ve dinçlik hissine neden oluyor.
    kullanıcılar meyve suyuna karıştıranlar ve pipocular olarak ikiye ayrılıyor genellikle.
    meyve suyuna karıştıranlara "sosyete" deniyor. zira pipo kullanıcıları eriyen maddenin dumanını defalarca kez içine çekerken, "sosyete" ler aynı miktarı tek seferde kullanabiliyor.
    bağımlılık arttıkça takılınılan ortam tamamen kullanıcı ortamına dönüşüyor. tüm sosyal çevre bu konsept etrafında oluşmaya başlıyor. genel yaşam gece uyanık, gündüz uykulu olmaya dönüyor, işte bu noktada da kullanıcı ve satıcı arasındaki perde iyice inceliyor.
    büyük torbacı ve toptancıları genellikle maddeyi hiç bir şekilde kullanmıyor. kullanmama gerekçeleri ise ; "biz neler gördük, adam karısını, kız kardeşini , kız kendini, adam kendini satıyor bunu bulmak için, hayatta bulaşmam." ayarında.
    meth kullanıcısını anlamanın yolu ise yüzüne bakmaktan öte gözlerinin içine bakmak. genel bakışları tedirgin ama uyanık. kafayı taşçılar kadar kırmıyorlar ancak madde kullanmadıkları sırada en basit soru cevapta bile başarısızlar. diğer taraftan, yalan söyleme durumu inanılmaz bir artış gösteriyor. bilhassa madde etkisi altındayken.
    diğer taraftan 6 aylık bir kulanımdan sonra dişler erimeye başlıyor. evet, bildiğiniz eriyor. bilimsel sebebini bilmiyorum ancak eriyen dişleri gördüm.
    şu sıralar fazla popüler. bunun bir kaç sebebi var. birincisi, bonzaninin yerini meth aldı. ne olursa olsun bu illegal de olsa bir piyasa ve bonzai üreticileri talep azalınca meth yapmayı öğrendiler. işin komik yanı ise, iranlılar öğretti. piyasa meth sürüldü.
    diğer yandan karı yüksek, sürümü bol, masrafı az. kullanıcılar için ise kısmen ucuz ve bağımlılık devam ettirilebilir bir seviyede.
    ikincisi, türk ceza kanununun 188/3 maddesi kapsamında değerlendirilip 188/4-a kapsamında sayılmaması.
    bu şu demek, tck 188/4-a maddesine göre kokain,eroin,morfin ve sentetik uyusturucu(bonzai) satışı cezada arttırım sebebi. meth ise temel ceza olan tck 188/3 kapsamında değerlendiriliyor ve bu da bir tercih sebebi oluyor.
    istanbul tabii ki kullanımda başı çekiyor ancak en "hareketli" olan yer bursa.
    bunu bir çok farklı yerden duydum. bilhassa üniversite öğrencileri arasında yaygınlığı giderek artıyor. bunda maddenin kısmen ucuz olması ve öğrencilere arzuladıkları uykusuzluğu sunması büyük bir etken.
    diğer yandan, bağımlılık hususu çok ama çok hızlı gerçekleşiyor. tam bir "bir kereden bir şey olur" maddesi.
    kullanmayın. buna bulaşmayın.

  • yaşanmış türkiye versiyonunu anlatayım; bir avukat arkadaşımın aynen başından geçmiştir; tuvalete bile emniyet kemeri takmadan gitmeyen arkadaşıma, (2018 yıl sonu) emniyet kemeri takmamak dolayısıyla trafik cezası gelir, avukat arkadaş üşenmez, cezanın kesildiği yeri bulur, orada görev yapan polis memurunu bulur, durumu anlatır ve neden böyle yaptığını sorar, trafik polisi, kendisine, yukarıdan verilen ceza koçanını doldurması yönünde talimat verildiğini söyler ve kusura bakmayın der; bunun üzerine avukat arkadaşım, trafik cezasının iptali için dava açacağını, mahkemede cezanın hatalı olduğunu söyleyip söyleyemeyeceğini sorar; polis memuru da elbette der; avukat arkadaş sulh ceza mahkemesine itirazını yapar, mahkeme, usul olduğu üzere, cezayı kesen trafik memurunu tanık olarak çağırır, memur mahkemeye gelir ve avukat arkadaşın gerçekten de emniyet kemeri takmadığı için ceza yazdığını söyler; itiraz reddedilir.

    türkiye'de hak, hukuk, adalet diye bir şey yok arkadaşlar; çoktan öldü, unutun siz onu; onyedi yıldır serbest avukatlık yapan birisi olarak söylüyorum.

  • eduardo galeano'dan alıntıyla, bir epigrafla başlayalım:

    "büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar. bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler. şimdi biz onlar için çalışıyoruz. gıda miktarını artırsınlar diye icat ettiğimiz makineler açlığı çoğaltıyorlar. kendimizi savunmak için icat ettiğimiz makineler bizi öldürüyorlar. hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz hale getiriyorlar. buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyorlar. iletişim kurmak için icat ettiğimiz öncü büyük iletişim araçları, ne bizi dinliyorlar ne de bizi görüyorlar. biz makinelerimizin makineleriyiz. onlar masum olduklarını iddia ediyorlar. ve bunda haklılar."

    tüketim toplumu da bu yolla oluşturulmadı mı zaten?! bence tükettiğimiz şunca ürün(hatta hizmetleri de katabiliriz) gereksiz ve boş beleş. insanlar neden buna uyanamaz anlamış değilim. her şeyi ihtiyaçmış gibi, ne bileyim olmazsa ezik kalırmışız gibi ya da egomuzu okşamak adına bize kakalamıyorlar mı?!

    mesela şişelenmiş meyve suyu diyelim. bakıyorsun bunun reklamları oluyor. olağanüstü estetik portakallar havada uçuşuyor; mandalinaları, narları ninjalar ortadan ikiye ayırıyor. bembeyaz dişleriyle sağlıklı bir kadın, öğle sıcağının altında bunu yudumluyor falan filan. sonra da adam gidip bunu satın alıyor. bu kadar salakça bir şey olabilir mi? biz şişelenmiş, paketlenmiş meyve suyundan önce de vardık. ben portakal seviyorsam giderim, onu alırım; istersem basit bir aparatla bunun suyunu da çıkarırım. senin "renklendirici içermez" sempatikliğine gerek duymadan, zaten benim için gerekli olan formda onu tüketirim.

    şöyle güzel bir söz var; "insan nedir biliyor musun? ağaçları kesip kağıt yapan, sonra o kağıda, ağaçları koruyun, yazandır.'

    insanlara bu tarz tüketim alışkanlığı kakalanıyor. neden? belki de sürekli sistemin çarkları arasında kalsın diyerek. doğanın bana sunduğu şeyleri, basit dönüşümlerle tüketmek varken, neden bu çeşitlendirilmiş, üstelik temsil ettiği gıdanın, kıyafetin yerini tutamayan işleri tüketeyim ki? bir insanın ihtiyaçları genel olarak bellidir; kapasitesi de öyle. şurada kaç litre kapasiteli miden olduğu; günlük kalori ihtiyacın belliyken; boyun posun ortadayken neden bu tüketim çılgınlığı.

    ben kendimce bu ürünlere "ürün gereksinim oranı" ile yaklaşıyorum. gereksinimim olmayan şeyleri satın almıyorum. mesela kişisel olarak otomobil sahibi olmak aptalcadır. ama tabii konfor satın alıyorsun; araban kapının önünden kalkıyor diyeceksiniz. "bas düğmeye, bak keyfine" diyerek kontralar yapacaksınız. zaten bu yüzden eduardo galeano'nun sözlerini paylaştım yukarıda. size konforunuz karşılığında bir adet eylemsizlik kakalıyorlar. pekala işlerinizi toplu taşıma araçlarıyla da halledebilirsiniz. "ama orada ebemiz belleniyor" diyeceksiniz. işte araba satın alıp, hayatla mücadeleye girmek size zor geliyor. kendi doğanıza ters düşüyorsunuz. bizlerin nefsini, egosunu okşuyorlar.

    insanlar birbirlerine caka satmak derdinde. halbuki şöyle dikkatlice baksak, dünya ekonomisi her an resesyona girebilecek, kritik bir çizgide dönüşüyor. şöyle bir hayatıma baktığımda bir çok üründen çok kolayca vazgeçebileceğimi, hatta bunlar olmayınca, bir miktar iyileşeceğimi de öngörüyorum.

    senin için geçmiş kardeşim, diyebilirsin. belki de öyledir. ama artık bu salaklığa başkaldırmak istiyorum ve bu yazdıklarım ideolojiler üstü bir yazıdır dünyanın aptal gidişatını kaldıramıyorum. başkasının ağzıyla konuşan bu yüzeysel toplum; ucuz zevklerin yönlendirdiği bu barkod karşılığı değiş edilmiş canlı etten tiksiniyorum adeta.

    http://www.youtube.com/…vyhvt_jebg&feature=youtu.be

  • benimki bazen uyandiktan sonra "ikindiyi simdi mi yoksa biraz sonra mi kilsam" diye dusunen emmi gibi oturuyor, icim bir hos oluyor, aciyorum. sen yat uyu ben kilarim senin yerine diyesim geliyor.