hesabın var mı? giriş yap

  • çok alkol alan bir babaydı. evde de huzursuzluk, tartışma sık yaşanıyordu. hiç detaylara girmeyeyim, bir çocuk ne hissederse onu hissediyordum.
    ama hiç unutmuyorum anne tarafımın bir tanıdığı olan kişinin düğününe gitmiştik. dayımla babam düğün sonunda yerlerde oynuyorlardı. ikisi de küfelik olana kadar içmişlerdi. 8 veya 9 yaşlarındaydım daha.
    o kadar utanmıştım ki! onun sarhoşluğundan çocuk halimle ben utanmıştım.
    zaten ilerleyen yıllarda ev içindeki sorunlar daha da artmış, annem daha fazla dayanamamış, yurtdışına iş vesilesi ile gitmiş ve bir daha da dönmemişti.
    beni aldırtmaya çalışmıştı ama velayetim babaya verilmişti. kendi kurtulmak istediği cehenneme beni bırakmıştı.
    yıllar sonra "eğer gitmeseydim, dayanamazdım" demişti ama benden dayanmamı beklemişti! ya ben de dayanamasaydım, ya öyle sorunlu bir insan yüzünden yanlışa sürüklenseydim, kendime bir şey yapsaydım?
    ama yapmadım, güçlenmeyi seçtim. ufacık yaşımda söz verdim kendime "pes etmek yok" dedim.

    anneannemin yanına kaçtım 17 yaşımda. sonrasında bir şekilde hayatımı toparladım derken eşimle tanıştım, uzun bir birlikteliğin ardından evlendik. hani hep denir ya "kız çocukları babasına benzeyen insanları bulur" diye. eşim babamın tam tersiydi.
    hayatımda verdiğim en doğru kararlardandı. güzel bir ailem olmadı ama kendim güzel bir aile kurdum. ileride ne olur bilmiyorum ama 2 yıllık birliktelik ve 20 yıllık evliliğin ardından ben de ondan razıyım ve eminim o da benden razıdır.
    beraber elele verdik, çok çalıştık, çabaladık ve şimdi birçok şeye sahibim hayatta, şükrediyorum.

    yıllar sonra baba kişisi telefonumu bulmuş, beni aradı görüşmek için. 22 yıl aramadı, ne haldeyim sormadı. evlenmişim, çocuğum olmuş, maddi olarak iyi durumdayım, arıyor!
    hayatıma sokmadım çünkü aradığında bile sarhoştu. ama onun tarafından olan akrabalarımdan duydum "hayırsız evladım" ben. ne kolay birini yaftalamak hayırsız diye. bir kendi evladıma bakıyorum, içimdeki sevgiye, gösterdiğim ilgiye, verdiğim çabaya bir de kendi babama.

    hayatta herkesin bir sınavı var. kiminin içine doğduğu aileyle, kiminin kurduğu aileyle, kiminin maddiyatla, kiminin çevresiyle, dış görünüşüyle, sağlığıyla vs.. ama herkesin öyle ya da böyle bir sınavı var. kiminin sınavı ağır, kiminin daha kolay. bazı şeyler kader ama bazılarını da biz seçiyoruz. başımıza gelen kader ama seçimlerimiz bize ait.
    o yüzden mümkün olduğunca isyankarlığa yönelmeden durumu kabul edip seçimlerimizi sağlıklı yapmalıyız. başka hayatımız yok çünkü.
    ayakta dimdik durmaktan başka bir yol bilmiyorum ben.

    sonradan gelen düzenleme:
    kimileri de içerliyor, mesaj atıyor "ne de olsa babadır" diye. keşke herkes sizin gibi çiçek çocukluk yaşasa keşke. ama maalesef her evin içi kendi eviniz gibi değil. en son görüşmemizde benim yüzüme karşı "seninle görüşsem de olur görüşmesem de. benim için önemli olduğunu mu sanıyorsun?" diyen bir babayla, yirmi iki yıldır arayıp sormayan bir babayla görüşmediğim için kusura bakmayın kendimi suçlu hissetmiyorum.

    bana babalık ettiyse rahmetli k.pederim etti. beni öz çocuklarından ayırmadı, bağrına bastı. gönlüm sadece onu baba biliyor. içimden gele gele de hep "babacım" dedim.
    herkes aynı değil. her gün haberlerde görüyorsunuz harcanmış çocukları. çocuk dünyaya getirmek ayrı, anne/baba olabilmek ayrı.

    kendi ebeveynlerimden nasıl ebeveyn olunmayacağını öğrendim en çok.

  • ilk başta her zamanki taksi yolculuklarından birini geçireceğimi düşünüyordum. elimi kaldırdım şoför yanaştı ve atladım taksiye.

    - moda'ya abi

    dedim yine her zamanki gibi
    neyse aradan dakikalar geçti teoman'ın şarkısı çalmaya başladı radyoda*hani şu 'bir kar tanesi' falan diye giden. birden şoförümüz mırıldanmaya başladı
    - bir kar tanesi...
    tam bu sırada ben de düşünuyorum 'vay be eskiden paso arabesk soylerdi bu herifler artık teomandan gidiyolar galiba' şeklinde.....tabi şarkıyı nasıl devam ettirecegini nerden biliyim..

    aynen şoförün ağzından;
    - bir kaar tanesii ol, kon sikimin ucunaağaa.....................(aynadan bana bakarak) birader rahatsız olmuyosun dimi?
    - yok abi ne demek agzına sağlık..

    edit:imla

  • şaban'ın gazino patronu fethi bey'den dayak yemek için aldığı maaşın bugünkü değerini hesaplayalım.

    öncelikle filmin 1979 yılında yayınlandığını, 16 yaşından büyükler için asgari ücretin 01.01.1979 ile 30.04.1979 arasında 3.300 tl, 01.05.1979 ile 31.12.1979 arasında 5.400 tl, ortalama olarak da 4.350 tl olduğunu aklımızda tutalım. ekmek fiyatı ise 555 gram için 4 tl'dir. günümüzde ise 200 gram ekmek 2.5 tl'dir.

    sahneden göreceğiniz üzere şaban, mazlumun yerine geçip işe başladığında fethi bey kendisine 10.000 tl aylık maaş, 1.000 tl prim vermektedir. (konaklama ve yeme içme hariç)

    enflasyon hesaplayıcı ile kontrol ettiğimizde 11.000 tl, 2022 mart itibariyle 9.389 tl yapmaktadır.

    asgari ücret üzerinden hesap:
    şaban'ın 11.000 tl'lik maaşı 1979 yılında 2,53 asgari ücrete gelmektedir. bugünkü 4.250 tl'lik asgari ücret ile hesapladığımızda maaşı 10.752 tl'ye gelmektedir.

    dolar üzerinden hesap:
    1978 yılında dolar kuru 25.50 tl'ye, 1979'da ise 35.70 tl'ye yükselmiştir. bir bu iki kurun ortalamasını kullanacağız. bu da 30,6 tl'ye tekabül ediyor.

    11.000 tl'nin 1979 yılındaki dolar karşılığı 359 dolardır. 1979 yılının 359 doları ise bugünün 1.390 dolarına tekabül etmektedir.
    1390 dolar'ın bu entry'nin yazıldığı (07.03.2022, 09.30) an itibariyle karşılığı ise 19.877 tl'dir.

    ekmek fiyatı üzerinden hesap:
    şaban 1979 yılında maaşı ile 1.526.250 gram [(11.000/4) x 555] ekmek alabilmektedir. 1.526.25 kg ekmeğin bugünkü ederi ise 19.078 tl'dir.

    özetlersek; şaban bugün, maaşını dolara göre endekslemiş olsaydı 19.877 tl, ekmek fiyatına endekslemiş olsa 19.078 tl, asgari ücrete göre endekslemiş olsa 10.752 tl ve enflasyona göre endekslemiş olsa 9.389 tl maaş alacaktır. bu maaşlara ek olarak da konaklama ve yeme-içme giderleri patron fethi bey tarafından karşılanacaktır.

  • ekonomi dersinin belki de en zevkli kısımlarından biridir. ilk duyduğum zaman, inanılmaz mantıklı bulup kendisine hayran olmuştum.

    tanım olarak; iki tarafın çıkarlı olabileceği ihtimaline dair neden işbirliğinin zor olduğunun anlaşılmasını sağlayan iki yakalanmış suçlu arasında geçen bir oyundur.

    gelelim oyuna; elimizde polis tarafından yakalanmış iki tane suçlumuz var. bunları mr. green ve mr. blue olarak adlandıralım. bu suçlularımızın iki tane suçu var, birincisi minor crime yani ufak bir suç olarak adlandıracağımız ruhsatsız silah bulundurma, ikincisi ise major crime dediğimiz yani asıl suç olan beraber işledikleri kuyumcu soyma eylemi.. polisin minor crime'ı kanıtlaması çok kolay, bu suçun cezası hapiste bir yıl geçirmek. ama polisin elinde kuyumcu soygununa dair yeterli bir kanıt yok, bu ikisinden şüpheleniyor ve olayı üstlenmelerini istiyor.
    bu yüzden polis, bu iki suçluyu farklı odalarda sorgulamaya karar veriyor. ikisine de şu anlaşma sunuluyor;

    "şu an elimizde seni bir sene hapise tıkacak delilimiz var. eğer kuyumcu soygununu itiraf edersen ve partnerinin de suçunu söylersen; partnerin sessiz kalmayı tercih ederse sen serbest kalacaksın ve partnerin yirmi yıl hapis yatacak. eğer partnerin de suçu kabul ederse bu sefer ikiniz de sekiz yıl hapis yatacaksınız."

    şimdi bu durumda mr. green'in düşüncesi şu yönde olacak;

    "mr. blue'nun ne yapacağını bilmiyorum. eğer sessiz kalırsa benim için en mantıklısı itiraf etmek olacak ve böylece boş yere bir sene hapiste yatmaktansa serbest kalacağım. eğer itiraf ederse benim için en mantıklı olanı yine itiraf etmek olacak çünkü o zaman da yirmi yıl ceza yemektense sekiz yıl ceza yiyeceğim. bu durumda mr. blue ne yaparsa yapsın benim için en karlısı itiraf etmek olacak."

    oyun teorisinde; bu durum dominant strategy olarak adlandırılır. yani oyuncu için diğer oyuncunun vereceği kararlardan bağımsız olarak kendi çıkarı açısından en iyi olanı seçmesi.

    bu durum mr. blue için de geçerli olacak. onun da itiraf etmesi kendi durumu için en çıkarlı olacağından en sonunda hem mr. blue hem de mr. green suçlarını itiraf edecekler. bu durumda ikisi de hapiste sekiz yıl geçirecekler, bu yine de kötü bir durum. eğer ikisi de sessiz kalmayı tercih etselerdi en çıkarlı durumda olup sadece bir yıl hapiste geçireceklerdi. ama ikisi de kendisi için en mantıklı olanı düşünüp kendi çıkarlarını düşündükleri için ikisi için de kötü olan yolu seçtiler.

    kısacası durumlar şu;
    -mr. blue ve mr. green sessiz kalırlar ve ikisi de sadece bir sene hapis yatarlar.
    -mr. blue itiraf eder, mr. green sessiz kalır bu durumda mr. blue serbest kalır, mr. green yirmi yıl hapis yatar.
    -mr. green itiraf eder, mr. blue sessiz kalır bu durumda mr. green serbest kalır, mr. blue yirmi yıl hapis yatar.
    -mr. blue ve mr. green itiraf ederler ve ikisi de sekiz sene hapis yatarlar.

    şimdi de bu ikisinin polise yakalanmadan itirafta bulunmama konusunda anlaştıklarını farz edelim. eğer bu anlaşmaya sadık kalırlarsa bu ikisi için de en çıkarlı durum olur. ama bu iki suçlu da birbirlerinden ayrıldıkları zaman sırf anlaşma yaptıkları için sessiz kalmayı tercih ederler miydi? yalnız soruşturmaya alındıkları zaman bencil düşünce onları ele geçirirdi ve ikisi de anlaşma yapmalarına rağmen itiraf ederlerdi.

    ...

    bir de bu prisoner's dilemma'ya firma gözünden bakalım; eğer iki firma aynı müşteriyi çekiyorsa prisoner's dilemma'ya benzer bir problem yaşarlar. ele alacağımız firmalar marlboro ve camel olsun ve bu sefer reklamlar üzerinden gidelim. (bir de şimdilik meydanda sadece bu iki sigara markası varmış gibi farz edelim)

    eğer bu iki marka da reklam vermezse, markette ikisi de parayı bölüşürler. eğer iki marka da reklam verirse, yine markette parayı bölüşürler ama bu sefer ikisinin de kazancı daha az olur çünkü reklam ücreti ödemek zorunda kalırlar. dört durumu inceleyelim;

    -iki marka da reklam verdi, camel 3 milyar dolar, marlboro da 3 milyar dolar kazandı.
    -camel reklam verdi, marlboro reklam vermedi. camel 5 milyar dolar, marlboro 2 milyar dolar kazandı.
    -marlboro reklam verdi, camel reklam vermedi. marlboro 5 milyar dolar, camel 2 milyar dolar kazandı.
    -iki marka da reklam vermedi. camel 4 milyar dolar, marlboro 4 milyar dolar kazandı.

    bu seferki durumda reklam vermek firmalar için dominant strategy olacak. iki firma da reklam vermeye yönelecek ve aslında reklam vermeden daha karlı çıkacaklarken reklam verdikleri için daha az bir kazanç elde edecekler.

    ama televizyonlarda sigara reklamlarının yasaklanması aslında sigara firmalarının içinden çıkamadıkları prisoner's dilemma'yı çözmüş oldu. bu sayede reklam veremediklerinden ikisi de reklam verip daha az kazanacaklarken ikisi de reklam veremeyip daha çok kazanmış oldu.

    *kaynak: mankiw, n.g., taylor, m.p. (2011). economics (second edition), south-western cengage learning.

    edit: imla.

  • bakın çok net söylüyorum. joseph goebbels mezarından kalksa ve şunları görse, "vay arkadaş sizin yaptığınız propagandayı ben yapsam bütün dünya bugün nazi ydi" filan der. vallahi bunların yanında goebbels çok masummuş. 1 birim parası daha 3 gün önce bizim ülkede 20 birim eden, bütçe fazlası veren, gençlerine karşılıksız para veren, 1-2 aylık maaşlarıyla bizim bugün en iyi ihtimalle 100-150k birim para ödediğimiz arabaları alan, dünyanın her yerine vizesiz seyahat eden, gençleri yaşlıları dünyayı gezen, asgari ücretli çalışan sayısı %2 civarı olan ülke batmış öyle mi?