• türkiye'nin resmi kültürel ideolojisi.
  • bilgisizliğe sempati duymak ve akılcılığı reddetmektir. en büyük darbelerini modern tıbba, küresel ısınmanın engellenmesine ve demokratik sistemlere vurmaktadır.

    anti-entelektüelizmden söz edebilmemiz için öncelikle edinilmiş bilgilerin epistemolojik değerlerini ve entelektüellere karşı geliştirilmiş olan psikolojik aksülamelleri tanımlayabilmemiz gerekir.

    pseudoscience ve bilimi ayıramama kaynaklı anti-entelektüelizm, epistemolojik karmaşalardan kaynaklanır. bir insanın etiket sahibi olması, elbette onu aliyülala bir şahıs yapmaz. dünya tarihi, lobotomi faciasını görmüşken böyle bir garanti verilemez, septisizm abartıya kaçmadığı sürece sağlıksız değil sağlıklıdır. lakin komplo teorilerine gereğinden fazla yatkın olmak alerjik reaksiyonlara benzeyen bir durumdur: kişi gösterdiği tepki ile aslında kendi sağlığına zarar vermektedir.

    bugün alternatif tıp propagandasını, madonna, tom cruise, gwyneth paltrow gibi isimler yapmaktadır ve bu insanların ortak özellikleri şudur:

    - beyanlarının doğruluğunu test etme zahmetine girişmeden milyarlara ulaşabilirler. ortalık zaten kendisini ünlülerin yaşamlarını ve düşüncelerini takip etmeye adayan fanatiklerle doludur.

    - önerdikleri remediler ilaç olmadığından, farmakodinamik veya farmakokinetik ile ilgili problemlerden sorumlu değildirler.

    tom cruise hayranı, tom cruise'un ortaya attığı bir safsatayı, gwyneth paltrow hayranı ise gwyneth paltrow'un un ortaya attığı başka bir safsatayı dinleyecektir.

    şüphe yoktur ki martin shkreli olayının farmasötik sektörüne ve tıp yöntemlerine karşı alınan tavırda payı büyük olmuştur. lakin bir yerde refah devleti ve vahşi kapitalizm arasındaki balansın sağlanamamış olması, sağlığın bir temel insan hakkı değil, bir lüks olarak algılanması ile modern tıbbın diğer yöntemlere karşı bilimsel üstünlüğü birbirinden bağımsız düşünülmesi icap eden konulardır. ikisi farklı problemlerdir, farklı problemlerin de farklı çözümleri olur.

    "kansere çare bulundu da bizden gizleniyor." gibi iddialar alelekser karşılaşılan anti-entelektüelizm göstergeleridir, burada yalnızca kanser tiplerinin patofizyolojilerini bilmemekten kaynaklanan bir cehaletten fazlası vardır: insanlar ilaç sektörüne olan güvenlerini tamamen yitirmişlerdir. artık eğitimli olduğu hâlde meditasyonun ve bitki çayının her derda deva olabileceğine inanan bir kitle vardır. çünkü ilaçlar pahalı ve "kimyasal"dır. (homo sapiens periyodik cetvelde yer alan elementlerden oluşan bir organizma değildir(!) tabii)

    anti-meritokratik anti-entelektüelizm entelektüellerin halkçılıktan uzak zengin elitler olarak algılanmalarından beslenir. faraza, amerikan kapitalizmindeki bill gates gibi figürlerin, havsalanıza sığmayan bir antipati eşliğinde sosyoelit paris hilton gibi figürlerle aynı kefeye konduğunu görürseniz, karşı karşıya olduğunuz vaziyetin bu olduğu söylenebilir. hatta entelektüel figürler futbolculardan, mankenlerden daha çok antipati toplayabilirler.

    bu tür bir anti-kapitalist anti-entelektüelizmde bill gates'in medicare karşıtı politikacılarla aynı siyasi görüşü paylaşmamasının, miras karşıtlığının veya kimsenin umursamadığı global iklim değişikliği üzerine kafa yormasının bir önemi kalmaz çünkü insan beyninin "tümevarım" dediğimiz bir özelliği vardır. dünya genelinde; liberal ekonomi savunucusu entelektüeller, zaman zaman kapitalizm kökenli anti-entelektüelizm dediğimiz yangına körükle gidebilirler.

    slavoj zizek'in de sık sık söylediği gibi: donald trump tüm kötülüklerin babası olan bir hastalık değildir, yalnızca daha derinlerdeki bir hastalığın bir semptomudur. oy vermeye indirgenen bir demokrasi anlayışında tür problemlerin ortaya çıkacağı bundan yıllar evvel tocqueville tarafından dile getirilmiştir. tocqueville haklıdır da, zira günümüz demokrasilerinden bazıları(?), siyasete ilgisini tamamen kaybetmiş, siyasi tartışmaları sıkıcı olarak gören entelektüellere de, çoğunluğun tiranlığına da ev sahipliği yapmaktadır.

    dezavantajlı kesimlerin sosyal sistemlerde bulamadıkları avantajları çoğunluğun tiranlığında aramaları, liyakat ilkesinin daha çok zedelenmesi, "okumakla adam olunmaz." gibi cümlelerle kendisini gösterecek ekstrem bir meritokrasi korkusu, entelektüelin içine çekildiği yaşam stili ve eğitim sistemi değişmediği sürece kaçınılmazdır.

    küresel ısınmanın reddi de tam olarak burada filizlenmektedir. küresel ısınmayı reddeden kişi lisede aşmış olması gereken bazı epistemolojik karmaşaları aşamamış olabilir, sanayiye bağlı bir sektörde çalışıyor olabilir. kendisine müstehzi bir üslupla yaklaşan ağaç sevdalısı hippi profilinden hoşlanmaması veya değişime bir katkıda bulunmaya gücü yetmeyeceği için inkâr psikolojisine kapılması onu nasa'ya dair bir komplo teorisi üretmeye kadar götürebilir.

    anti-entelektüelizmin tek bir formu yoktur, bambaşka endişelerle ortaya çıkabilir ve çok boyutludur. fakat sebep her ne olursa olsun, dirayetli olana septik yaklaşayım derken bilginin kendisine düşman olmak akılcı bir tutum olamaz.
  • varsayalım, aşağıdaki yazıda anti-entelektüelizm yaptı, bunda bir mahsur yok ki. bu bizi aydınlanmaya düşman yapmaz, burada entelektüel tanımlanmış, doğrudur. kısır kaldıkları bir gerçek. bazı okuma-öğrenme külfetlerine katlandıkları için saygı ve ayrıcalık bekledikleri de gerçek. ama artık bu beklentilere gülmek durumundayız. aslında kısır oluşları, vasatlığın iktidarına yol açtı. ve bu kısırlığın fetişizmini kabul etmiyoruz.

    https://medium.com/…p-muhatabını-bulur-380cecaec266
  • tanımlamak için öncesinde entelektüel kavramı üzerinde mutabık kalınmasını gerektiren sosyopolitik ve belki de psikososyal bir haleti ruhiyedir.

    entelektüel birçok farklı tanımı yapılabilecek olan bir kavramdır. bu sizin tanımı yaparken konumlandığınız yeri de göstermesi açısından mühimdir. mesela bilgi üretebilen kişidir diye tanımlamayı deneyelim.

    entelektüel bilgi üretebilen kişi olarak tanımlandığı zaman uzmanlaşma süreçlerinden geçerek kazanılmış ve meslekî olarak kullanılan bilginin kişiyi entelektüel yapmadığı sonucuna varırız. mesela tıp eğitimi aldıktan sonra aile hekimi olarak çalışan bir doktor uzmanlaşma ile kazanılmış bilgisini kullanır fakat bilgi üretmez. bu nedenle bu kişiyi entelektüel yapmaya yetmez.

    başka bir tanıma göre ise entelektüel en az bir alanda bilimsel çalışmaları olan ama eğitimini aldığı disiplin dışındaki alanlardan en az birine bir şekilde merak duyan kişi olarak da tanımlanabilir. yanlış hatırlamıyorsam ilber ortaylı bu tanımı kullanmıştı.

    bu durumda, herhangi bir alanda çok fazla eğitim aldıktan sonra onlarca makale yayınlamış bir akademisyenin bilgi ürettiğini kabul edebiliriz. öte yandan bu insanın başka alanlarda herhangi bir entelektüel merak gelişimi yoksa bu tanıma göre entelektüel olarak da tanımlanamaz. halbuki bilgi üretebilen kişi olarak tanımlandığında bu kişi entelektüel olarak tanımlanabilir.

    arapça ışık anlamına gelen tenvir kökünden neşet etmiş münevver ve güncel karşılığı olan aydın ve latincede intellectus yani anlama yeteneği, namı diğer istidat-ı idrak, olan karşılıkları aslında entelektüel tanımı üzerine de çok başka sosyal konumlanmaların payı olduğunu söyler.

    dolayısıyla entelektüel tanımı üzerinde açıkçası keskin bir konsensüs olmadığını kabul etmekle beraber ben bilgi üretebilme becerisine ek olarak farklı disiplinlerde amatör merak ve yüksek bir bilgi işleyebilme hızına sahip insan tanımı üzerinden anti entelektüelizm kavramına değinmek istiyorum.

    kavram genel olarak toplumun bir kısmının ya da kahir ekseriyetinin alanında uzman kişilere karşı duyduğu güvensizlik ve/veya düşmanlık olarak tanımlanabilir. bu durumda bir toplumda bunun kendine nasıl koşullarda bir zemin bulabileceği üzerine kafa yormak faydalı olacaktır.

    öncelikle en temel şart tabana yayılamamış bir refah dağıtımına sahip bir toplum yapısıdır. modernleşme hareketlerinin merkezinde yer alan toplumlara nazaran modernleşme hareketlerinin çeperinde kalmış toplumlarda bu nedenle daha sık görülmesi mümkündür. bu tarz ülkelere türkiye güzel bir örnektir.

    öte yandan bir toplumda refah üretiminin maksimize olduğu koşullar ile refah dağıtımının optimize olduğu koşullar arasında farklar vardır. bu noktada aslında gelir dağılımı eşitsizliğiyle refah dağıtımının eşitsizliği arasında belirgin de bir fark vardır.

    insanların mutluluğu hayatlarının iyiye gittiğini düşündükleri sürece artmaya meyillidir. burada esas olan nokta kişinin hayatının iyiye gittiğini düşünmesidir, iktisadî olarak iyiye gitmesi bunun için her zaman şart değildir. muhtelif kitle iletişim araçları da zaten bu amaca hizmet etmek üzere sıklıkla kullanılmaktadır ama her zaman yetmeyebilir.

    muhtelif faturalarınızı ödeyemediğiniz pek de düzgün olmayan bir semtte oturduğunu düşünün. her gün toplu taşımayla işe gitmek zorunda olduğunuzu da ekleyelim. sizden daha iyi şartlarda yaşayan onlarca insanın olduğunu bilmek içinde bulunduğunuz durumdan mutsuz olmanıza yol açar. dolayısıyla refahın tabana yayılma süreci burada devreye girer.

    hayatınızın iyiye gitmediğini düşünmeniz için daha iyi hayatların olduğuna şahit olmanız gerekir. bu nedenle gelirin eşitsiz dağıtımından ziyade refahın eşitsiz dağıtımı çok daha ciddi sosyal tansiyonlara gebedir. çünkü belirli bir gelir seviyesinin üzerine çıktıktan sonra refahınızı iyileştirecek adımlar sosyal tansiyon yaratma potansiyelini kaybetmeye başlar. sanırım refahın eşitsiz dağıtımıyla, gelirin eşitsiz dağıtımı arasındaki farkı açıklayabilmişimdir.

    refahın maksimize olmasıyla optimize olması arasında ise başka bir fark var. refah üretimi dediğimiz şey aslında iktisadî bir eylem sonrasına ortaya çıkacak olan sonucun yaratabileceği toplam talep ile ölçülebilir. bir maden işçisinin çıkaracağı demir cevheri sadece ham madde talebi olan şirketler için bir anlam ihtiva eder. öte yandan o madenin kullanılacağı akıllı telefonu almak isteyen onlarca insan vardır. bu anlamda refah ile katma değer arasında bir ilişki de bulunur.

    günümüzde refah üretmek için bilgi üretmek yani mühendislik gerekir. çünkü pozitif bilimlerde bilgi ancak keşfedilebilir. yerçekimi newton'un kafasına elma düşmeden önce de vardı, ha keza termodinamik biliminin kanunları da. mühendislikte ise bilgi üretilir. üretilen bilgi de, daha doğrusu üretilebilen bilgi de iktisadî bir değer taşır. içten yanmalı motorun iktisadî değer taşıması buna bir örnektir.

    refah/bilgi üretmek içinse günümüzde çok ciddi yatırım harcamaları gerekir. bunun temel nedeni kümülatif şekilde artan bilgi birikiminin giderek yeni uzmanlaşma süreçleri gerektirmesidir. bilgi üretimi için nitelikli emek ile nitelikli sermayeyi buluşturmak elzemdir.

    bu noktada kaynakların tahsisi üzerine verilecek olan karar refahın toplum sathına optimizasyonu ile refahın üretiminin maksimizasyonu arasında bir fark yaratır. modernleşmenin ister merkezinde yer alın, isterse çeperinde bu bir vakıadır. mesela abd refahın maksimizasyonu ile ilerlemeyi tercih etmiştir. bu yüzden keskin bir refah farkına maruz kalan onlarca insan trump gibi bir deliyi başkan seçmeyi tercih etmiştir.

    mesela türkiye özelinde de hep katma değer yoğun teknolojiler yerine inşaat üzerine yatırım tercihlerinin şekillenmesi kalkınmacı iktisat mahfillerinde eleştirilir. basit bir ekonomi politik okuması yapan birisi bunun mümkün olmayacağını görür. islamî cenahı merkezine alarak iktidarın merkezine yürüyen bir çeper, yüksek katma değerli üretim yoğun alanları merkezine alacak bir yatırım politikası güttüğü durumda bundan kendi seçmen tabanının faydalanamayacağı aşikardır. siyaset bir yerde de kaynakların dağıtımı üzerine bir ikna üretme mekanizması olduğuna göre bunda şaşılacak bir şey de yoktur.

    bu bağlamda anti entelektüelizm için gereken temel toplumsal şartların keskin bir refah gradyanı olduğunu belirtmekte bir beis olmadığı kanaatindeyim. toplumsal olarak bu refah gradyanının oluşumunu tesis eden ekonomi-politik kaynak dağıtım mekanizmaları ise farklılık teşkil edebilirler. abd ve türkiye örnekleri de buna güzel bir örnektir.

    sosyal devlet olmak yerine kapitalist devlet ve refah maksimizasyonunu önceleyen abd, insanların doğuştan gelen yetenek farkları ve çalışma motivasyonları nedeniyle yıllar içinde keskin bir refah gradyanına sahip toplumsal yapı yaratmıştır. türkiye ise modernleşme hareketlerinin çeperinde kalması nedeniyle geç sanayileşebilmiş ve refahı tabana yaymayı başaramamıştır. bu nedenle geniş toplum kitleleri arasında yüksek bir kültürel farklılaşma süreci neşet etmiştir.

    vatandaşları kendilerini dışlanmış hissettikçe daha doğrusu kendilerinden daha müreffeh toplum kesimleriyle aralarındaki kültürel farkı da gördükçe önce siyasal olarak örgütlenmiş ve daha sonra da iktidarın merkezine yürüme sürecine başlamıştır. 1994 belediye seçimleri bunun miladı olarak değerlendirilebilir. tabana yayılamamış refahın toplumsal rıza üretme mekanizmaları üzerinde bilgi üretimi ile refah üretimi arasındaki kabulü koparması sonucunda anti entelektüelizm türkiye'de mukim bir yapı haline gelmiştir.

    ezcümle, anti entelektüelizm bilgi üreten ve/veya kullanan işçi ve sermaye kesimine toplumun genelinde duyulan güvensizlik ve düşmanlıktır. bu düşmanlık için kesinlikle elzem olan şart ise toplum kesimlerinde keskin bir refah gradyanının gelişmesidir. bu durum insanları hayatlarının iyiye gitmediği fikri etrafında örgütlenmeye iterek siyasal alanda mevzi kazanma amacıyla iktidara yürümeye iter. sonucunda refah üretimi ile bilgi üretimi arasındaki bağın toplum sathında zedelenmesi ile anti entelektüelizm toplum genelinde ve özellikle refah üretimine uzak toplum kesimlerinden temerküz edecek şekilde güçlenir.
  • aydınlar da biraz tokatladıkları için, özellikle bu topraklarda "nö vor kordöşüm büz dö konuşobülürüz" şeklinde gösteriyor kendini. "şefim bizi çoh eziyürsünüz" ağlamalarının bir tık sonrası bu nobran efelik.

    bakıyo mesela, futbol ile ilgili de herkes konuşuyi bilen bilmeyen, "siyaset de konuşurum ne olacak ki" diyor.

    bunu herkese verilen bir hak sanıyor.

    torunlarının ayılmaları acılı ve pişmanlıklarla dolu olacak, kendileri kuyruğu dik tutmak için kabul etmeyecekler çünki.
  • turkiye'de ozellikle erdogan'in islamci populizmi ve diktalariyla(2013 ve sonrasi) baslayan ve 2016 darbe girisimi sonrasi zirveye ulasan bir akim. bana gore turkiye'nin buna surukleniyor olmasinin sebebinde liberal demokrasi karsitligi, siyasette manipulasyonun yuksekligi ve demec ahlakinin cok dusuk olmasi da var. bir de guvenlikci politikalarin yani sira laikligin icsellestirilememis olmasi da buna dahil. ornegin kurt politikalariyla ilgili alternatif sunulamamasi ya da turk-islam sentezinin baskilari vb.

    https://www.hurriyet.com.tr/…ede-iyimserim-40335995
  • anti-entelektüalizm esasında cehaletperverlik ya da bilgisizliğin yüceltilmesi değildir. bunları karşılayan başka kavramlar var siyaset bilimi ve sosyoloji literatüründe. anti-entelektüelizm düşünceye ama özellikle bazı “tehlikeli”düşüncelere karşı çok daha spesifik bir tavır alıştır.
    aslında amerikalı tarihçi richard hofstadter bu konuyu ilk ve en ciddi şekilde ele alan yazardır. kendisinden önce de özellikle 1950'lerde bu konu üzerinde ciddi bir şekilde çalışılmıştır; fakat ilk kez hofstadter anti-entelektüelizmin tarihsel serencamını titiz bir şekilde ele almıştır. mccarthy döneminin ve bu dönemde entelektüellerin başına gelenlerin etkisi büyük şüphesiz bu çalışmanın ortaya çıkışında. ancak kitabın ilk baskısı olan 1963'ten yıllar önce yani 1950'lerin başında fikirlerinin ilk nüvelerini görürürüz (ben kendisi üzerinde merle curti ve leuchtenburg'un büyük etkileri oldugunu düşünürüm şahsen). buna göre anti entelektüelizm, anti-rasyonalizmle, evangelizmle, anti-elitizmle ve pragmatizmle ilişkilidir. kitabında tüm bu ilişkileri detaylı olarak ortaya koyar.
    anti-entelektüelizm eleştirel düşünceyi ve fikri gelişmeyi baltalar. genellikle otorite ile ilişkilidir ve otoriteyi tahkim eder. tarihte ise nadiren hedeflenilerek gerçekleştirilir.
  • anti entelektüelizmin elbette farklı formları ve bu formların belki farklı dinamikleri var, ama özellikle "vatanından/milletinden/dininden/mukaddesatından kopuk entelektüel" tiplemesine duyulan öfke, aslında bir hayıflanma, bir iç çekme barındırıyor, bunun üstünde durmak lazım.

    mesela hem dindar muhafazakarlık, hem de ulusalcılık gibi seküler muhafazakarlık formları, boğaziçi gibi ülkenin önde gelen, dünya standartlarına yakın olma çabası içindeki belli başlı üniversitelerine karşı evvelden beri takındıkları olumsuz tutumda gayet uzlaşıyor. sebebi, muhafazakarlığın entelektüel faaliyete, ve bu faaliyet sonucu gelişebilecek entelektüel tekamüle ilişkin tasavvurunda saklı.

    yanlış hatırlamıyorsam schopenhauer diyordu: "felsefe, sorun olarak görülmeyen şeyleri sorun haline getirmektir." kanaatimce felsefeye ilişkin yapılabilecek en güzel tanım budur. bilimin, felsefenin, bir bütün olarak entelektüel faaliyetin başlıca derdi budur. dolayısıyla entelektüel, toplumun bütün sorgulanmayan hakikatlerini, kutsallarını kaçınılmaz bir şekilde masaya yatıran ve tartışmaya cüret eden kişidir.

    muhafazakar ise, ortada önden verili, sabit, hazır reçete olarak sunulmuş bir hakikati elinde tuttuğuna inanan kişidir. bilimsel yöntemle elde edilmemiş, yalnızca atalardan tevarüs edilen, öğrenilen, duygularla yoğrulmuş bu hakikatin tartışılacak, sorgulanacak bir tarafı yoktur; o sadece muhafaza edilmeli ve savunulmalıdır. tartışmanın, münazaranın amacı, olsa olsa bu hakikati savunmak, karşısında duranları ikna etmek olabilir. yani bu bakış açısından, "tartışma" denen şey bir retorik savaşından ibarettir; tartışmanın amacı karşılıklı bir şeyler öğrenmek, bir şeyleri birlikte sorgulamak, ortak bir hakikate varmaya çalışmak olamaz, yalnızca kendi hakikatini sonuna kadar savunmak olabilir. dolayısıyla "cehalet" denen şey de bir retorik güçsüzlükten ibarettir aslında; entelektüel, olsa olsa ağzı daha iyi laf yapan kişidir.

    evet biz haklıyız, hakikati elimizde tutuyoruz, ama tek sorunumuz özümüzden uzaklaşmak, ve cehaletimizden dolayı kendimizi iyi savunamamak. sen bakma geride olduğumuza, ezildiğimize, aslında kurtuluş da kendi özümüzde saklı, biz ona bir sarılsak, onu bir iyice öğrensek, kendimizi de daha iyi savunacağız, bizi aşağılayan batıya haddini bildireceğiz. ama işte cahiliz maalesef, sahip olduğumuz hakikati iyi savunamıyoruz o yüzden, istiyoruz ki oğlumuz kızımız okusun, o bizden daha iyi, daha cafcaflı, daha iddialı, daha tumturaklı ve ağdalı bir dille, daha kendinden emin bir şekilde bizi savunsun, muarızlarımızı alt etsin, bizim değerlerimizi gavura karşı müdafaa etsin.

    ama o da ne, evladımız okudukça bizden uzaklaşıyor? gavurun ağzından konuşmaya, gavurla aynı kavramları kullanmaya başlıyor, gavurun sahip olduğu hadsizlik ve pervasızlıkla bizim kutsal değerlerimizi masaya yatırıp tartışmaya kalkışıyor, gavurla bir olup üstümüze geliyor? yumurta çıktığı kabuğunu beğenmiyor, vatan millet din iman elden gidiyor? demek ki yanlış şeyler okuyor hep, demek ki gavurlar ele geçirmiş bu okulları da, gençliğin imanını sorularla çalıyorlar :(

    halbuse ne kadar okusa da, dönüp dolaşıp bizimle aynı fikre gelmeliydi, yıllarca araştırıp edip sonunda yine bizim hakikatimize varmalıydı, bizim gibi milliyetçi/muhafazakar olmalı, tarihe, siyasete, dünyaya bizim gibi bakmalı, gavura karşı bizi temsil etmeli, bizi savunmalıydı.

    yani muhafazakarlık ciddi ciddi bunu bekliyor, okudukça kendisinden uzaklaşan gençlere bakıp, yahu niye okuyanlar benden uzaklaşıyor diye kendisine dönüp hiç şüpheyle bakmıyor, kendisinin doğruluğundan, haklılığından hiçbir zaman şüpheye düşmüyor, aksini düşünmesi mümkün değil, çünkü bu "demek benim durduğum yer ile, muhafazakarlıkta, milliyetçilikte sebat eden bu sarsılmaz duruşum ile, cehalet arasında bir ilişki var" çıkarımını yapmaya zorlayacak kaçınılmaz bir şekilde. elbette bunu kabul etmesi mümkün değil, o yüzden "aa tüh bunu okuttuk o kadar ama bak bu da onlardan oldu" diye sürekli saf değiştirip kendisine ihanet eden entelektüellere kin duyacak, sürekli sırtından hançerlendiğine inanacak.

    çünkü ona göre, hakikat oturup okuyarak, düşünerek, araştırarak, deney ve gözlem yaparak, tez ve antitez geliştirerek, karşındakini ikna etmek için değil gerçekten de yeni bir şeyler öğrenme ve birlikte sorgulama amacıyla tartışarak, kendini doğrulamak için değil bilakis yanlışlamak için araştırarak, sadece kendi lehine olan delillere değil kendi aleyhine olan delillere ulaşmaya çabalayarak, ulaşılabilecek bir şey değildir. hakikat sabittir, verilidir, elimizdedir. daha fazla okuyarak, düşünerek, sorgulayarak elde edilebilecek başka bir hakikat yoktur; okumanın amacı olsa olsa elimizdeki hakikatleri daha iyi kavramak ve daha iyi savunmak olmalıdır. anti entelektüelizm tam da burada başlar zaten, entelektüel faaliyetin kendisi bizatihi anlamsızlaştırılır, yapılması gereken elimizdeki hakikati savunmaktır, dinimizi, milletimizi, ülkemizin çıkarlarını savunmaktır, tarihe, bütün sosyal bilimlere bu gözle bakmaktır. ama evladımız okudukça bu değerlerden uzaklaşır, kutsallarımızı masaya yatırıp tartışmaya başlar, bize sırtını döner. öyleyse bu okulları fethetmeli, gavurun zihniyetinden kurtarıp kendi bayrağımızı dikmeliyiz.

    evet, istiyor ki evladı yıllarca okusun, ama hiç değişmesin, kendisiyle aynı kafada kalsın, aynı cehaleti savunsun, dünyaya aynı gözle baksın, aynı milliyetçi mukaddesatçı ruh halini hep muhafaza etsin, aynı hamaseti daha edebi bir dille, daha retorik bir güçle müdafaa etsin. ama işte sürekli elinden kayıp gidiyor okuyan gençler, suyu avuçlarına hapsetmek istiyor, yumruğunu sıkarak suyu tutmaya çalışıyor, bunun mümkün olmadığını bir türlü kabullenemiyor.

    o okulları fethederek, bayrağını dikerek, bütün akademik kadroyu dağıtıp kendi kafasındakileri yerleştirerek, bütün özgürlükçü geleneğini yıkıp muhafakazar sınırlara hapsederek, kendisi gibi düşünen "entelektüel"ler yetiştiremeyeceğini, olsa olsa o okulları da çölleştirip kendi kafasındaki gibi militan cahiller üreten yüzlerce okulun seviyesine indireceğini bir türlü idrak edemiyor. kısmet.
hesabın var mı? giriş yap