• (bkz: izolasyon)
    (bkz: yalamak)*
  • günlerden ayrılık. dağınık eşyalarının arasından kendini bir hamlede sokaklara atan bir kadının kesik ve düzensiz hıçkırıkları ile başlayan yağmur, kesintisizce hırpalayan ve yıkan ve yakan ve dağıtan rüzgar, ara sıra yüzünü gösteren güneş ile kendini hatırlatan bahar arasında, biten bir gül, başlamayan, hatta hiç başlamamış.
    kutuların içine özenle yerleştirilip kapatıldığında hayatından yok olup gideceğine inandığı her ne varsa, günün birinde apansızın hortladıklarında kanının donmasına sebep olan, her ne ise bir köşede biriktirdiği, aslında bırakmalıymış onları serbest salınımlarında. bırakmalı ve serbestçe süzülmelerini izlemeliymiş zamanın içerisinde, giderek hafiflediklerini, giderek boyut kaybettiklerini, giderek silikleştiklerini görmek; kaslarını ne kadar gevşettiği ile ilgiliymiş. yapmak, görmek, aklamak, unutmak, avunmak, iyileşmek ve daha nicesi için gerekli o saklı formül, aslında avcunun tam da içindeymiş. baldıran zannettiği, aslında bir şifayab olan sabır, sükunet, onu vurduğu zannettiği kıyılarda yeşertecek bir baharın tam da kalbine gömecek ve kendi gibi bir mevsimin ılık, uysal, ilk çiçeği olacakmış, kendi renginde açmayı unuttuğu sabahların şebnemleri ile gözlerinin dolacağını görecekmiş meğer. vakitlice anlamış olmasına memnun, yokluğu ile iyileştiğini zannettiği tüm hatıraları, hatırlatmaları, hayrayordukları, kabusları, iyi saatte olsunları hem yok edip hem yaşattığı, başkasını beklerken kendine vardığı, başkasına ulaşmaya çalışırken kendine çarptığı bu elim yolculuğun, tek gidişlik biletini hangi kitabın arasında saklasam diye düşünürken, kitaplarının arasından karmakarışık hislerle damla damla karışmasına müsebbip hatıraların döküldüğü anların, yorgun ve kırgın çizgilerini yedi kat toprak ve kil altında uyutmak, zamanının ne zaman geleceğini bilmeden, üstünü arada sırada eşeleyerek altında olup bitenleri yokladığı sabahların, artık yedi kat üstüne çıktığını anlayacağı varmış.
    bu esnada tüm bu çarpıp çırpmaların, çırpınmalarının, sıkışmalarının, daralmalarının, titremelerinin gün güne kaybolup gittiğini fark edememiş olmasına kendi bile kızardı, aklı başında olsaydı.
    köprü aynı köprü, akan su aynı su. ama daha derin bir vadi, daha derin bir çizik takvimde. at üstüne zamanları, ört üstünü topraklarla; durduğu yeri bil ama bilme. bugün toprağı açıp içine baktığında bir demet ışık çıkarsa içinden, hiç şaşırma. kendi kendine kendini yalıttığın düşler, kendi kendini değiştirerek evrildiler bir topan buluta. kokusunun değişmesi, artık seni incitmemesi, soğuduğunu zannettiğin içinin hareketsiz duruşu hep bu yüzden. küstüğün şarkıların, geçmekten korktuğun sokakların, bakmadığın boğaz manzarasının yasağı kalkalı oluyor epey. beyaz bir keten mendil elindeki, sallayıp durduğun ise acıların değil. bu bir uğurlama, savaş değil.
  • "zekayı ancak sonuçlarından tanırız. ama onu yalıtamaz, ölçemeyiz. (...) doğruya doğru. ama bizim sorunumuz bütün zekaların eşit olduğunu kanıtlamak değil ki." jacques ranciere - cahil hoca

    (bkz: yalıtım)
    (bkz: izolasyon), izole etmek, soyutlamak, yalnız bırakmak
    (bkz: aforoz)
hesabın var mı? giriş yap