• olası bir durumu alınacak tedbirle büyümeden bertaraf etmek.
  • (bkz: sunnet)
  • (bkz: haremagası)
  • iyi birşeymiş gibi görünüyor, ne de yılan tehlikeli bir hayvandır. ama yine de oldukça faşist bir hissiyatı var bu lafın, söyleyenlerin başını ezdikleri yılandan daha tehlikeli olduğundan korkarım hep.

    bir de yılanın başını küçükken ezeceksin şeklinde kullanılır, başka türlü bir çekimi yoktur bu fiilin.
  • altmışlı yıllarda çapa'daki çukurbostan civarında bir kolej vardı. yeşillikler içinde bir bahçe içerisinde eski bir köşk, müştemilatları ve sonradan ilave edilmiş barakamsı eklentileri ile pek de okula benzemeyen bir yerdi. annemle birlikte o okula komşu olan apartmanlardan birinin giriş katında oturuyorduk. oturma odamızdan okulun bahçesi görülürdü. ben de o okula giden öğrencilerle aynı yaşlardaydım ama benim gittiğim okul devlet okuluydu. biz çift tedrisat yapar, yarım gün okula giderdik. ya sabahtan öğleye kadar ya da öğleden akşama... komşu okul tam gün eğitim yapardı. o zamanlar cumartesileri de yarım gün çalışma günü olduğundan okullar da yarım gün açık olurdu. tam gün gidenler sabah gider, öğle vakti çıkar, benim gibi çift tedrisat okuyanlar yarım günlük cumartesiyi de ikiye bölerek üçer dersle iktifa ederlerdi. televizyonun günlük yaşamımıza girmediği, bilgisayarın esamesinin anılmadığı, hanelerin kendi içine kapalı küçük dünyalar olduğu yıllardı, o yıllar. ders çalışmaktan arta kalan zamanlarımda, kolejin bahçesini seyretmek tek eğlencemdi. ilkokuldan liseye kadar değişik yaştaki çocukların derse girmek için bahçede toplanmaları, bir binadan öbür binaya geçmeleri, ellerinde küçük sefertasları ile yemekhaneye gitmeleri, bahçede kantin önünde cıvıldaşmaları, kısa sarı saçlı, kalem gibi vücutlu bir elinde düdük diğer elinde ince bir sopa taşıyan aksi beden eğitimi öğretmeninin yaptırdığı voleybol basketbol dersleri ve okulun dağılış saatinde mahallenin zıppır takımıyla öğrenciler arasında uzaktan bile bakınca fark edilen elektrikli hava henüz gözü açılmamış küçük bir çocuğu, pencere önünde bütün gün oyalamaya yeterdi.

    benim için seyirlik bir yer haline gelmiş bu okulun bayrak töreni de bizim penceremizin içine baktığı arka bahçesinde yapılırdı. ben sabahçıydım. sabah törenlerini göremezdim ama cumartesi günü öğle üzeri yapılan tören sırasında çoktan eve dönmüş olurdum. bir müzik öğretmenleri vardı "süleyman bey" istiklal marşından önce çocuklara okul marşını söyletirdi. sanırım kendi bestelemişti. "özel istanbul koleji /tarihimin şanlı sesli/ bilgi ahlak meşalesi..." diye giden saçmasapan bi'şeydi. benim çok komiğime giderdi ama çocuklar çok ciddi ve esas duruşlarını bozmadan avazları çıktığı kadar bağırarak söylerlerdi bu marşı. süleyman bey de akordeonuyla eşlik ederdi onlara. benim gittiğim okul böyle fazla hot zot bir yer değildi. paranla eziyet çekmek böyle bir şey herhalde diye düşünürdüm. annem okulun ip gibi dizili öğrencilerine bakar "ne disiplin! ne disiplin!" diye iç geçirirdi. bana söylemezdi ama burnunun dibinde böyle bir okul varken çocuğunu gönderemiyor olmaktan üzüntü duyardı. birkaç ayda bir bayrak töreni sonrası farklı bir fasıl olurdu. o günleri sevmezdim hiç. disiplin cezası almış çocuklar sıra ile adları ve cezaları okunarak toplu olarak bekleyen öğrencilerin karşısına çıkarılır, bazen birkaç erkek öğrenci, bazen de birkaç kız süklüm püklüm müdür konuşmasını bitirene kadar başları önlerine eğik beklerlerdi.

    işte o fasıllardan birinde gördüm, o küçük kızı, bir okul dolusu öğrencinin önünde. hayatımı ondan öncesi ve sonrası diye ayırırım hep. kısa boylu, cılız, saçları iki yanda örülü, kendisine bir beden küçülmüş paltosunun kısa kalmış kolları içinden incecik bilekleri dışarıda. oniki onüç yaşlarında vardı belki ama karşıdan bakınca göstermiyordu hiç. yanında kendisinden daha iri gösterişli bir kız duruyordu. ağlıyor muydu anlayamamıştım. müdür onları bayrak direğinin önüne çağırırken "üç gün okuldan tard" demişti. o ceza ile o küçük kız arasında hiçbir irtibat kuramamıştım. mutfağa koştum bir solukta gördüklerimi anneme anlattım. annem peşim sıra pencerenin önüne geldi şöyle bir baktı sonra "kimbilir ne yapmışlardır? yakalanmışlar bak, ne iyi! yılanın başını küçükken ezeceksin böyle !.."mealinde bir şeyler söyledi ve işinin başına döndü. annem fark etmiş miydi bilmiyorum, başı ezilen yılanlardan biri, o küçük kız, aynı bana benziyordu. dayanamadım, bakmaktan vazgeçtim.

    okulun sokağında bir bakkal dükkanı vardı. biz alışverişimizi oradan yapardık. öğrenciler de ıvır zıvır ihtiyaçlarını oradan görürlerdi. belki el altından sigara da aldıkları bir yerdi ama ben görmemiştim. okulun giriş ve dağılış saatlerinde ne zaman o bakkala uğrasanız içerisi öğrenci dolu olurdu. okulun bütün dedikodusunun döndüğü yerdi. o küçük kızı bir okul dolusu öğrencinin önünde yaprak gibi titrerken - yoksa ben mi titremiştim- gördükten kısa bir müddet sonra annem "gel bak ne öğrendim bizim bakkaldan "dedi. okulun dağılış saatlerinde okul önüne toplanan gençlerden biri kızın cebine mektup koydurtmuş. kız da bunu okulda arkadaşına göstermiş. (akıl sormuştu muhtemelen) arkadaşı da üst sınıflardan bir çocuğa. bu arada bir öğretmene yakalanmışlar, olanlar olmuş. disiplin kurulunda kız mektubu göndereni hiç tanımadığını, hatta yüzünü bile görmediğini , mektubu cebine koyanın da küçük bir çocuk olduğunu söylemiş ama nafile. arkadaşı ile birlikte cezayı almışlar. ailesi de kızı okuldan almış. ben o yaşımda mektubun yanlışlıkla o kızın cebine konmuş olabileceği ihtimalini düşünememiştim. hatta o kızın adam yerine konmuş olmaktan dolayı heyecanlanmış olabileceğini de. sadece evinde annesinin babasının önünde yaşadıkları her gece farklı bir temsille gelir gözümün önüne durur, geceleri gözüme uyku girmezdi.

    bu olaydan benim payıma da düşen oldu. annem "zaman kötü! küçük kızları, yakışıklı delikanlılarla kandırmaya kalkanlar varmış" dedi. muhakkak olanlara konu komşunun yorumuydu bu. bir müddet beni okula kendisi götürdü getirdi. kandırılmaya karşı zaptürapt altına alınmıştım. anneciğimin haberi var mıydı ki orta sınıf ahlakının riyakar bekçilerinden. ben dönüp geriye baktığımda ilk defa o zaman fark etmiş olduğumu görüyorum.

    birkaç sene sonra bir yaz günü kamyonlar doldu sokağımıza. okulun içinde okula ait ne varsa yükleyip götürdüler. ardından binaları yıkıldı. iki sene sonra orada büyük bir site yükselmişti. okul ne oldu bilmiyorum. o kıza da...
  • önyargının açılımı.
  • osmanlı tarihindeki uygulaması için (bkz: fatih kanunnamesi)
  • ingilazlar nip this/it in the bud derler. filizken budamak manasında.
  • pek fazla tutulmamış bir atasözü. özellikle yılandan beter yaratıkların sayısındaki artışa bakarak bunu rahatça dile getirebiliriz.
hesabın var mı? giriş yap