• shirley jackson'ın 1962 tarihli son romanı. insanlardan devamlı kaçan, izole sürdürdüğü hayatı nedeniyle cadılıkla bile suçlanan yazarın kendinden de bir parça duygu barındıran bu romanda olayları 18 yaşındaki mary katherine (merricat) blackwood'un ağzından dinleriz. ablası constance ve kötürüm julian amca ile birlikte, kasabanın izole bir bölümünde ağaçlıklar içinde gizlenen bir malikanede yaşarlar. öykü ilerledikçe, bu varlıklı ailenin son temsilcilerinin başından geçen korkunç hadisenin üzerindeki esrar perdesi aralanır. merricat kasabaya gidebilen tek üyedir; kasabalıların acımasız işkencelerine karşı koyabilecek dirence ve hayal gücüne sahiptir çünkü. fakat değişimin kekremsi kokusu yayılır ve merricat'in zihinsel sığınağı bu kötülüğe karşı koyamaz.
    agorafobi, paranoya ve izolasyonun sızım sızım sızladığı bu öyküde jackson yine gündelik şiddeti umarsızca aktarıyor. nefis bir kitap. hipnotize edici.
  • siren yayınları tarafından berrak göçer'in çevirisi ile biz hep şatoda yaşadık ismiyle türkçe yayınlanmıştır.
  • kitabın arka kapağında "bugün stephen king’den neil gaiman’a değin pek çok çağdaş yazarın ilham kaynakları arasında andığı shirley jackson, amerikan gotiği’nin klasiklerinden sayılan..." diye bir tanıtım yazısı var.

    neil gaiman kitaplarını okumadım.

    stephen king'i ise yeterince okuduğumu (hakkında yorum yapacak kadar) varsayıyorum.

    stephen king'in kasaba, şehir kurma ustalığının bu yazardan kaynakladığını düşünüyorum. çünkü bu kitaptaki kasaba ile stephen king kitaplarındaki kasaba kurguları çok benzer ve gerçekten iki yazarın kasaba, yerleşke, şehir kurgularını çok seviyorum. adeta orada yaşıyorum gibi oluyor ve bu bana büyük keyif veriyor.

    ayrıca stephen king'in bu kitaba benzer kitaplarındaki gerilim bu kitapta çok iyi yazılmış, hissettirilmiş. her iki yazarda karakterleri yeterince sevdirdikten sonra okuru germesi durumu çok iyi.

    ayrıca yazar bu kitabı yazdığı zaman diliminde agorafobiden muzdaripmiş. kitabın karakterlerinden biri de bu fobiden muzdarip ve karakterin üstüne çok iyi oturmuş. yani havada kalan bir durum yok.

    ayrıca yakında filmi çıkacakmış. ben bu kitabı okuduktan sonra bunun filmi çekilir demiştim sonra bakayım dedim var mı diye, evet varmış, kısmet bana değilmiş yani. *

    filmin yönetmenliğini stacie passon üstlenmiş.

    oyuncular

    alexandra daddario - constance blackwood
    sebastian stan - charles blackwood
    taissa farmiga - merricat blackwood
    crispin glover - julian amca
    paula malcomson - helen clarke
    peter o'meara - sam clarke
    stephen hogan - john blackwood
    peter coonan - bobby dunham
    bosco hogan - ol' ned
    joanne crawford - stella
    patrick joseph byrnes - mr. elbert
    anna nugent - lucille wright
    liz o'sullivan - mrs. harris
  • shirley jackson'ın agorafobiyle mücadele ettiği dönemde yazdığı romanı. aynı zamanda son romanıymış. jackson'ın agorafobisinin hayatını ne kadar etkilediğini bilmiyorum ama roman tamamen bu fobi üzerine inşa edilmiş. bu fobi üzerine yazılmış en iyi romanlardan olabilir. romanı ilginç yapan da bu fobi oluyor. hayatları boyunca malikânelerinde yaşayan iki kız kardeşin evden çıkma, kalabalığa karışma korkuları ve insanları sevememeleri anlatılıyor. aslında otobiyografik bir roman kabul edilebilir. zamanında jackson evinden dışarı çıkmayınca hakkında cadı söylentileri çıkmış. bu da onu insanlardan tiksinmeye yönlendirmiş olabilir. romanın ana karakteri de kimseyi sevmiyor, nitekim jackson'ın yarattığı kasaba da öyle sevilesi insanlardan oluşmuyor. romanın en merhametli kadını (helen) bile çürümüş kasabasını savunmaktan kendisini alamıyor. romanda paranoya da, açık alan korkusu da, gizem de, gotik de iyi işlenmiş.

    jackson yağmacı, tacizci, çürümüş bir kasaba yaratmış ama merkezdeki karakterler de tabii ki sağlıklı veya normal değiller. açık alan korkusu yüzünden ve insanları sevmedikleri için üç karakter de sürekli diken üstünde, sürekli emniyet kaygıları içerisinde yaşıyorlar. bu da özellikle kız kardeşleri anbean daha da sağlıksız hale getiriyor. bilhassa küçük kardeş mary katherine yaşadığı evi güvenli bulmayınca ya da kuzeni charles evde yaşamaya başlayınca hayallerinde yarattığı dünyaya sığınıyor. romanda iyi karakter yok denebilir. connie toplumun baskıları nedeniyle dış dünyadan elini eteğini çekince kız kardeşini de kendisi gibi dış dünyadan soğutarak, onun paranoyasını körükleyerek yetiştiriyor. ama mary zaten bundan önce de normal birisi değildi. keza eve dadanan charles da alabildiğine itici birisi olarak betimleniyor. ilginçtir yazar akraba/yabancı fark etmeksizin herkesten nefret ediyor galiba. jackson'ın tepedeki evi'ni ve bu romanını arka arkaya okuyunca insanları gerçekten hiç sevmediğini fark etmek mümkün. iki romanda da karakterler eski, gotik, insanların öldüğü bir evde yaşıyorlar. iki romanda da merkezdeki genç kızların aileleriyle ilişkileri kötü. mesela tepedeki ev'de genç kız, ablasından ve baskıcı eniştesinden kaçıyor. bu romanda da kuzen charles'la ilişkiler kötü. iki romandaki kasaba ahalisi de iticiler. iki romanda da bir aile olma ama aynı zamanda güvende olma çabaları işleniyor.

    velhasıl; biz hep şatoda yaşadık kaliteli bir roman. ama ortada her biri diğerinden daha itici onca karakter olduğundan o denli keyifle okunmuyor. bu yıl vizyona girecek filmiyse tahminen o denli iyi olmayacak. bekleyelim görelim.
  • esra ertan'ın kitap ve yazar hakkında yazdığı güzel bir kritiğini okumak isteyenleri şöyle alalım!
  • açıkçası beni içine çok da çekemeyen shirley jackson romanı. rahatsız karakterler, garip konular üzerinde çok durulması gibi bahaneler üreterek kitabın derinlerine -bir derinliği var mıdır emin değilim- giremediğimi belirtmek isterim. hızlıca okunuyor, çabuk bitiyor fakat mutlaka okunması gereken bir kitap mı yoksa zaman kaybı mı iki sorunun da cevabı havada kalıyor. enteresan bir fobiyi konu edindiği ve yazarın bu kitabı yaratırken içinde bulunduğu bu durumun aynı fobiye denk gelmesi dolayısıyla puanım kitap için 3/5.
    siren yayınları'dan türkçemize kazandırılmış.
  • filmi çekilmekte ya da çekilmiş olan gotik roman ,umarım kitap kadar güzeldir.
    edit: değildi
  • nedense kafamda tepedeki ev'in gölgesinde kalmış bir roman olarak yer etmiş shirley jackson eseri. ancak kanımca tepedeki ev'den daha iyi bir romandır. esin kaynağı olduğu yazarlardan biri de paul tremblay'dir bu arada. (bkz: kafamdaki hayaletler)

    --- spoiler ---

    shirley jackson romanlarını okurken içimde garip bir his hasıl oluyor; ne okuduğumu bilmeden okuduğumu hissediyorum bazen. kelimeleri, cümleleri anlamamak gibi değil de daha ziyade hiçbir karakterle tam manasıyla bağ kuramamak gibi. tabii benim gibi alelade bir insan shirley jackson'ın çetrefilli kahramanlarıyla nasıl bağ kursun? mesai bitimi taksi avında predatörlerle kapışmak zorunda kalmamak için ofisten on dakika erken çıkmanın hesabını yapan vasat bir hödüğüm ben nihayetinde.

    öte yandan, shirley jackson herhangi bir romanında okuruna içinde kaybolacağı bir evren vadediyor mu gerçekten, bundan da emin değilim. sizi sabahın üçünde ansızın uyandırıp bir bardak su içmek için mutfağa götüren tatsız bir rüya gibi jackson'ın evrenleri; tıpkı merricat, constance ve julian amca'nın dünyası gibi. insanı yaklaşık iki yüz sayfa boyunca mütemadiyen susatan türde agorafobik bir deneyim biz hep şatoda yaşadık.

    yine de vasat bir hödük olarak düşünmeden edemiyorum; merricat ailesini neden zehirledi?

    --- spoiler ---
  • kısa bir süre önce kitabı okurken filmi ve oyuncularını duymuştum.gözümün önünde onları canlandırarak bitirmiştim romanı-yada uzun hikaye- merricat ailesini neden zehirledi denmişte o bir deli,hemde sinir bozucu bir zırdeli.https://instagram.fsaw1-4.fna.fbcdn.net/….fbcdn.net / https://instagram.fsaw1-4.fna.fbcdn.net/….fbcdn.net zehirleme nedeni aşıkçasına sevdiği (karşılıksız değil) kimseyle paylaşamadığı constance'a kötü davranmaları güzelim constance'ta merricat'ın,bir başka deli julianamca'nın,paragöz kuzen charles'ın bir nevi deliliklerinin,bencilliklerinin kurbanı.amerikan kasabalısınında ikiyüzlülüğünün,linç merakının anadolu kasabalısı,köylüsünden bir farkı olmadığını görüyoruz https://www.goodreads.com/…ways_lived_in_the_castle kitabın sonlarına doğru zaman içinde malikane tamamen sarmaşıklarla kaplanarak içindekilerle birnevi hayaletli,kasabalının korktuğu bir "perili şato"ya dönüşür,filmde bunu göstermemişler,yada hayalgücüne bırakmışlar...
  • “doğada hiçbir şey yoktan var olmuyor ve sarayların enkaza, hayallerin hezeyana dönmesi için bir an yetiyor; geriye biraz toz, belki biraz da kül kalıyor... ve hiçbir şey, ama hiçbir şey insanın evi gibi olmuyor.”

    oldukça başarılı psikolojik tahlillere ve bir o kadar gizemli atmosfere sahip bir shirley jackson romanı. yer yer tuhaf hissettiriyor, akılda olaylara dair soru işaretleri bırakıyor. ve okudukça olayların bir öneminin olmadığını fark ediyorsun.
hesabın var mı? giriş yap