• herşeye ve röportaja karşı thomas bernhard'dan giderayak röportajlar. sorular çıkarılmış, cevaplar ardarda dizilmiş, bernhard nasıl yazıyorsa. kurt hofmann, yky

    "gülünç şeyler de oluyor. bir keresinde peter hamm'la on iki ya da on beş yıl öncesindeydi, o zamanlar sevimli bir adamdı, bayan koch'la da en yüksek... ve bu koch'la bir kez geldiler, kürk palto içinde, mimci kız, içki içildi, teyp falan ve saatlerce. sonra bunları daktiloya çektirmiş, sanırım bir yayınevi de işin içindeydi, o geceden kalın bir şey çıktı ki ortaya, ben doğal olarak, kesinlikle olmaz, dedim, akıl almaz bir şey bu, içtik diye kitap mı yapacağız. kızdı. o gün bitti dostluğumuz. mutlaka para harcamıştı ve haftalarını bu işe vermişti, ama hayır demek zorundayız."

    "evet, sonra düşünüyorum da, korkunç aslında, insanın zorunlu ilişkileri olması şart. başka türlü olmuyor, ama ne kadar az olsa da, yeterince az değil. böylece herkes kendi yaşam hırkasını örüyor, kimi içine daha çok kalp örüyor, öteki daha az, sonunda hepsi keçeli, fazlasıyla dar, delikleri var, bitirinceye kadar da ön yüzü fareler ve güveler tarafından yenmiş oluyor, daha bitmeden mahvoluyor olağanüstü parça ve tanrı o zaman "yakışmış", diyor."
  • 1986 yılında "başarılmış" muhteşem bir söyleşisi var notosolojide yayınlanan, konuya da deginiliyor ufaktan. özlemişim bu aksi, huysuz tatlı ve haklı adamı ve onu okumayı.

    http://www.notosoloji.com/…ve-hicbir-yere-cikmiyor/

    "size göre söyleşi nedir?

    benim genelde yapmadığım şey. söyleşi yapmak isteyen insanları şüpheyle karşılarım, çünkü tatmin edemeyecekleri bazı özel beklentileri gündeme getirirler. sıradan insanlarla konuşmak çok iyidir. ama söyleşi olacaksa, işte o zaman her şey ürkütücü hale gelir! şu güzel deyiş, “güneşin altındaki her şey”. her şey birbirine girer ve sonra biri bir tarafa çeker konuşmayı, öbürü başka tarafa, sonra dayanılmaz ve leş gibi bok kokusu çıkar alttan. kim olursa olsun. toplu söyleşiler vardır, yüzlercesi, kitaplar dolusu. bütün yayınevleri bunların sırtından geçinir. anüsten çıkan bir şey gibi, sonra bunlar iki kapak arasına doldurulur. bu bile bir söyleşi değil."
  • 15 temmuz 1986 sabahı, café bräunerhof, viyana. thomas bernhard söyleşi için net bir randevu saati vermemiştir. o ara dairesini boyatıyordur. tabii ki de “beyaz” der. evindeki boya işi yüzünden sabah erkenden kafelere kaçar. vardığımda, “mekânın daha havadar” olduğu girişte bir yerde çoktandır oturuyordur. sayfalarını hızla karıştırırken neredeyse parçaladığı gazete yığınlarının içinde kaybolmuş bir haldedir. söyleşi olacak mı? evet, dedi, bugün havamdayım. ama kısa ve nokta atışı.

    – sorun olmazsa gazete okumaya devam edeceğim, olur mu?

    olur olur, ne demek.
    bir şey sormanız gerekecek, ancak o zaman bir cevap alabilirsiniz.

    – kitaplarınızın kaderi sizi ilgilendiriyor mu?

    hayır, pek değil.

    – peki ya çeviriler?

    ben kendi kaderimle bile neredeyse hiç ilgili değilim, kaldı ki kitaplarımınkiyle olayım. çeviriler derken neyi kastediyorsunuz?

    – başka ülkelerde kitaplarınıza olan şeyi.

    hiç ilgilenmiyorum, çünkü çeviri başka bir kitaptır. orijinaliyle hiç alakası olmaz. onu çeviren kişinin kitabıdır. ben almanca yazıyorum. size bu kitapların kopyası yollanır, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. kapakları berbatsa eğer, salt sinir bozucudurlar. şöyle bir karıştırırsınız, o kadar. o acayip kitap isminin dışında eserinizle hiçbir ortak yanı olmaz. öyle değil mi? çünkü çeviri imkânsızdır. bir müzik eseri yazılı notalar kullanılarak bütün dünyada aynı çalınır, ama bir kitabın, benim durumumda, almanca çalınması gerekir. benim orkestramla!

    – ama der weltverbesserer (dünya düzelticisi) oyununuzun gelecekte sahnelenmesini yasakladığınızda, metinlerinizin kaderiyle alakalı olmuş olmuyor musunuz? aynı şey değil mi?

    hayır, çünkü der weltverbesserer belirli bir aktör için yazıldı, zira onu sahneleyecek tek kişinin o aktör olduğunu biliyordum, çünkü o sıralar onun gibi yaşlı bir aktör yoktu, bu yüzden doğal olarak oyun böyle ortaya çıktı. hannover’de bir dallamanın bu oyunu sergilemesinin bir anlamı yok, o zaman hiçbir şeye benzemez. beladan başka bir şey olmayacaksa niye yapasın ki.

    – yurtdışında avusturya’da olduğundan daha çok ciddiye alınmanızı, yurtdışında gerçekten “okunurken” avusturya’da öncelikle skandal yaratan biri olarak görülmenizi nasıl açıklıyorsunuz?

    çünkü avusturya dışında, roman ve slav dünyasında edebiyata daha büyük bir ilgi var. burada olmayan bambaşka bir konumu var edebiyatın. burada edebiyatın hiçbir değeri yok. müziğe değer veriliyor burada, onun dışındaki hiçbir şeyin temelde değeri yok. hep böyleydi bu.

    sokaktaki birine sıcak davrandığınızda bile insanlar sizi ciddiye almıyor, sizi soytarı yerine koymaları için yeterli bu. böyle birinin yaptıklarının hiçbir değeri olamaz. aile yaşamında da böyledir ya. şu bilindik çocukça eğlenceler olan, tamamıyla normal bir ailede büyümüşseniz eğer, hayatınızın sonuna kadar insanlar size şarlatan olduğunuzu söyler, ne yapsanız olmaz, şakadan başka bir şey yapmayan oğlan ancak babaannesinin berbat yemeklerinden şikâyet eder, en fazla bu olur, derler. mezara kadar peşinizi bırakmaz bu. devlet ve ülke için de aynısı geçerlidir. sıcakkanlı bir insan olarak görünürseniz eğer, işiniz bitmiştir. insanlar sizekabare sanatçısı gibi davranır, o kadar. avusturya’da ciddi olan her şey kabareye döner. ağırbaşlı bir tarafı olan ne varsa gülünç düşer – avusturyalılar ciddiyete en fazla bir şaka olarak dayanabilir. başka ülkelerde hâlâ bir ciddiyet algısı var. ben de ciddi bir insanım, ama her zaman değil, aksi takdirde herkesi deliye çevirir, aptalca bir şey haline gelirdi. böyledir bu.

    – karakterleriniz ve siz genellikle hiçbir şeyi umursamadığınızı söylüyorsunuz; topyekûn bir entropi gibi geliyor kulağa, herkesin her şeye evrensel kayıtsızlığı gibi.

    hiç de değil, iyi bir şey yapmak istiyorsunuz, yaptığınız şeyden keyif almak istiyorsunuz, bir piyanist gibi, onun da bir yerden başlaması gerekir, üç nota dener, sonra yirmi tane öğrenir, en sonunda hepsini öğrenir, sonra da hayatı boyunca bu notaları kusursuz biçimde çalmaya çalışır. zira onun en büyük zevki budur, bunun için yaşar. ben de kimilerinin notalarla yaptığını sözcüklerle yapıyorum. bu kadar basit. başka bir şeyle ilgilenmiyorum. çünkü dünyayı içinde yaşayarak bir şekilde öğreniyorsunuz zaten, kapıdan dışarı çıktığınız anda dünyayla doğrudan karşı karşıya kalıyorsunuz. bütün dünyayla. yukarısı ve aşağısıyla, arkasıyla ve önüyle, çirkinliği ve güzelliğiyle, son derece doğal. bunu istemeye gerek yok ki. kendiliğinden oluyor. evden hiç çıkmasanız bile süreç aynı işliyor.

    – kusursuzluk çabasından başka bir şey yok. hep daha iyi daha iyi olmak istiyorsunuz.

    dünyada hiçbir şey için çabalamanıza gerek yok, çünkü nasılsa oraya doğru sürükleniyorsunuz. çabalamak [streben] hep çok saçma olmuştur. almancadaki streber [inek/yalaka] kelimesinin korkunç bir anlamı var. çabalamak da böyle korkunç bir şey. isteseniz de istemeseniz de dünyanın sizi sürükleyen bir tarafı var, çabalamaya hiç gerek yok. çabaladığınızda streber olursunuz. ne anlama geldiğini biliyorsunuz artık. başka bir dile çevirmesi zor.

    – sorun değil, ne olduğunu biliyorum.

    siz ne olduğunu biliyorsunuz ama fransa’daki insanların streberin ne olduğunu bildiklerini sanmıyorum. oralarda böyle tipler yok sanırım.

    – bu kusursuzluk arayışı kitaplarınızda önemli bir rol oynuyor.

    her sanatın cazibesidir bu. her sanat böyledir, seçtiğiniz enstrümanı hep daha iyi çalmak. işin zevki budur, bu zevki kimse sizden alamaz ya da sizi bunu bırakmaya ikna edemez. birisi büyük bir piyanistse eğer, piyanonun başına oturduğu odayı boşaltıp toza toprağa boğsanız, sonra üstüne bir kova su dökseniz bile orada oturup çalmaya devam eder. ev başına yıkılsa bile çalmaya devam eder. aynı şey yazmak için de geçerli.

    – o halde başarısızlığa ilişkin bir şey.

    başarısızlıkla ne alakası var?

    – kusursuzluk arayışı.

    en sonunda her şey başarısızlığa uğrar, her şey mezarda son bulur. elden bir şey gelmez. ölüm her şeyin üstüne hüküm sürer ve her şey biter. çok sayıda insan on yedi, on sekiz yaşında ölüme teslim oluyor. bugünün gençleri on iki yaşında ölümün kollarına bırakıyorlar kendilerini ve on dört yaşında ölüyorlar. bir de seksen doksan yaşına kadar mücadele eden yalnız savaşçılar var, onlar da ölüyor ama en azından daha uzun yaşıyorlar. hayat hoş ve eğlenceli olduğundan keyifleri daha uzun sürüyor. erken ölenler daha az eğleniyor, onlar için üzülüyor insan. çünkü daha hayatı tanımaya bile başlamamış oluyorlar, çünkü hayat aynı zamanda uzun hayat anlamına gelir, bütün korkunçluklarıyla.

    – bu korkunçluğun erotizm ve aşk içerdiğini düşünüyor musunuz?

    erotizmin ne olduğunu herkes biliyor. üstüne konuşmaya gerek yok. herkesin kendine göre bir erotik anlayışı var.
  • •insan her şeyi anlatamaz ki: bir yaşam kolayca ortaya serilemez. yaşamınızı açmaya kalkarsanız, tamamen kirlenmiş bir halı gibi silkeleyebilirler, ben bunu yüzünüze silkelesem, belki de teşekkür ederdiniz. işte böyle bir şeydir birinin yaşamını, hangisi olursa olsun, önünüzde silkelemesi. öksürük krizine tutulur ve kısa bir süre sonra da kaçardınız.

    •ben mümkün olduğunca bir şeye ve kimseye bağlı olmamaya bakıyorum. bu ilk kural, çünkü o zaman çok değişik davranabilirsiniz. kendinize karşı da. yalnız o zaman mümkün.

    •bir yıldır - neydi adı o ünlü boşluğun?- esneyen bir boşluk. şimdi ne yapmalıyım? artık beni ilgilendiren bir şey de yok. evet içeriye hep bir şey giriyor, çıplak umutsuzluk olsa da, bir şey geliyor hep. parçalara ayrılıyor sonra gene. yaşam bir bölünme çünkü. işte bunun üzerine gidiyor insan, bir başkası ya da kendiniz olsa da, bilemiyorum. bir yere varmıyor hiçbir şey.

    •elinizde değil, size bir ad veriliyor, adınız thomas bernhard, ömür boyu taşıyorsunuz bu adı. bir gün bir ormana gezmeye gidersiniz ve biri fotoğrafınızı çeker, o zaman seksen sene hep ormana gezmeye gidersiniz. buna karşı hiçbir şey yapamazsınız.
hesabın var mı? giriş yap