• ewan mcgregor ve naomi watts'ın rol aldığı, çekimleri tamamlanmış bir film. tatil için endonezya'ya giden bir ailenin 2004 yılındaki tsunami felaketine yakalanışı ve sonrasında yaşananları konu alıyormuş. gerçek bir öyküymüş.
  • fragmandan cagrisim: (bkz: hereafter)

    hele otele vuran dalga, sanirim ayni grafik departmani kotarmis.
  • 2004 yılındaki felaketi iliklerinize kadar işleyerek anlatan, kasım kasım kastıran film. film çıkışında günlük dandik dertleri tasaları unutturandır ayrıca.
  • ispanyol yönetmen juan antonio bayona'nın kotardığı tsunami filmi. 2004'te asya'da meydana gelen büyük tsunami felaketi filmin arka fonunu oluşturuyor. bu tsunaminin yarattığı tahribatlara odaklanıyor yönetmen. bir röportajında bu felaketle ilgili hikayeleri duyunca çok etkilendiğini ve bu olayı filme taşımak için hazırlıklarına o hikayelerden sonra başladığını dile getirmiş. etkilenmemek zor bu tsunami felaketinden. yönetmen de bu felakete dikkat çekmeye çalışmış. naomi watts ve ewan mcgregor amerikalı bir çifti canlandırmışlar. film de tsunamiyi bunların gözünden aktarıyor izleyiciye.

    film epey kötüydü. berbattı bile diyebilirim. aklıma hemen clint eastwood'un ölüme yaklaştığından olsa gerek diğer tarafı araştırmaya başladığı hereafter (öteki dünya) filmi geldi. hereafter da bence kötüydü. bazı eleştirmenler film kötü olsa da "aslında oldukça iyi" demeye getirmişlerdi eleştirilerinde. ama iyi değildi, başarılı yönleri olsa da. o film için girdiğim entryde "sadece tsunami sahnesi çok iyiydi, başka da özelliği yok" demiştim (bu sekans oscar ödülü kazandı yanılmıyorsam, efekt dalında). aynı cümleyi bu film için de kuracağım: "tsunami sekansından başka bir özelliği yok". hereafter daha iyiydi. zira hereafter sadece tsunami sonrasına odaklanmıyor, öteki tarafı da araştırıyor, ölümden sonrası ile ilgili bir şeyler söylemeye çalışıyor. bana göre ölümden sonrasını hikayeye dahil etse de yönetmen filmini kurtaramıyor. gene de "shyamalan ve inarritu'nun kesişiminden nasıl bir film ortaya çıkar?" diye düşünülürse hereafter izlenebilir. the impossible'ı izleyene kadar hereafter çok kötü bir filmdi benim için. ama şimdi "çok"u atıp "kötü"yü kullanabilirim film için.

    the impossible bir tv filminden öte değil. evet, bu tür acılara, felaketlere dikkat çekmesi iyi ama bunu acıtasyonla, duygu sömürüsü ile, çağan irmakvari sekanslarla yapması hiç de iyi değil. bir hollywood-ispanyol ortak yapımı diye olduğundan daha iyi göstermeyeceğim. kötüyse kötüdür, the impossible da kötü bir filmdir. neden? yaşanan acılar aktarılırken yönetmen acıtasyona kaçıyor sürekli. duygu sömürüsü yani. çağan irmak'ın çok iyi yaptığı şey. "baba", "lucas", "thomas", "anne", "kardeşim", "çocuklarım olmadan asla" nidalarını duyup duruyoruz. o kadar çok "baba" deniyor ki filmde bir süre sonra duygusallık yerini "e yeter amk"ye bırakıyor. arkaya da koymuşlar insanı ağlatacak müzikler, ses olarak "anne, baba, çocuklarım", görüntüde cesetler, görüntüde tsunaminin yıktığı ülke... tam bir hüzün masturbasyonu. eastwood en azından duygu sömürüsü yapmaya yeltenmiyordu. bayona ise sömürdükçe sömürüyor duygularımızı. "çok kötü şeyler yaşandı burada. ağlayın lan, ağlamazsan namertsin" deyip duruyor görüntüleriyle bayona. bize emir veriyor adeta ağlayın diye. ağlatmaya çalışan filmlerden nefret ederim. sadece göster, duygularını katma filme. duygularını katınca böyle çığırından çıkıyor film. duygusal olabilecekken komik oluyor. hakikaten de komik bir film the impossible. tsunami vurmuş ülkeyi. lucas denen ergen, annesine "bunu bir daha yapma" diyor. sanki annesi tsunamiye sebep oldu. annesi ameliyat için başka bir yere taşınınca tekrar aynı şeyi annesine söylüyor. mal mısın oğlum sen? sorunun ne? bir sorunu var ama bayona geçiştirmiş bunu. bir diğer komik tarafı klişeleri. tsunaminin yarattığı acılara dikkat çekmek için bu amerikan üst sınıf ailesi birbirlerinden ayrılıyorlar. finalde biraraya geleceklerini biliyoruz. fragmanda da bu bize gösterilmişti zaten. buna rağmen bu biraraya gelişi uzattıkça uzatmış yönetmen. aynı koridorda olmalarına rağmen birbirlerini görmüyorlar, normalde olabilecek bir şey ama burada komik kaçıyor. lucas, babasını görüyor, ona sesleniyor ama onu kaybediyor. sonra tekrar aynı görüntüde karşımıza çıkıyorlar ama tekrar birbirlerini görmüyorlar. tam bu sırada diğer iki kardeş, lucas'ı görüyorlar ama bir süre sonra onlar da lucas'ı kaybediyorlar. öyle komik bir sahne ki. normalde duygusal, "ay ne güzel biraraya geldiler, kavuştular" tadında bir sahne. ama klişeler öyle uzatılmış ki asiti kaçmış gazoza benziyor bu sahne. sonrası "baba, babacığım", "özür dilerim çocuklarım". öeeehh.

    tsunami sekansı hakikaten çok başarılı ama bu sekansın finale doğru tekrar tekrar gösterilmesi (o kadar uğraştık amk demeye mi getiriliyor ne!) bu sekans da "öhh, yeter lan" dedirtiyor. bazı şeyleri kör gözüm yapmayacaksın bayona. mesela meselenin altını bu denli kalın çizmesen belki film o denli kötü olmayacaktı. aslında bir hikaye lazım senariste. hikayesizlik filmi rezil etmiş. anneyle oğlu ailenin kalanından kopuyorlar. başka da bir hikaye yok filmde. işte anne ve oğlu önce bu felaketten kurtulup hayatta kalmaya çalışırlar (survival). sonra anne hastaneye kaldırılır, çocuk bir kaç sevap point kazanır. baba anneyi arar. bu sırada her yerden ceset, her yerden yaralı insan, duygusal hikayeler fışkırır. iyi insanlar çıkar babanın karşısına. onca kişi arasından anne hemen ameliyata alınma "şansına" erişir. velhasıl daha önceki tsunami filmlerinde karşımıza çıkan her şey burada da karşımıza çıkıyor. klişeler bol kepçe kullanılıyor. duygu sömürüsü de öyle.

    ewan mcgregor ve naomi watts neden bu filmde rol aldılar? watts'ın bu filme evet demesini anlarım, bir iki yerde sağlam performans ortaya koymuş (ama ödüllendirilecek kadar da değil. fair game'de çok daha iyiydi). mcgregor hep aynı replikleri söyleyip duruyor. ayrıca ikisinin karakterleri de pek derinleştirilmemiş. aralarında bir sorun olduğu izlenimi yaratılıyor iki sahnede (babanın annenin "ben işime döneyim" teklifini reddetmesi. kadın dediğin evinde oturur, işte çalışmaz demeye mi getirilmiş ne! diğeri ise lucas'ın sorunları-bakınız yukarı). bu sorunların üstüne gidilmiyor. gidilse daha iyi olabilirdi. belki mutlu son daha anlamlı olabilirdi o zaman. yönetmen 10 dakikalık "biz çok mutluyuz yahu, çok mutlu bir aileyiz biz" girişinden sonra (aynı başarısız ve göze batan girişi çağan irmak'ın mustafa hakkında herşey'inde de görmüştük) tsunamiyi getiriyor ekranlara.

    sonuçta "çok kötü" bir film. show tv'de denk gelip izlesem tsunami sekansının ortasında uyurdum. başarılı yönleri: kullanılan renk paleti görüntüleri oldukça leziz bir hale getirmiş. o sarı tonlar filme çok yakışmış. tsunami sekansı bir hayli iyiydi ama kötü olmasına da olanak yoktu, efektlerin bu denli geliştiği bir dönemde kötü bir sekansa imza atılmaz, hele böylesi bir hollywood-ispanyol filminde. müzikler çok iyiydi, boku çıkarılsa da. bunlardan başka bir artısı yok. kısacası filmi izlemeden okuyan varsa ona divx'ten izlemesini salık vereyim. onca paraya yazık. veya hereafter izlensin bunun yerine. o daha az kötüydü yukarıda belirttiğim gibi.

    günler sonra gelen edit: zürich sigorta filmin sponsoru sanırım. filmin sonunda "zürich sigortanız sayesinde eşinizi çok iyi bir hastanede tedavi edebileceğiz" diyor şerefsiz sigortacı. sırf bu cümle bile filmden tiksindirtmeye yetiyor aslında. ama aslında bu reklam şaşırtmadı. film üst sınıf insanları hikayeye dahil edip bu olayın asıl acı çeken tarafını hiç önemsemiyor. her yerde zengin avrupalılar... sanırsın tsunami bir tek avrupalıları vurdu. bir diğer sorunsa embesil lucas'ın meme problemi? anlayan var mı nedenini? annenin memeleri üç kez gözüküyor, üçünde de başını çeviriyor, utanıyor, sıkılıyor. neden? annen lan o senin, şerefsiz. neden bu sıkıntı? velhasıl çok arızalı bir film. bayona sinemaya böyle devam edecekse etmesin daha iyi.
  • beğenmeyenlerin filmi çamaşır makinasında izlemiş olduklarına inandığım film. dün istinye parkta cinemaximumda izledim. üstelik sadece vakit geçirmek amacıyla izledim. ama film şahane. tsunami felaketini sıcak evlerimizde rahat rahat "aa ne kadar acaip" diye takip ettik. bu film bize olayın içerisinde yaşayanların duygularını anlatmış. çok etkileyici. tavsiye ederim.
  • yılın en dokunaklı filmlerinden. sırtını gerçek bir hikaye vermesinden kelli çok güçlü çarpıyor suratınıza. naomi watts'ın çok çok iyi oynadığı filmde çocuk tom holland da oscar'lık performans sergiliyor, o kadar ki filmin asıl lokomotifi çocuk rolü, babadan daha çok. hayatın sırrını vermese de sevinsem mi üzülsem mi kafa karışıklığında, boğazda 2 kilo düğüm eşliğinde salondan ayrılırsınız.
  • ağzıma sıçmış olan filmdir kendisi. daha bitmedi henüz. paylaşayım istedim.
  • oyunculuklar gayet iyi, ozellikle cocuklar son yillarda izledigim en iyi cocuk oyunculardi. ewan mcgregor telefon sahnesinde zirvesini goruyorken bogazimda bir sey dugumlendi. naomi watts fazla cosamayacagi bir rolde kendi standardinda, oscar adayligi bana biraz abarti geldi.
  • boğazımda düğüm bıraktı, kimyamı bozdu, biyolojik saatimi tetikledi. "bende çocuk yapacağım böyle boy boy" dediğim muhteşem film.
hesabın var mı? giriş yap