32 entry daha
  • birinci gün:
    filmin divxini evimde seyrettim. genellikle evde seyrettiğim çoğu filmde olduğu gibi uyudum. ara ara uyandım, bir yandan filmi seyretmeye bir yandan da uykuya direnmeye çalışarak inanılmaz dakikalar geçirdim. uzun bir uykunun sonunda uyandığımda filmin hala bitmediğini görüp oha, 3 saat mi yoksa 5 saat mi bu film acaba diye düşünmemle derin bir uykuya dalmam aynı anda oldu.

    ikinci gün:
    işteyim. işler çok yoğun. aklıma melodiler geliyor sürekli. bir de kocaman uçsuz bucaksız çayırlar görüyorum sanki. akşam eve gelip divxplayer’da filmin cd’sini görünce dün bu filmi yarım yamalak seyrettiğimi hatırladım,. şaşkınlık… güzel miydi film… güzeldi tabi… hatırlıyorum. nefisti lan. brad pitt’in gözlerinde bir problem vardı galiba. bir de tüm görüntüler bulanık gibiydi, uykudan sanırım.

    üçüncü gün:
    müzikler aklımdan çıkmıyor. zerre hatırlamıyorum ama kulağıma çalınıyor bir şekilde. nota, akor, ses yok, bangır bangır soundtrack dinliyorum. sonunda müziklerin filmin müzikleri olduğunu hatırlayıp akşam filmin soundtrack’ini indiriyorum alel acele. 10 dk. sonra hemen basıyorum play’e. off… bal ne ki, şeker ne ki…

    dördüncü gün:
    akşamı zor ediyorum. eve gelir gelmez hemen açıyorum filmin müziklerini. nick cave ve warren ellis’e ibneler diyorum. inanılmaz bir müzik bu. tüm şarkılar arda arda hiç bitmeden aynı melodiyi çalıyor. müziğin neden sürekli çayırları, yalnızlığı, sonsuz boşluğu, yavaş yavaş akan zamanı hatırlattığını anlamaya çalışırken film geliyor aklıma. doğru ya. bunlar zaten film müzikleriydi. filmi de süperdi. süperdi di mi. kesin süperdi...

    beşinci gün:
    filmi tekrar takıyorum divx çalayırıma. tekrar çal diyorum. tekrar izliyorum filmi adam gibi, hiçbir sahnesini kaçırmadan. oohaa diyorum bu sefer. şerefsiz orospu çocuğu diyorum yönetmeni andrew dominik’e. mük-kemmel bir film bu. şişeden ağır ağır süzülen pırıl pırıl bir zeytinyağı gibi akıyor. adam ikinci filminde turnayı gözünden vurmuş. gözüm üstünde artık.

    sonraki günler:
    müzikleri notbukuma, telefonuma, fılaşdiskime kaydediyorum. gündüz işin en civcivli zamanlarında beş dakika ara verip patlatıyorum falling’i, patlatıyorum song for jesse’yi. yapıyorum hovardalığımı. akşamları filmden parçalar seyrediyorum. en çok filmin başındaki song for jesse eşliğinde jesse james’in anlatıldığı dakikaları seviyorum. bir de anlatıcının bulanık görüntüler eşliğinde anlattığı sahneleri… ve jesse james'in olduğu sahneleri… ayrıca roberd ford’un olduğu sahneleri de...

    5 ay öncesi :
    filmi ilk duyduğum zamanları hatırlıyorum. brad pitt’in yeni filmi geliyormuş hem de jesse james diye duyup internete saldırıp filmle ilgili tek görsel malzemenin tek bir fotoğraf olduğunu görüp sövmüştüm gene herkese. ulen demiştim, insan azıcık bilgi verir, trailer’dan vazgeçtim, iki görsel koyar adam… meğer adamlar filmin fotoğrafını koymuşlar oraya. bilememiştim. tüm filmi tek pozla anlatmış adamlar. sen bir daha vurul abi bu ekibe. bir kez daha başladım, hayvanoğluhayvanlar, şerrefsizler diye sövdüm saydım rahatladım. filmi anlatacak başka bir kare istenirse de, jesse james’in sallanan sandalyede geriye yaslanmış bir pozu süper olacaktır diyorum. dvd’ye falan koysunlar bir şekilde bu pozu. dvd ve soundtrack için de kaç paraysa vereceğiz, helali hoş olsun.

    neticede andrew dominik benimle bir bağlantı kurdu. her bir karede kafasından geçeni anladım. çayırlar, bulanık görüntüler, bakışlar, sallanan sandalye, gölgeler, piyano, gitar ve akordeon ile oluşan kusursuz dengeyi fark ettim. gözüm üzerinde yeni işlerini bekliyorum. bakalım havaya girip, denyoca bir film çekip götü başı ayrı mı oynayacak yoksa istikrarlı gidip "otuzbir çekse seyredilir" mertebesine mi ulaşacak göreceğiz.

    bitirirken `moving on` çalıyor. farlar kapalı, at üstünde gidiyorum tırıs tırıs.(tırsı tırsı)
179 entry daha
hesabın var mı? giriş yap