• kazananlar eliyle yapılır.
  • tarih araştırmaları ve etik üzerine
    tarih, insanın bugünkü varlığına kronolojik derinlikte anlam katan bir disiplindir. bu bağlamda insanın varoluş sorunlarına ve sorularına cevap verebilecek olan yegâne disiplin tarihtir.
    tarih, insanların bireysel varoluşunun yanında toplumsal varoluşun tanımlanmasında da etkilidir. toplumsal hafızanın aktarımında, bilginin üretim şeklinde ve bilgilerin doğruluğunun tespitinde mühim bir rol oynamaktadır. ulusal bütünlüğün oluşması ve kimlik inşalarında tarihin üstlendiği görev tarihsizdir.
    dolayısı ile tarih uluslar için öznel ve bu disipline yaklaşım özgünlük barındırır. tarihin tatbiki de oldukça çeşitlilik göstermektedir. aktarım yollarının yanında bu husustaki izlenen yol medeniyetlerin özelliklerine göre değişmektedir.
    tarih düşüncesi üzerinde aynı medeniyet kaynağından beslenen düşünürler dahi birbiri ile çelişen ürünler ortaya koymuştur. bu bağlamda, hegel tarihi devam eden proses olarak görmekteyken; nietzsche, tarih kavramına topyekun bir bakışın hatalı olacağını ifade etmiş, ilerleme hususunu reddetmiştir. geleceği, geçmişin dinamiklerine mahkûm etmeden inşa etmek için böyle bir öneri ortaya koymuştur. ”dünyayı çözümleme iddiasındaki birtakım kalıpları dünyaya dayatmaktan kaçınır ve dizgeselliği eleştirir. nietzsche'nin etkisiyle yapılmış tarih çalışmalarında belli bir dizgeden söz edilmemektedir.”
    hegel, tarihi diyalektik bir dinamik kullanır ve olayların bu nesnellik perspektifinden değerlendirir. “tarihteki oluşu yönlendiren diyalektik süreç hem niteliksel hem de niceliksel değişimler yaratır. niteliksel değişim, diyalektik harekete maruz kalanın niteliğinin değişmesiyle gerçekleşir. niteliksel değişime uğrayan, hareketi yapanın bünyesine katılır; bu, hareketi yapanın çoğalmasına, yani niceliksel değişime yol açar. bu iki değişim zamansal değil, mantıksal olarak ardarda olmaktadır.”
    tarihin varlık sebebi kendini inşa etme ve kendini yaratmaktır. kimlik oluşumu buna tabidir. kendinin farkına erişme, nietzsche'ye göre ancak taklit etmeyerek mümkün olabilir. taklit edilerek kimlik inşası mümkün olmayacağı elbette ortadadır. taklit edilerek ortaya konulacak kimlik ancak kendi bilincinin farkına varamışlarca taklit edilenin bir yansıması olacaktır.
    nietzsche, tarihi kurgunun oluşumunda topyekun yaklaşımı reddeder. tarihi bütünlük olarak ele almak, geçmiş adına önümüze mutlak ve doğruluğu kabul etmek zorunda olduğumuz bilgiler dayatacaktır. bu husus geleceğin inşası ve kendinin farkındalığına varma aşamalarında problemler yaratmaktadır. nietzsche'ye göre geçmişin yükleri geleceğe taşınmamalıdır. bu durum kendini inşa etmenin önünde en büyük engellerdendir.
    nietzsche, geçmişin tatbikinin, geçmişin hatalarının da tekrarı olacağını bu sebep ile geçmişe dair her kavram ve yüküm, her ahlaki yargının geçmişi yaşayanların kusurlu ölçütleri olduğunu; bu kusurlu kavramların terkedilip yerine yeni ve kusursuz ve yaratılacak kimliğe uygun kavramların oturulması gerektiğini söylemektedir. “ahlaka, dünya üzerinde şimdiye dek ahlak adına alkış tutulmuş her şeye ilişkin olması nedeniyle itiraf etmekten çekindiğim, sırf bana özgü bir endişeyle –bu endişe yaşamımda öylesine erken, davetsiz ve önüne geçilemez bir biçimde çevremle, yaşımla, örneklerimle, kökenlerimle öylesine bir zıtlık içinde baş gösterdi ki, onu “a priori”m diye adlandırsam yeridir– çok geçmeden merakım ve şüphem, iyi ve kötü'müzün kaynağının aslında neresi olduğu sorusunda durmak zorunda kalmıştı.”
    nietzsche, tarihi eleştirel bir göz ile okumak gerektiğini ancak bu şekilde gelişim kat edilebileceğini ve nihayetinde mükemmele erişmenin mümkün olacağını söylemektedir. aksi durumda geçmişin tekrarının sürekli olarak devam edeceğini döngüsel bir tarihin kimlik oluşmasına katkısının olmayacağını vurgular.
    hegel'in bu görüşleri avrupa eksenli efendi-köle diyalektiğine dayalı evrensel tarih yazımı paradigmasının temellerinin atılmasını amaçlamak olduğu söylemek doğru olacaktır.
    doğu tarihçiliğinin en mühim isimlerinin başında hiç şüphe yok ki ibn haldun bulunmaktadır. islam sosyolojisinin ve düşüncesinin nesiller üzerinden aktarımında oldukça mühimdir. “öznesi ve yönü itibariyle, allah'ın belirlediği yasalara göre şekillenen insanın yapıp etmelerinin bir bütünü olarak kur'ân'ın tarih anlayışında tarihsel alandan elde edilen bilgi, diğer bilimlerden epistemolojik açıdan sadece nesnesi insan olduğu için yasaların anlaşılması yönüyle farklılık arz etmektedir.”
    ibn haldun, tarihe yaşayan insanların geçmişin hatalarından ve olaylarından güncel olaylar ve sorunlar karşısında faydalanılabilecekleri önermeler içermesi üzerinde durmaktadır. bu önermelerin tatbiki ile geçmişte yapılan hataların tekrarı gerçekleşmemiş ve tarihi bilginin ve tecrübenin aktarımı ile nesillerin fonksiyonel fayda elde etmesi sağlanmış olacaktır. “ibn haldûn'un kapsamlı tarih projesine isim olarak verdiği “iber” (tekili ibret) bu anlamda tarihin sadece hikâye etme, haber verme olmanın ötesinde geçmişten hareket ederek bugünü anlamanın ve insanın kendi ontolojik var oluşunu anlamlandırmasının kapısını açmaktadır.”
    islam'da zaman hususu düzlemsel veya döngüsellikten ibaret olmayıp, süreç boyunca pek çok parametreye bağlı olarak değişime ve dönüşüme tabi şekilde işlemektedir. “tarihçilerin eserlerini gözden geçirip, dünü ve bugünü derinliğine incelemekle zekânın gözünü gaflet ve uyku dalgınlığından uyandırdım.” ibn haldun tarihi, kişilere ve milletlere değer katmanın ve onların varlığını algılayabilmenin aracıdır. dolayısıyla tarih, hadiselerin geleceğe aktarımından öte, değerler manzumesi yaratmak için bir araçtır.
    ibn haldun, beşeriyetin diğer türlerden en önemli farkı olarak sosyal yaşamaya mahkûm ve uygarlık oluşturmaya eğilimli olmasını ifade etmiştir. uygarlık oluşmasında ise kent oluşumunun ve toplu yaşam pratiğinin şart olduğunu belirtmektedir. “dolayısıyla medeniyetin oluşumunda iki tür sosyal hayat önem kazanmaktadır ki bunlardan biri göçebelik, diğeri de şehir hayatıdır.”
    batı türklüğünü temsil eden osmanlı'da tarihçilik daha çok olay aktarımından ve kayıt tutmaktan ibaretti. tarihi hadiseler veya kayıtlar üzerine herhangi bir yorum ve fikrin ifade edilmesi ve eklenmesi söz konusu olmamıştır. bu bağlamda tarih yazımının ehemmiyetinin kavramasında oldukça geç kalındığını söylemek mümkün olabilecektir. esasında bu durum cumhuriyetin ilk yıllarına kadar sarkmıştır. ardından kimlik inşası zarureti hâsıl olunca tarih yaklaşımında değişimler söz konusu hale gelmiştir.
    türk tarihçiliğinin yazımında değerlendirilmesi ve bahsedilmesi gereken en önemli kişi elbette zeki velidi togan'dır. türkistan'dan anadolu'ya varan türk tarihini evrimsel bir akış ile aktaran zeki velidi togan, geçmiş olayların birbirini etkilediğini açıklamaktadır. togan tarih anlayışını “hümaniteci tarih” olarak ifade etmektedir. “tarihte hümanitecilik insanın temayülleri, biri diğerine mütemadiyen değişen karşılıklı tesirlerde bulunurken, yalnız kendisini ihata eden [kuşatan] tabiatla değil, yine her vakit mevcut bulunan medeni münasebetlerle birlikte inkişaf ettiğini ileri süren nazariyedir. tabiatın ve medeniyeti yaşatan cemiyetin hariçten yaptığı tesirler gibi, insanın içinden gelen saikler de, tarihi vakalar üzerinde içten ve müstakillen müessirdirler.” togan, türk tarihçiliğinin için tarih yazımı esnasında uyması gereken temel yolu göstermiş ve metodolojiyi oluşturmuştur.
    togan, tarihçilerin, geçmişte yaşanmış olan olayları araştırırken bu hadiselerin yaşandığı dönemi, zamanın ruhunu, olayın içerisindeki kişilerin içerisinde bulunduğu hallerin çok yönlü şekilde incelenmesini ifade etmektedir. her şeyden öte tarihi hadiselere yaklaşırken objektif bir yaklaşım halinde olmanın, tarih yazımının selameti açısından oldukça önemli bir yere koymaktadır. “şahsen ben tarihi hadiselerde en çok tabii ve iktisadi amillerin ve bizzat beşer hayatının kendisinin müessir olduğuna kani bulunuyorum ve bununla beraber ruhi amilleri de müstakil müessir amil olarak tanıyorum. tarih tetkikinde en iyi yol, bu hususlarda tam bir şekilde bitaraf bulunarak hadiselerin hangilerinde ne gibi amillerin müessir bulunduğunu hiçbir kalbi fikre tabi kalmayıp tespit etmeye çalışmaktır.”
    bu bağlamda, medeniyetler arasında tarihin kavranış biçimleri arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. bu farklılaşma tarihi oluşturan bileşenleri algılayış biçimlerinden gelmektedir. zaman, mekân ve hareket insanlık tarihini şekillendiren en temel kavramlardır. hareket, zamanın ölçümlenebilirliği ve hatta varlığı ile ilişkili olup; zenon'dan heidegger'e kadar pek çok filozof tarafından incelenmiştir. mekânın oluşumu ise zamanın akışkanlığına bağlı olarak gelişmiş ve insan yaşam pratiğine oturmuştur. süreç içerisinde insan mekânı, mekân da insanı derinden etkilemiş, değiştirmiş ve dönüştürmüştür. mekân tasavvuru; coğrafyanın, ilkim koşullarının, sosyolojinin yönlendirmesi ile insan bilincine nakşetmiştir. bu üç kavramı açıklama biçimleri tarihe olan bakışı da haliyle değiştirecektir. ibn haldun'un meşhur “coğrafya kaderdir” ifadesi bu durumu oldukça iyi şekilde ifade etmektedir.
    tüm bu yaklaşımların birbirinden oldukça farklı olması, tarih yazımı esasında birbiri ile tepeden tırnağa çelişmesi olağan bir durumdur. bu tarih düşüncelerinin etik kavramını ele alış biçimleri de elbette birbirinden farklıdır.
    bu bağlamda, tarihçiler her ne inşası ve yapısökümü içinde olursa olsun araştırma ve yazım aşamasında durması gereken ortak hususların bulunduğu aşikârdır. bu insanlık azami ortak değerlerine sahip çıkmak ve benimsemektir.
    tarih yazımı aşamasında, odaklanılması gereken husus tarihin yan fonksiyonları değil, ana konusu olan geleceğe bilgi aktarımı olmalıdır. tarih yazıcılığında üzerinde durulması gereken temel argüman objektif bakış olmalıdır.
    objektif olmayan herhangi bir tarihi aktarım en başta tarih ilminin temel dinamiklerine ters düşeceği için neye hizmet ederse etsin, hangi amaç ile aktarıma sunulmuşsa sunulsun tarih ilmine karşı yapılan bir ihanet olarak değerlendirilmelidir. objektif olmayan tarih yazımının hedeflediği kimlik inşası, var olan kimliklerin tahrifinden başka bir şey olmayacaktır. objektiflikten yoksun her türlü okuma, nesnellikten uzak ve hataya oldukça yatkın bir değerlendirme olacağı için böyle bir zemin üzerine herhangi bir varlık inşası da yapılamayacaktır. varoluşun anlaşılması hususunda da doğru analizlerin yapılması mümkün olmayacaktır.
    tarihin temel işlevi olan bilgi aktarımındaki herhangi bir şüphe ve hata oluşması durumunda, ortaya çıkaracağı hasarın tahayyülü bile olanaksız kalmaktadır. bu bağlamda tarihçinin, tarih yazımı hususundaki başarısı etik değerlere olan bağlılığı ile orantılıdır.
hesabın var mı? giriş yap