• sirbistan'in vojvodina bolgesinde, macar hududunda yer alan ufacik, kisin her yeri buz tutan, chocolate filmini hatirlatan sokaklari olan sehir.
    nufusun hatiri sayilir bir orani macardir. dukkan tabelalari hem macarca hem sirpca yazilmistir hatta.
    eger chocolate filmini hatirlatmazsa, yasam bicimi ile eskiden trt'de yayinlanan "kuzeyde bir yer" dizisini hatirlatir.
    mandiralari ve yogurdu meshurdur.
  • sırbistan karadağın kuzeyinde macar sınırının hemen dibinde bulunan, yeşilliği ağacı bol, şirin sırp kasabası.
  • suda giden robot
  • su altinda topla oynanan bir cesit embelek oyunu. topu elinden dusuren su yuzune cikarak topu kendi alir, cunku "amca amca top amca!" diye bagirinca ancak kotek baliklari cevap verecektir.
  • kadınları aşırı güzel memleket.

    hayır sadece benim değil kız arkadaşımın da tespitidir. insanı bunalıma sokacak kadar uzunlar.

    hayret acun firarda tarzı programlarda nasıl meşhur olmamıştır. ibiza adaları hat etmiş, samimi söylüyorum.
  • kar yağdığında merkezi peri masalına dönen şirin kasaba, bir gün önce burada yaşasam 30'umu görmeden kendimi keserdim derken, karla birlikte 80'e kadar yolu var dedirtmiştir.
  • bu hikayemiz bilinsin ve duyulsun ve artık adalet artık lütfen tecelli etsin.yer onların deyimiyle "subotitsa" günlerden ise 2014'ün 14 ağustos'u.bir otobüs insan interbus zırvasına kanarak 12 ağustos gecesi alibeyköy cep otogarından yola çıktık,sabah 7 civarı kapıkule hududunu bulduk.zaten gurbetçilerin tatil dönüşü kapıkule'de inanılmaz bir araç kuyruğu var derken iki saate yakın bir sürede sınırı geçtikten sonra öğlen bir buçuk civarı sofya'ya ulaştık alelacele bir şehir turu derken dört buçuğa doğru tekrardan yola çıkıldı.üç saatte bir şehir nasıl gezilirse artık..neyse.yola devam ediyoruz derken bulgar-sırp sınırına ulaşıldı yine hem gurbetçi yoğunluğu hem de tır ve kamyon trafiği derken orayı geçmemiz de iki buçuk saati aldı.velhasılkelam gece on iki civarı belgrad'a ulaştık neyse her şey iyi hoş çok güzel derken sabah saat dört buçuk civarı tekrardan yola çıktık.herkes inanılmaz yorgun bu yol nasıl bitecek diye otobüste uyumadan aklımdan geçirdim ardından uykuya daldım.ne kadar geçti hatırlamıyorum inanılmaz bir gürültü koptu lastiklerden fren sesi cam kırıkları,çığlıklar..kaza yapmıştık o anki çaresizlik..tek yaptığım şey koltuğuma tutunup dua etmek oldu.belki bayıldım belki de bayılmadım bilmiyorum ama etraf kapkaranlıktı ki tüm gerçeği otobüsün kırık havalandırmasından çıkınca anlamıştım.o an gördüğüm manzarayı ömrü hayatım boyunca unutmayacağım.iki gün boyunca önümde oturan çiğdem abla bembeyaz kesilmiş ifadesiz bir şekilde duruyordu.havalandırmadan çıkar çıkmaz başına gittim şok olmuştum o ölmüştü başında hıçkırıklarla ağlarken başımın ve kollarımın kanadığını hissettim,ilk şoktan çıkınca canımın yandığını anlamaya başladım.otoyoldan yaklaşık beş metre aşağıdaki mısır tarlasına uçmuştuk .biraz daha yüksekte bir yer oturup ağladım bu arada bir sırp yolcu otobüsünden bir kadın indi,bizlere yardım etti bizi sabah ayazından kurtardı hastaneye gidene kadar kan kaybını önlemek için yaralarımızı sardı pansuman yaptı.on on beş dakika içinde polis geldi pasaportlarımızı istedi yaklaşık yarım saat içinde de ambulans geldi.bir ambulansa yedi kişi falan bindik.ardından diğer ambulanslarla arkadaşlarımızı da getirdiler.hastanedekilerden sanırım başhekim olduğunu düşündüğüm kişiyle ingilizce anlaşabiliyorduk.yapılan muamele cidden çok kötüydü.defalarca istememe rağmen boyunluk vermediler,geçiştirmelik bir pansuman ve daha nice rezillikler.işin kötüsü enes adındaki bir arkadaşın kaburgası kırıktı,geçici hafıza kaybı yaşamıştı ve dilini dahi bilmediği yerde bizlerden farklı bir şehre sevkedilmişti ki durumu cidden ağır olanlar bizlerden birkaç gün sonra sağlık bakanlığı'nın ambulans uçağıyla istanbul'a getirildiler.ilk birkaç saat içinde belgrad'tan sayın başkonsolos barçın korucu oruç hanımefendi ve heyetleri geldi ve hepimizle tek tek ilgilendi kızılhaç'ın verdiği yemek sonrası eyalet savcılığına tercüman eşliğinde ifade verdik.akşam otele yerleştirken otelin kapısına dört çuval getirildi içlerinde ayakkabımı bulmuştum,bütün gün parmak arası terlikle tir tir titredikten sonra resmen sarılmıştım ayakkabılarıma..işin bir de aileye haber verme yanı var tabii.söyleyemedim.nasıl söyleyebilirsiniz ki.bendeki yeşil annemde de var duysa o an uçar gelir bulur bir yolunu,ana yüreği.sadece can dostlarıma ve amcama söyleyebildim.bu arada biz hastanedeyken yerel kanallar geldi benimle de röportaj yaptılar utana sıkıla yanıma gelip neler olduğunu anlatmak ister misin dediler ben de dilimin döndüğünce anlattım ardından anadolu ajansı da geldi ama kafile olarak onlardan fersah fersah kaçtık,çünkü herhangi birimizin orda görünmesi demek olayın ailelerimiz tarafından duyulması demekti.ertesi gün durumları iyi olan on beş yirmi kişi türkiye'ye döndü,biz de kalanlar olarak bari subotica'yı görelim dedik ve birazcık şehir turu yaptık,insanlar bizi tanıyorlardı ki büyük ihtimal haberlerde çıkmıştık. iki gün sonra mumya gibi her yerim sargılı bir biçimde atatürk havalimanı'na indim.her daim arı kovanı gibi olan alan o gün sanki daha bir kalabalıktı ve telefonum çalmaya başlamıştı arayan babamdı,gayet sakin bir ses tonuyla konuştum durumumu anlattım iyi olduğumu anlattım.dış hatlardan iç hatlara geçerken telefonum yeniden çaldı,arayan bu sefer annemdi..şuan bile hala boğazım düğümlenir o konuşmayı hatırlayınca..aksilik bu ya şarjım da çok az,açtım telefonu annem hüngür hüngür ağlıyor ben de yere çöktüm,mumya halimle ben de ağlıyorum çevreden gelen geçen herkes bana bakıyor anlam veremiyorlardı doğal olarak.canım annemle konuştum bir iki saat içinde izmir uçağına binince orada olacağımı söyledim.alanda pek çok aksilik yaşadım sevgili türk hava yolları uçuş kuralları gereği sargılı yolcu almayacağını kısacası port kliniğe o zamanın parasıyla 150 tl bayılmam gerektiğini söylediler.mecbur sineye çektik yapacak bir şey yok mumya halimle de olsa aileme kavuşmayı dünyalara değişmem..akşam önce genel bir sağlık kontrolü ve tabiki güzel bir yemeğin ardından günler sonra derin bir uyku çektim.tanıdık tanımadık pek çok insan bana geçmiş olsun dileklerinde bulundu,hayatta olduğum için cidden şanslıyım ki ölümün cidden kıyısından döndüm.buradan tekrar söylüyorum çiğdem ablama allah gani gani rahmet eylesin,mekanı cennet olsun.kısacası interbusa sakın ama sakın bulaşmayın derim.adli mercilere gerekli başvuruları yaptık ama süreç hala devam ediyor sanırım sanırım diyorum çünkü ifade dahi vermedik henüz..kısacası ben ümidimi kestim,şöför ve yetkili firma suçludur,çünkü kazadan sonra ikinci şöförle aralarındaki konuşmaya ben dahil pek çok arkadaşım da şahit oldu,kaza yapan şöför gözlerinin kapandığını ve göz tansiyonun olduğunu söyledi ve belki de firma bunu bile bile o adamın günlerce o şekilde gitmesine göz yumdu..olan gidene oldu maalesef ki.yaşadıklarımızı görmek isteyenler için subotica şehrinin web sitesinin linkini atıyorum.sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.ekşi'de yeniyim kusur varsa affola.haber linki ( http://www.subotica.com/…nici-u-subotickoj-bolnici/ )
  • macar sınırında bulunun sırp şehri. macarlar bu şehre szabadka diyorlar. halkın yarısı macarca konuşuyor. küçük bir yer, gizli yerlerde barlar mevcut. macaristandan geçmek isterseniz budapeşteden transfer servisleri mevcut havalimanından alıp sizi suboticaya bırakıyor ya da suboticadan direk kapınıza. 25 eur.
    gea tours ve autoturist firmalarını kullandım. sınır geçişleri gayet rahattı şaşırdım, sınır kapılarında bu kadar problem yaşamaya alışkın biri için şaşırtıcıydı.

    şehir ucuz iki kişi yedik içtik resmen istanbulda tek kişilik gece çıkmasına mal oldu.
  • bir turnuva için yıllar önce gittiğim şirin şehir. 16 yaşındaydım. çok küçük bir ekiple gitmiştik, başımızdaki hocalar da çok gençti. bizi maçlar dışında rahat bırakıyorlardı. bir akşamüstü aklıma esip dondurma almaya çıkmıştım. hayatta en özgür hissettiğim anlardan biriydi. tek başıma bambaşka bir ülkedeydim. ortasında tarihi bir saat bulunan arnavut kaldırımla döşeli bir meydanı vardı. meydanı gezerek dondurmamı yedim. bol bol gri gökyüzüne baktım. şehirde o meydan dışında hiçbir şey hatırlamıyorum ama o özgürlük duygusunu hiç unutmadım.
    şimdi her yerinde bombalar patlayan ülkemde öyle güvensiz, öyle çaresiz, öyle hapis hissetmiş olmalıyım ki aklıma subotica'daki o akşam üstü geldi.

    edit:imla
  • mültecilerin sırbistandaki son durağı olan şehir. tam merkezinde gradska kuca denilen devasa tarihi bir yapı (şehir yönetimi binası) bulunmaktadır.
    tren garından çıkınca karşınıza çıkacak olan parkın ardında bulunan caddede adını unuttuğum muhteşem bir yerel cafe-bar bulunmaktadır. duvarları tarihi fotoğraflarla dolu olan, yaşlı amcalarla rakia içebileceğiniz, sahipleri muhteşem olan bu mekana gidiniz. merkezden 22 numaralı otobüse binip kelebijaadlı, macaristan sınırındaki köye gidebilirsiniz. burada, sınırda macaristana girmek için bekleyen, derme çatma çadırla kalan mültecileri görüp, onlara yardım etmek için orada bulunan northstar veya fresh response adlı kar amacı gütmeyen kuruluşların minik kamplarında dünyanın 4 bir tarafından gelmiş gönüllü yardımseverle tanışabilir ve sohbet edebilirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap