• türkiye'de yeniden hatırlanmaya başlanan ve solu iktidara taşıyacak olan eğilimdir. şimdilik en iyi uygulayıcısı gürsel tekin gibi duruyor.

    yıllar sonra gelen edit: şimdilerde ekrem imamoğlu çok iyi gidiyor...
  • (bkz: hugo chavez)
  • 70'lerde bülent ecevit liderliğindeki chp'nin iktidara gelmesini sağlayan politik stratejidir. sol değerler üzerinden tamamen halkın egemenliğini, ekonomik ve sosyal refahını ön planda tutan sosyal devlet anlayışını esas alır. yakın zamandaki en iyi uygulayıcılarından (hatta birazcık abartanlarından) birisi ispanya'nın eski sosyalist başbakanı jose luis rodriguez zapaterodur: (bkz: #49761518)

    türkiye gibi beşeriyetten ziyade ahiret üzerine verilen garantilere rağbet gösterilen dinci ezberlerin ve sağcı hegemonyanın çok baskın olduğu yerlerde etkisi batıya göre çok daha azdır. fakat en azından sol seçmeni kendi içerisinde konsolide etme ve sandığa gitme eğilimini artırma potansiyeline sahiptir. ki bu söylemler ülke çapında güçlü bir rüzgar estirirse kısmen sağ seçmenin de bir kısmının etkilenmesi mümkündür.
  • avrupa ve türkiye'de acil ihtiyaçtır. bu konuda bir yazı için; https://www.theguardian.com/…ds-a-new-populism-fast
  • --- spoiler ---

    "son yıllarda derinleşen gelir ve servet dağılımı uçurumlarının tetiklemesiyle, 2007-2008 küresel finansal krizi sonrasında kapitalizmin düşük büyüme sorununun kronikleşmesiyle baş gösteren küreselleşmenin ideolojik hegemonyasını yitirmesi gerçeğiyle karşı karşıyayız.

    herkesin yüzünü güldürmek, cebini doldurmak, geniş tüketim ürünleri yelpazesine ulaşmak iddiasıyla pazarlanan kapitalist küreselleşme artık kitleler nezdinde cazibesini yitirmiş bulunuyor. avrupa özelinde, tony blair liderliğinde büyük britanya’nın neoliberal politikaları “üçüncü yol” ideolojisiyle biraz yumuşatarak uygulaması, gerhard schröder’in şansölyelik döneminde almanya’nın ve birçok ülkede merkez partilerin “sosyal piyasa ekonomisi” etiketiyle aynı kulvara girmeleri; umutsuzluğa ve güvensizliğe kapılan insanların çareyi sağ otoriter rejimde aramalarının yolunu açtı.

    burada altı çizilmesi gereken önemli nokta şu: aşırı sağın oklarını azınlıklara, göçmenlere, liberal yaşam tarzına sahip kişilere, feministlere, solculara ve kültürel elitlere yöneltmesi, sade insanların öfke ve tepkilerinin yanlış mecralara akmasına neden oluyor.

    sağ popülist çıkışlar adeta kapitalist sistem açısından bir paratoner işlevi görüyor. nasıl, putin rus ekonomisini “yerli oligarklarla” götürüyorsa, batı avrupa’daki aşırı sağın kapitalizmi eleştiren, piyasa toplumuna itiraz yükselten bir perspektifi bulunmuyor. hatta zımni olarak onların çok çalışarak, hakkıyla bu servete sahip oldukları, açtıkları fabrikalarla millete fırsat kapıları araladıklarını kabul ediyorlar. öfkelerini kafelerde zaman tüketen, koltuklarının altından kitap düşmeyen, “elitlere,” entelektüellere kusuyorlar. başlıca iddiaları, ab gibi kozmopolit yapıların ulusal çıkarlara ters düşen uygulamalar yapmaları, ulusal kalkınmaları baltalamaları noktasında yoğunlaşıyor.

    avrupa solunun insanların önüne kapitalizmin güç ve mülkiyet ilişkilerini sorgulayan; kronik işsizliği körükleyen güvencesiz ve esnek emek piyasalarının karşısına kamucu istihdam politikalarını koyan ; düşük faiz ortamında borsaların ve emlak fiyatlarının şişmesine yol açan düzenek yanında vergi cennetleri ve şirket yöneticilerinin aşırı ikramiyelerini teşhir eden gerçek bir seçenek sunması sorumluluğu bulunuyor. doğaldır ki, bireysel hak ve özgürlüklere sahip çıkan, kadınların ve lbgt bireylerin taleplerini içeren, etnik ve dinsel ayrımları reddeden bütünlüklü bir programatik açılımla… göçmenlerin ve yabancıların bir düşman değil, emek ve hak mücadelesinde, geleneksel işçi sınıfının müttefiki olduğunu anlatabilen bir dil ve yaklaşımla…

    bu başarılabildiği ölçüde kitlelerin umudu, kendilerine güveni artar; aşırı sağ partilerin rusya örneğine öykünerek otoriter bir devlete özlem duymaları halk katında karşılıksız kalır. demokratik kurumların kapitalizmi restore etmek için tahrip edilmesi çabaları püskürtülür.

    avrupa parlamentosu seçimlerinde halkın merkez sol ve merkez sağ partileri cezalandırırken, aşırı sağa umut ettiği desteği vermemesi de ciddi bir arayışın varlığını kanıtlıyor. demek ki özgürlükle eşitliği solun birbirini tamamlayan, destekleyen, güçlendiren iki temel değeri olarak gören sosyalist, ekolojist, feminist açılımlar için ciddi fırsat kapıları bulunuyor. tüm bunları başarmak elbette kolay değil. madem putin’le başladık popüler bir rus deyişiyle bitirelim, “ riskleri almayan hiçbir zaman şampanyayı içemez.”

    https://www.birgun.net/…tinin-irkilten-tezleri.html
    --- spoiler ---
  • büyük ekonomik krizin gölgesinde başlayan 2010'lu yıllar boyunca, kademeli olarak avrupa siyasetinin baskın aktörüne dönüşen ve bu yılların ayırt edici "ikon"ları arasında yer alan popülizm akımları arasında belki de en çok umut vereniydi. yıllar yılı geldiği terennüm edilen, o gün değilse şu gün iktidara varacağından korkulan ve korkusuyla sol siyasete safları sıklaştırma çağrısı yapılan meşhur "avrupa'da yükselen aşırı sağ" karşısında yetersizlik ve "iş birlikçiliği" ile suçlanan, alternatifsiz bir politika iklimi ve çizgisi yarattığı söylenilen merkez solu aşacağı umutları döneme damga vuruyordu.

    özellikle akademisyenler, bu yeni siyaset hattını, kapitalizmi parçalayacak bir seyir izleyeceği beklentisiyle yakından takip ediyordu. hatırlayanların sayısı azdır, syriza 2015'te seçimleri kazandığında, twitter'da yanı başımıza sosyalizm geldi ayol diye sevinenler olmuştu. o sevinç çığlıklarını atanlar, sonraki beş yılda bir hayli üzülecekti, bunu kimse tahmin etmiyordu. öyle ya, ispanya'da podemos, ingiltere'de corbyn, abd'de sanders derken tüm dünyada soldan, şiddeti farklı olsa da yeni bir rüzgar esiyordu.

    2010'lar biterken bu rüzgar da bitti: podemos, yerden yere vurulan psoe ile ittifaka girdi, son yerel seçimlerde de epey başarısız oldu. syriza, kendisinden sosyalizm bekleyenlerin beklentilerini boşa çıkararak iktidarı bıraktı, corbyn ve sanders iktidara yaklaşamayıp yarı yolda devrildi, italya'da sağ popülistlerle koalisyon kurdu. 2020'lere de bir sağ popülizmin hasadı kaldı.

    https://www.spiked-online.com/…-left-populism-died/
  • kısaca, politik fakir edebiyatı.
  • sol popülizm, marksist ve marksist olmayan sosyalizmin sınıf mücadelesi tanımını genişleten; çalışan sınıf=halk eşitliğiyle bunu olabilecek en kapsamlı hale getiren bir tavır olarak tarif edilebilir. bir sol popülist için iktidara namzet sınıf, işçi sınıfından ibaret değildir; o sınıflaşmış halk ya da halklaşmış sınıftır (ne afili oldu be). böyle olunca hem sömürücü sınıf(lar)ın gücü hızlı ve çok etkili biçimde kısıtlanmış olur; zira tepedekilerin zaten az olan sayısının tepedeki elitlerin, halk diye yuvarlak bir tarife sokulduğu devasa bir kitleyle -yani neredeyse bir ulusun tamamıyla- baş etmesi olanaksızdır.

    solda, sosyal demokratlar bu dönüşümü farklı tarih ve koşullarda gerçekleştirerek iktidar sorununu çözmek için hatırı sayılır büyüklük ve derinlikte bir külliyat oluşturmaya girişti. almanya'daki spd en geç 1921'den itibaren, ana çizgi ve renkleriyle sol popülist bir hedef kitle tarifi yaptı (kentte ve kırda çalışan emekçi halkın partisi), onu 1930'larda isveç'i bir "halk evi" hâline getirmeyi vaat eden sap takip etti. türkiye'de ise bülent ecevit hem halk tanımıyla hem de bu kitleyle kurduğu iletişimin biçimiyle kusursuz bir sol popülizm dersi kapsamında işlenebilecek, kıymeti pek bilinmeyen bir miras oluşturdu. kendi emeğiyle geçinen bir halk ve abartılı imtiyaz sahibi olan, gücünü kendisine avantajlar yaratmak için kullanan bir seçkinler; bu ikilinin mücadelesinden ilkinden yana çıkan bir parti ve bu partinin halkın değerlerine -aydınların aksine- yabancılaşmamış, karizmatik, öncü lideri. yerli ve milli sol popülizm cereyanımız, ne yazık ki 12 eylül kayalıklarında sönüp gitmiştir; estiği son zamanlarda da pek duyulmamıştır.
  • 70 soruluk bir test sonucunda mensubu olduğum siyasi görüş.
hesabın var mı? giriş yap