• ioannes scotus eriugena 'nın (http://danekworld.com/lola/images/101.jpg) hem saydam hem sarmal kulesi üzerine ne kadar yorgun argın da olsam bir şeyler yazmalı idim; benim için böylesi yorucu geçen bir günün sonunda; disney 'in alaaddin animesi soundtracki eşliğinde sigaramı yakıp; eriugena 'nın şerefine şarap içmek vardı, ama başka bahara attım, zira benim evvela sevgili sözlüğüme eriugena 'nın, edouard jeauneau 'dan işittiğim (ortaçağ felsefesi, edouard jeauneau, çev: betül çotuksöken, iletişim yay., sf: 38-39) saydam ve sarmal kulesine dair bilgi aktarımını gerçekleştirmem gerekiyordu; kolları sıvadım ve başladım yazmaya;
    önce üstad hakkında bilgi vermeliyim ki; kendisinden felsefi altyapımızı duvarlarını teorileriyle badana ederken isteyeceğimiz saydam ve sarmal kulesini daha iyi idea' laştırabilelim. (pis alegori yaparım.)
    irlanda 'dan gelmiş olan scotus, bütün hiristiyan felsefesi tarihinin en ilginç en derinlik sahibi kişiliklerinden biriydi. i.s. 846 senesinde charles le chauve 'un özgür sanatlar programının öğretildiği sarayına gelmiştir. önce de praedestione / alınyazısı üzerine 'yi yazmış, fakat beklediği ilgiye mazhar olamamış beyimiz. hatta ondan eseri yazmasını isteyen reimsli hincmar bile bu eserden memnun kalmaz. scotus ne zaman ki pseudo-dionysos 'un yapıtlarını latinceye çevirir; işte o zaman entelektüel yolu da çizilmiş olur. sırasıyla; ambigua (bkz: maximus confessor) (bkz: belirsizlikler) (http://www.newadvent.org/cathen/10078b.htm) (http://www.spauda.lt/…/saints/maximus/confessor.jpg), de hominis opificio (bkz: gregorius nyssenus) (bkz: insanın yaratılışı üzerine)(http://www.pbministries.org/…2/chap02_section25.htm) , eserleri çevirir. görüldüğü gibi üstad scotus yunanları latinlere tercih ediyor; aslında bu eserler aynı zamanda yararlanmak istediği eserlerdir, yani bir nevi kendisi için de çevirmiş oluyor bunları. hatta jeauneau 'ya göre; ambrosius 'tan alıntı yaptığı zaman, bu çoğu kez ambrosius'un (http://www.alcuinus.net/…ubric3/files/ambrosius.jpg) origenes ve philon 'dan (http://www.bible.chez-alice.fr/philon.jpg) aldıklarını elde etmek içindir. üstad 'ın başyapıtı de divisione naturae 'dır.(yunancasıyla; peri physeon) (bkz: doğa üzerine) eser beş kitaptan oluşuyor; etienne gilson ; eserle ilgili 'uçsuz bucaksız metafizik destan' tanımını kullanmış (e.j., a.g.e)

    efendim sabırsızlanmayın adım adım saydam ve sarmal merdivene doğru gidiyoruz; hatta yolu yarıladık sayılmasa da, bir hayli yol katettik. bu başeserinden hareketle; eriugena 'nın düşünce sistematiğinin merkezinde insan yer alır. her şey insan için vardır; her insan bir dünyadır; dünyanın kendisi insandadır felsefesini yeniden ele almıştır. bütün evrenin insan yapısında yaratılmış olduğunu, bütün evrenin onda onarılabileceğini ve yine onunla kurtarılabileceğini dile getirir. hatta melekler bile insanlar yoluyla kurtarılabilir.insanın kurtuluşu ise bilgi ile olur.bilgisizlik dibi görünmeyen bir kuyu gibi karanlık ve şifası olmayan bilgisizlik, asıl cehennem azabıdır. tanrıyı tanıyabilmesi için insanın önce kendisini tanıması lazımdır. eğer bu böyle olursa, kurtuluş yolunun felsefeden geçtiği, felsefenin de dinsel bir değerinin olduğu anlaşılır.
    (a.g.e.)
    "gerçek felsefe, gerçek dinden başka bir şey değildir; aynı şekilde gerçek din de gerçek felsefeden başak bir şey değildir." (scotus bu sözü st. augustinus 'dan alıntılıyor. ayrıca bu söz martianus capella üzerine yorum 'unun şu sözünü de açıklığa kavuşturuyormuş: "hiç kimse cennete giremez, bu ancak felsefeyle olur." [a.g.e.])

    o halde kurtarıcı olan inançtır. 'inananlara öğretilen hakikatlere inanmanın.. ve inanılan hakikatleri anlamanın (bkz: intellegere) inanç olmaması halinde, inanmış kişiler için kurtuluş hiç olamaz.' inanç sadece başlangıçtır, gündoğumudur; öte tarafın görülmesi işte tam bu öğle vaktidir. birinden ötekine, güneşin ruhlarımızdaki yükselen yürüyüşü, işte gerçek felsefe böyledir. ışığa doğru bu yürüyüşte ielrlemeyi sağlayan araç, 'sanatların anası' diyalektiktir. diyalektik bir insan buluşu değildir, o yaratıcı tarafından şeylerin içine yerleştirilmiş tanrısal bir sanattır. diyalektik iki devinimden oluşur.
    a/ diairetike ; bir olandan çok olana doğru gider; bu en üst birlikten tüm cinslerin nasıl çıktığını, cinslerin türlere, türlerin bireylere nasıl bölündüğünü gösterir.
    b/ analutike; çok olandan bir olana doğru gider; bireyleri türlere, türleri cinslere, cinsleri birliğe götürür.

    düşünmenin ritmi budur; evrenin ritmi de böyledir; bir yandan iniş ve bölünme; öte yandan çıkış ve yeniden biraraya gelme. (bkz: inen ve cikan yol bir ve aynidir) yunan babaları aracılığıyla, özellikle de pseudo-dionysos'da, scotus, yeniplatoncu filozofların yönlendirici iki izleğini bulur: ilerleme / proodos ve dönüş / epistrophe bu çift izleği scotus, büyük bir ustanın özgünlüğü ve fantezisiyle işler. scotus, doğa ya da var olan ı şöyle bölümler;
    a/ yaratılmış olmayan ve yaratan doğa: her şeyin üst nedeni olarak tanrı
    b/ yaratılan ve yaratan doğa: idea'lar - ilk örnekler, her şeyin temel nedenleri
    c/ yaratılan ve yaratmayan doğa: zaman ve mekanda üremeye bağlı olan varlıklar
    d/ yaratmayan ve yaratılmış olmayan doğa: her şeyin son amacı olarak tanrı

    bölünmeden sonra yeniden birleşmeye varılıyor; bir araya gelmeye. a ve d; tanrı olan hakikati gösterir. b ve c ise yaratılan adı altında toplanabilir. sonra böyle elde edilen ikilik, yeni bir diyalektik ilerlemeye, birliğe indirgenir: yaratıcı ve yaratık artık sadece bir tek şey olmuştur.
    scotus 'un meşhur sorusu da zaten şudur: "yaratıcının ve yaratığın bir olduğunu yadsıyacak mısın?" bu scotus 'un panteist felsefesi olarak yorumlanabilir.

    başlangıçta (zaten zamanın ve onun yasalarının dışında olan başlangıç) insan, her şeyin temel nedenleri kendisinde olan tanrı sözünde yaratılmıştır. yeryüzü cenneti bir mekân değildir; bu, insani yapının kendisidir, hatta bu kendi saflığı içinde tanrısal düşüncenin sinesindedir. adem'in günahı, kendini beğenmişlikle ilgili bir günahtır; bu günahın sonucu insanın cinslere bölünmesi olmuştur. ioannes scotus, sıradan kişilerin inancını hiç saptırmamada dikkatli olan babaların çoğunun, sanki yasak meyvanın ve yılanın somut olarak mevcut olduğu bir yeryüzü cennetinden söz ettiklerini bilmiyor değildir. kendisine gelince, kötü eğilim (günaha direnememe, adem'in dayanamayıp meyvayı yemesi) ve düşüş öyküsüne (cennetten kovulma) zamandışı bir anlam vermede duraklamaz.

    ayrıca, günah, insani yapıdaki tanrısal benzeşmeyi tümüyle silip atmış değildir. bu benzerliğin en göze çarptığı yer esas olarak ruhtur; çünkü insan ruhu kutsal üçlemenin imgesine benzer. onun doruğunda, kavranması çok güç bir dürtüyle tanrı'nın kendisini seyretmeye yönelmiş anlama yetisi (bkz: nous) vardır. ikinci sırada ise, temel nedenlere ulaşan akıl (bkz: logos) yer, alır. nihayet üçüncü sırada -scotus eriugena'nın kimi zaman bellek, kimi zaman iç duyu dediği- temel nedenlerin etkilerini öğrenmek için oluşturulmuş olan bir yetenek yer alır. (açıkçası, anlama yetisinin ve aklın kendi varlıklarında tanrıyı ve temel nedenleri idrak edemediklerine işaret edelim; anlama yetisi ve akıl onların ancak belirtilerine yani "theophanie"lerine erişir.) bilgi yeteneklerinin bu üçlemesinde, ilişkiler de, yaratıcı üçlemede varolan ilişkiler gibidir. çünkü "anlama yetisi kendinden ve kendinde, aklı oluşturur; iç duyu ise akıl aracılığıyla anlama yetisinden gelir. insani ruh olan bu üçleme de belli bir anlamda yaratıcıdır; çünkü öz bedenini bizzat yaratan ruhtur.
    yani "ruh tanrı'nın, beden de ruhun imgesidir".

    dönüş devinimi tam burada başlayacaktır. son derece gerçek olan bir biçimle, insanın kendi çıktığı yere bu dönüşü isa'da tamamlanmıştır. bedenleşmiş söz, gerçekten, insani yapıyı kendi bütünlüğü içinde alarak, onu bütünüyle kurtarmıştır: o, kendinde, evrensel dönüşün ilk örneğini gerçekleştirmiştir. zamanın bitiminde insanlık, onun izlediği yolu takip edecek ve çıkış aşamaları ters yönde, bu kez inişin de aşamaları olacaktır. ölümden ve dirilmeden sonra, insan bedeni salt ruh olacak. sonra salt olarak tinselleşen insani doğa, temel nedenlerine dönecek. nihayet, tümüyle tanrı'ya geçirilmiş olacak. aydınlanmış havanın ışık olması gibi, kutsal kitabın sözüne göre, tanrı da herkeste her şey olacak: burada, alışılmamış bir ağırlıkta, sonsuz ceza sorunu ortaya çıkar: iyinin kötü üzerindeki tam zaferini tehlikeye atmadan cehennem nasıl kabul edilecek? ioannes scotus, bu konu üzerinde tüm yorumcu yeteneğini ve tüm diyalektikçi inceliğini kullanır. önerdiği çözüm zorludur ve pek inandırıcı değildir. fakat t. gregory'nin yazdığı gibi bu, "eskatolojiyi platoncu bir metafiziğe oturtma çabalarının en dikkate değer olanıdır. o eskatoloji ki, daha resullerin işlerinde (xvii, 30-32), onun eski yunan bilgeliği için olabilecek en utanç verici bir şey olduğu söylenmişti".

    bir dekartçının gözünde hiçbir şey bu eserden daha düzensiz değildir. fakat "doğanın bölünmesi" biçimsel mantıkla dile getirilen bölünmenin kurallarını izlemez. ioannes scotus'un düşüncesi, deyim yerindeyse, sarmallar halinde gelişir. dionysiosçu bir imgeyi kullanırsak bu düşünce, sarmalımsı bir yörünge izler. gerçekten de, sarmalımsı devinimin imgesi, şu andaki durumumuzun elverdiği biçimiyle, insani düşünmenin işleyişini temsil eden imgedir. kuşkusuz, salt zihin tam çembersel bir devinimle -salt seyretme devinimi- şeylerin tanrısal ilkesinin çevresinde durmadan devinebilecektir. fakat bizim için bu devinim, diyalektiğin dayattığı iniş ve yeniden çıkış devinimiyle de bir arada olmalıdır. ikisinin sonucu, tam geometricilerin burgu eğrisi dedikleri şeydir. bir karşılaştırma bunu daha iyi anlatmaya yardım edecektir. işte tam bu noktada eriugena 'nın saydam ve sarmal merdiveninden söz etmeliyiz;

    silindir biçiminde tümüyle saydam ve sarmal bir merdivenden oluşan bir kule varsayalım. bir ziyaretçi bu merdiveni çıkıyor ve iniyor. her yeni devinimde, bu ziyaretçi ayaklarının dibinde aynı şeyleri bulur; bununla birlikte görünüş alanı ve görüngeler her defasında değişmektedir. aynı nesnelere bakıyor ama aynı manzarayı görmüyor. imgesel kulemizin ziyaretçisinin başına gelen, peri physeon'un okuyucusunun da başına geliyor. bu uçsuz bucaksız yapıtın her dönemecinde aynı izlekler yeniden ortaya çıkıyor; fakat bu, durmadan yenilenmiş bir bakış altında oluyor. bu görünüşlerden her biri dünyanın farklı bir görülüşüdür -ioannes scotus buna "kuram" diyor-. dünyanın bu görülüşlerinin, bu "kuramlar"ın sayısı da açıklamak istedikleri gerçekliğin zenginlik yönünden sonsuz olması gibi sonsuzdur. çünkü bilinecek tek bir gerçeklik vardır ve bu da tanrı'dır. tanrı iki yoldan bize kendini gösterir: görünür şeylerde bunlar -"theophaniler"idir ve kutsal kitapta ise onun sözüdür. görünür şeyleri ele alalım: orada pek çok "kuram" bulacağız. kutsal kitabı dikkatle inceleyelim: burada da pek çok gizli anlam keşfedeceğiz. çok iyi kurulduğu takdirde, bu anlamlardan hiç biri diğerlerini bozmaz. doğru olduğu takdirde, bu "kuramlar"dan hiç biri başka bir kuramla çelişmez. (a.g.e.) tanrı salt yokluk, sonsuzdan gelip sonsuza giden sır'dır. scotus 'a göre, sadece tanrı değil, insan da böyledir. insan da bir sırdır, çünkü insan da bir tanrıdır. çocuk, babadan doğdu. şu halde babadan başka bir şey olamaz. insan, küçük çapta bir evrendir, evrensel bütün varlıkları kendinde özetler. (claude bernard'ı hatırlayınız). varlığınızdan kuşkulanmayınız, düşündüğünüz için varsınız (descartes'ı hatırlayınız). insan, günah işleyerek meleklerden ayrıldı, tövbeyle tanrılığa yükselir. günah, bir başka deyişle erdemsizlik, insanın kendi beden yapısından gelir. bir bakıma insan duyularının, gelişmekte olan insan aklı üstündeki egemenliğinin zorunlu bir sonucudur. şu halde erdemsizlik, insan için zorunludur. eriugena'ya göre erdemsizlik, töz olarak (cevher olarak, substantiellement) yoktur. tanrıdan ayrılış, düşüş, bir yoksunluktan başka bir şey değildir. şu halde salt kötülük, bir başka deyişle erdemsizlik, daha bir başka deyişle şeytan yoktur. erdemsizlik, yaşamanın yokluğu demektir. bir varlıktan bütün iyi şeyleri kaldırın, onu yok etmiş olursunuz. yaratma, başı gibi sonu da olmayan bir oluştur. o, olmuş değildir, oluyor. hepimiz, varlığımızın kökleriyle, baş ve son olarak, sonsuzluğun içindeyiz. bu düşünceleri eriugena'yı kilisenin, kendisini tutan imparatorun gözünden düşürmüş, perişan etmiştir. (orhan hançerlioğlu, düşünce tarihi)

    evet efendim; aslında bu entirimde tüm alıntılarımı, tüm fikirlerimi, tüm inanç yapılarını hem eriugena başlığına hem de eserinin başlığına yazabilirdim; ama en trajiği; tüm yazdıklarım içinde üstad'ın saydam ve sarmal kulesi oldu. aslında verilen benzetme; oldukça insanidir; insanca olana yabancı olmayan insana özgüdür; bir düşünsenize galata kulesi'ni ilk defa görmüşsünüz gibi; her defa her defa şaşırdığınızı, sonunda kuleye çıkıp her kattan, evvelden geçtiğiniz yollara baktığınızı; bir düşünün her katta başka bir manzara göreceksiniz; zemininiz de değişecek; fakat o'nun saydam olduğunu hissedin; şimdi bakın her kattan; zemininiz hiç değişmiyor değil mi? erdemli olsun, erdemsiz olsun; yaşadığınız şey sizindir; saydam olsun ve sarmal olsun; bastığınız yer sizin bastığınız yerdir.
  • bu kule üzerinde aylar sonra yeniden durmam gerekti, niye gerekti bilen bilir.

    scotus'un tanrıbiliminde yeniplatoncu ve augustinusçu bir tavır hakimdir, bu kulenin harcını karan işte iki büyük düşünce biçimi! tanrı her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur, her şey ondan gelmiştir ve ona geri dönecektir (omnia in omnibus), o hiçten yaratmıştır her şeyi (creatio ex nihilo) scotus'a göre. yeniplatonculuk'ta bunun karşılığı aynıdır. tanrı, her şeyin kaynağı ve ereğidir (essentia omnium); her şey ona benzer (forma omnium),her şey ondan gelir, o alfa ve omega'dır. bu yapı da aslında stoa düşüncesinin izlerini taşımaktadır. yani;

    stoa -> yeniplatonculuk -> scotus eriugena'nın kulesi

    bu kulenin oluşumunda augustinus'un katkısı da, ona göre; tanrının büyüklüğünün ve omnipotens'liğinin algılanmasındadır. tanrı bengidir, aşkın varlıktır, tüm güçleri bünyesinde barındırmaktadır, tüm iyiliklere sahiptir ve tüm us ondadır; mutlak birlik, mutlak us ve mutlak istenç; yani mutlak tindir. scotus'un kulesinde ise; evren, tanrının özünün bir ifadesi ya da ürünüdür. tanrı ve yaratımları birdir; o yaratımları içinde, yaratımları ise onun içindedir.

    scotus'un kulesi bu açıdan bakıldığında kamutanrıcıdır, zira tanrı her yerdedir; aynı zamanda aşkındır. ayrıca insanın tanrıyı betimleyebilmesi tam anlamıyla mümkün değildir. o dilin ifade edebileceğinin ötesindedir. ayrıca doğada şeylerin birliği (universitas rerum) vardır scotus'a göre, onda olan (ea quae sunt) ve olmayan (ea quae non sunt) her şeyi barındırır doğa. bu görüşleriyle de augustinus'un görüşlerini basitleştirerek sunmuş olduğunu söylemek mümkündür frank thilly'e (a history of philosophy) göre.

    yeter bu kadar.
hesabın var mı? giriş yap