• talip apaydın romanı
  • marshall yardımı ile türkiye'ye sürüsüyle gelen tarım yatırımlarının ve köy romancılığının modasının sonucu olan güzel bir talip apaydın çalışması.
  • talip apaydın’ın, ilk baskısı 1958’de (varlık yayınları) yapılmış ilk romanı.
    roman, tam da marshall yardımı ertesinde, artık bozkırda yavaş yavaş sabanın yerini almaya başlayan gerçekten “sarı” renkli (önce abd’nden ithal edilen, sonra 1955'de atatürk orman çiftliği arazisi içinde ayrılan yerde 'yerli' montajına başlanan minneapolis moline) traktörlerin somutunda, ailesi henüz ona ulaşamamış bir köylü gencin romantik makinalaşma özlemini anlatır; anlatımın özü, nazım’ın “makinalaşmak” şiiri gibidir.
  • naif ve o kadar gerçek bir arif karakteriyle 1950lerin türkiye portresinin olabildiğine somut çizildiği talip apaydın romanıdır. tasvirler, olaylar, köy o kadar gerçekçi anlatılmıştır ki, kendi köyüm gözümün önünden bir saniye bile gitmedi, asılı kaldı kafamda. arif harman döverken, aklımda küçükken tarlada üzüm sermeye çalıştığım görüntüler geldi. arifin annesi benim anneannem, babası da dedemdi sanki.
  • türkiye'de ki köylerin gerçek bir tasviri olan talip apaydın romanı. köy yaşantısına hakim biri olarak rahatlıkla okunanların gerçeği yansıttığını söyleyebilirim. ama kitabı okurken, köy yaşantısını bilmeyenlerin, tarımla uzaktan yakından ilgisi olmayanların anlatılanları abartılı bulabileceği geldi aklıma. güzel tasvirlemiş yani talip apaydın abimiz. o kadar güzel tasvirlemiş ki, okuyucuyu tasvirleriyle etkileyebiliyor, bizi köy yaşantısına çekebiliyor.

    kitapta ise ana karakter arif, bazen sizi çığırdın çıkartıp küfretme noktasına getiriyor. ama kızamıyorsunuz ona. çünkü bizim zamanında bilgisayar, telefon diye tutturmamızın yanında onun traktör diye tutturması sizin gereksiz taleplerinizi yüzünüze çarpıyor ve sizi durduran etken oluyor.

    kitapla ilgili en büyük eleştirim ise yayın evine. literatür yayın evi çok basit kelime hatalarıyla beraber yayınlamış bu güzide eseri. acilen gözden geçirilip o basit harf hatalarının düzeltilmesi gerekiyor.

    son olarak kitabın adı sanılanın aksine basit bir anlam taşımıyor. okuyup öğrenmenizi tavsiye ederim.
  • millî edebiyat akımının etkisiyle yazarlar, anadolu’ya yönelmiş ve anadolu insanının yaşayışını konu edinen birçok eser kaleme almışlar. bu eserler, edebiyat ve toplum ilişkisini yansıtma noktasında önemlidir. köyün ve köylü hayatının anlatılması, edebiyatımıza karabibik ile girmiş olsa da nabızâde nâzım’ın yaklaşımı, kentlinin köylüyü izlemesi şeklinde tezahür etmiştir fakat mahmut makal’ın bizim köy adlı eserinden itibaren daha gerçekçi bir yönelim ortaya çıkar. talip apaydın’ın köy enstitüleri’nde eğitim gören gençlerden biri olması, köy hayatını, köylüyü daha yakından tanımasına olanak sağlamıştır. apaydın’ın 1958’de yayınlanan sarı traktör adlı eseri köy hayatını, köylü insanın yaşadığı sıkıntıları, onların geçirdiği sosyo- ekonomik değişimi, toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yansıtır. dönemi için önemli bir roman sarı traktör.

    talip apaydın, köy hayatını tüm gerçekçiliği ile yansıtma gayesi taşıyarak yazdığı bu romanda köylüyü ve onların yaşadığı sosyo-ekonomik gelişimi arif’in traktör hevesinin arka planına koymuştur. bunu yazarın bir yanlışı olarak görüyorum.

    çünkü yazar, asıl hedefini arif’in kişisel hırslarını ön plana alışıyla ıskalamıştır. roman bir noktadan sonra, köylüyü ve modern tarım araçlarıyla geçirdiği değişimi yansıtmaktan ziyade arif’in traktör aldırmak için geçirdiği psikozu yansıtır.
  • köy enstitülü yazarlarımızdan talip apaydın'ın toplumcu gerçekçi romanı. tarımda makineleşme dönemini iç anadolu'yu merkez alarak anlatır. arif'in traktör sevdası günümüz gençlerinin spor araba merakından çok daha derindir. çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen arif ve diğer gençlerin ne büyük sorumluluk taşıdığını şaşırarak okuruz. diğer bir romanı tütün yorgunu gibi çok rahat okunan kişileri capcanlı sıcak bir eserdir.
  • halbuki bir traktörü olsa arif'in…

    doğuda görev yapan bir öğretmenin sahip olmaması gereken en temel korku nedir diye sorarsanız, “kuşkusuz ki tayyareler” derim bu aralar büyük bir bilmişlikle. nitekim 18 saat git ve 18 saat gel şeklinde, 2500 kilometreye yakın bir otobüs yolculuğuna çıktım geçen hafta. üstelik otobüsü kimlerin durdurup kimlik isteyeceği de kafamı kurcalıyordu. neyse…

    diyeceğim o ki, bir hesaplamaya göre 26, bir hesaplamaya göre 27 yaşımda gittim ben ilk kez polatlı’ya. çok heyecanlı bir etkinlik için oradaydım –göze aldığım kilometreden bellidir zaten- ama benim için bu kısa ziyareti daha da anlamlı hale getiren bir şey vardı.

    onca saatlik yolda aklımdan geçen deli saçması onlarca şeyin yanısıra, talip apaydın’ın polatlı’da doğup büyüdüğünü hatırladım ve tabi onun yazdığı sarı traktör isimli romanına düştü aklım. dünyanın en saçma otobüs yolculuklarından birinde kaba etimin şekil değiştirmiş olması, bana okumanın ne kadar harika bir şey olduğunu düşündürten o ilk göz ağrısı romanımı düşünmeme engel olur mu sandınız?

    küçük yaşımın da getirisi ile vurulduğum arif’i hatırladım gülümseyerek. itiraf edelim, herkes bazı film/roman kahramanlarına sevgi beslemiştir küçükken. yerdeniz’in ged’inden, sarı traktör’ün arif’ine kadar sevdiklerim oldu benim de işte. her coğrafyadan, her yaştan ve yaşantıdan. üstelik sınırı, koşulu da yoktu bu karakterlerin. daha adını ilk kez duyduğun paris şehrinin en ünlü müzelerinden birinde çalışan doğa tarihçisi bir profesörün balinadan dahi(!) büyük bir zamazingonun peşinden gitmesi tabi hayranlık uyandıracaktı 30 kiloluk bünyede.

    ne var ki sarı traktör ve arif apayrı bir hadiseydi. 4.sınıfa gidiyordum ve okuduğum ilk “büyük kitabı” buydu. romanın öyle sürükleyici bir dili, tanımadığım ama merakla takip ettiğim öyle harika bir dünyası vardı ki kitap bittiğinde bir süre okula gitmeyi reddetmiştim, neden bitti kitap diye ağlayıp zırlayarak ailemi çaresiz bırakmış, yeni roman tekliflerine kapımı kapamış; kısacası çocuk gibi davranmıştım işte. devamı olmalıydı muhakkak, nasıl bitebilirdi böylesi harika bir deneyim?

    o yaştaki okuma hızını düşününce herhalde en aşağı 1-2 ay elimden düşmemişti kitap. hayatımın rutinlerinden biri haline gelmişti yani o hikayeyi sürdürmek. romandaki şiveye bile kayıyordu zaman zaman ağzım. o kadar efsaneviydi benim için. cem yayınevi’nden çıkan baskıyı okumuştum ben, kitap bittikten sonra günlerce sayfa sayısının artması için çaresizce baktığım kapak resmi şuydu: görsel

    sonra işte kayıplar oldu, gidenler ve gelenler. hayat oldu. az çok büyüdük. unuttum gitti sarı traktör’ü. ama o roman sayesinde birçok yenilerine de açıldı kapı. daha önce eksikliğini hissetmediğim bir duyu organımın farkına varmış gibi; çok nefis tadı olan ferah bir içeceği kafaya diker gibi, daha derinden nefes aldıkça birbirinden güzel kokular duyuyormuşum gibi okudum, okudum hep. jack london’ı, muzaffer izgü’yü, vedat türkali’yi, maksim gorki’yi ve hatta ipek ongun’u hatırlıyorum en çok o dönemlerden. bir de atilla ilhan şiirlerini keşfettiğimdeki şaşkınlığımı… özellikle jilet yiyen kız’ı.

    yıllar sonra aklıma düştüğünde o ilk romanın heyecanı, ne ismini ne de yazarını hatırlamıyordum. google'da çok komik kelimeler ve ifadelerle arandıktan sonra –evet, o yıllarda internet girmişti hayatımıza- öğrendim ki sarı traktör idi o roman. yazarı da talip apaydın. 17-18 yaş civarıydı satın aldım, tekrar aynı hevesle okudum onca yıl sonra. o “tekrar kavuşma” anını hayatta unutmam.

    sonra başka bir talip apaydın romanı okumadım, yazarın hayat öyküsünü detaylı bir şekilde öğrenmedim. çünkü hayalimde kaldığı gibi hatırlamak istedim hep. gerçekler çoğu zaman kafamızdakiyle bütünleşmez ya hani. nazım’ın piraye’sini, vera’sını, münevver’ini bilince o şiirlerin biraz da hüzün içermeye başlaması gibi olsun istemedim. yıllar sonra aziz nesin’in 1955 basımlı “medeniyetin yedek parçası”nı okuyunca 58’de yayınlanan sarı traktör hikâyesi de gözümde farklı bir yere oturmuştu mesela. tekrar hayal kırıklığı olsun istemiyordum.

    yani kısacası ufak yaşlarda, iyi bir okuma alışkanlığı edindiysem sebebi sarı traktör, sebebi sarışın arif, sebebi talip apaydın. yazmasam olmazdı. peki ne mi vardı bu kitapta? şu an ki bilincimle tarımda makineleşme ile yaşanan sorunlar ve değişimler vardı, özeler köyünün tarımla geçinen halkı vardı, feodal toplumun özellikleri ve bilhassa kadınların konumu vardı. bir de o yıllarda “sovyet tehdidine” karşı, abd tarafından türkiye de dahil on altı ülkeye yapılan marshall yardımı vardı (o dönemler halkın buna “maraşal yardımı” demesi ne kadar mizahi bir toplum olabileceğimizin de kanıtıymış aslında).

    ama o yaştaki bakış açısıyla köyün zengini izzet ağa’nın oğlu arif, onun sevdiceği emine vardı kitapta, tabi emine’nin dahi önüne geçen bir de traktör sevdası. arif’e yol gösteren enstitü öğretmeni gizli başroldü. zaten bu romanda köy enstitülerinden bahsetmeden geçmek olmazdı. çünkü talip apaydın da köy enstitülerinde eğitim görmüş, eğitim vermiş biriydi. 1940 yılında açılan köy enstitüleri’nde okuyanlar genellikle köy kökenli olup, zaten amaç yine köylere öğretmen ve doktor yetiştirmekmiş malum. bu mezunlar gittikleri her yere kendi edebiyatlarını da götürmüş ve 1950li yıllar bu noktada “köy edebiyatı” diyebileceğimiz akımı yaratmış. o akım talip apaydın’ı, talip apaydın sarı traktör’ü, sarı traktör de benim gibi birkaç şanslı kişiyi değiştirmiş. özetle bu dönemin mottosu “carpe diem” değil de daha ziyade şuymuş: “varoluş, özüne giderek halka emek vermeye bağlıdır”.

    evet bu sayede 50’li yıllardaki marshall yardımının, 1991’li birinin yaşamını nasıl etkileyebildiğini görmüş oluyoruz. okuduğunuz için teşekkürler. şaka tabi ama şunu söylemeden bitirmeyeyim, kitabın adı göründüğünden daha karmaşık bir anlam içeriyor aslında. okuyun, öğrenin derim.

    nasıl tarıma traktörden sonra da birçok makine girmiş ama toplumda aynı heyecanı yaratmamışsa, benim hayatıma giren karakterler de bir sarışın arif olmadı yani sizin anlayacağınız.

    - tam da bunları yazmışım sarı traktör için 4 haziran 2017'de bir word belgesine -
hesabın var mı? giriş yap