• pierre bourdieu'nün gustave flaubert'in gönül ki yetişmekte romanı üzerinden 19. yüzyılda yazınsal alanın oluşumunu incelediği kitap.edebiyata dair sosyolojik ve biçimci bakışaçılarının indirgemeciliklerini, metnin hem içini hem de dışını birbirinden ayrılmaz görerek aşmaya çalışma iddiasında. necmettin kamil sevil'in çevirisi ise kimi yerlerde öztürkçe hassasiyetini abartması hariç, metnin çetrefilliğini iyi karşılıyor.
  • "ne zaman 'felsefesel' kelimesini işitsem elim tabancama gider"
    (cahit tomruk)

    orijinal adı les règles de l'art olan bu piyer burdiyö kitabı hakkında ilk söylenecek şey, en son okunması gereken burdiyö kitabı olduğudur. sanıyorum ki ileride çok daha fazla referans gösterilecektir bu eser.

    bu piyer burdiyö kitabı hakkında söylenecek ikinci şey aziz yardımlı'dan hallice bir tercümeye maruz bırakılmış olmasıdır. yazık ki üzerine "biz bu eseri fransızcadan göktürkçe'ye tercüme ettik" gibi bir not düşülmemiş.

    türkçe'yi koruyalım evet, onu geliştirelim güzel şeyler bunlar, zaten üniversite hazırlık sınavları sırasındaki paragraf soruları da sürekli bundan bahsetmiyor mu? ama mefhumlara böylesine kolayca türkçe karşılık biçmek çok beleşçilik gibi geliyor bana. zira benim anladığım kadarıyla kavramlar bir filozofu diğerinden ayıran en büyük güzellik. güzelliktir nihayetinde abicim çünkü bir mefhum bir şeyi karşılıyorsa o iyidir.

    burdiyö amcamızı postmodernist filozoflar içerisinde anar bazı kişiler, oysa bu çok hatalıdır. ancak işte bu eser, ele alınış tarzıyla biraz da böylesi bir tarza yakın duruyor, yani postmodern filozofların konuyu ele alış biçimleri. ama sadece konuları ele alış bakımından. yoksa, bunun tam tersi biçimde burdiyö beyefendi, beyefendiliğine gölge düşürmeden usul usul, hani çeliğe su verir gibi ayarını verir postmodernizme ve sanat konusunda yaratmak/altını doldurmak gibi bir kaygısı olmayanlara.

    aynı zamanda işin içerisine edebiyat da yoğun biçimde girer bu eserde. burdiyö'nün çağdaşı ve yakın olmasa da arkadaşı olan fuko'nun bu bir pipo değildir ve dölöz'ün proust veya masoch üzerine eserleriyle paralel görünüyor bu tarz. oysa, burdiyö bambaşka bir yere çıkıyor çağdaşlarından.

    kitabın anlaşılabilmesi için ilk başta gustave flaubert'in madame bovary'sini iyi bilmek gerekiyor çünkü adı geçen eserdeki kısımlar ve göndermeler bilinmeden eserden hiçbir şey anlamak mümkün değil. sonrasında, maalesef türkçe'ye beleş tercüme edilmiş kavramların neler olduğu geliyor ki, işin en zor, ayıklanması en mühim kısmı burada başlıyor. "le champ"gibi en temel burdiyö kavramı alan denilerek geçilmiş eserde. alan denilince insanların kafasında bir sürü şey uyanıyor olabilir elbette ancak bu devasa bir kavram ve bir şeyi karşılıyor.
hesabın var mı? giriş yap