*

  • omer seyfettin'in realizm ile romantizm arasinda kalmis olan, ancak romantizmin buyuk bir olcude etkisi altinda olan oykusu. bir italyan ile evli, asimile olmus kenan bey adindaki turk'un turklugunun bilincine bir gunde varmasini anlatir. oykuye adini veren primo ise kenan bey'in ogludur
  • ömer seyfettin bu hikayede başta masonlar olmak üzere batı etkisinde hareket eden herkese bir güzel giydirir. yabancı etkisinde kalarark oğluna primo, kızına ise secundo adını koyar. yani ilker ile saniye gibi (tşk: matarama su ko)
  • kurtuluş savaşı zamanında anadolu'da değil, trablusgarp savaşı çıktığı zaman selanik'te geçen uzun bir hikâyedir primo türk çocuğu. ayrıcana tamamlanmamıştır bildiğim kadarıyla. italyanların trablusgarp'ı işgal etmesi sonucunda selanik'te düzenlenen protestolarda türklük bilincine varmaya başlayan çocuk, italyan annesiyle italya'ya gitmek yerine selanik'te türk babasıyla kalmayı seçer. türkçe öğrenir, oğuz adını alır, dededen kalma, düşmanın kanına bulanmış kılıca bakarak eski türk hakanlarını düşünür, düşmanlara diz çöktürdüğünü hayal eder. osmanlı'nın çöküşüne tepkiden doğan son derece gaz türk milliyetçi edebiyatının önemli örneklerinden olup daha fazla tahlile muhtaçtır.
  • --- oyunbozan bilgi ---

    kendisi ilk intihar komandolarından biridir.

    --- oyunbozan bilgi ---

    çocuklara tavsiye edilen bu hikayeleri okuyarak yetişen bir nesilden ne hayır beklenir onu merak ediyorum.
    bir diğer ömer seyfettin eseri olarak (bkz: bomba)
  • yazıldığı zamana göre değerlendirilmezse, şovenizmin doruklarında ve biraz da ikiyüzlü bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

    çocukken okumaya başlayıp da yarım bıraktığım isabet olmuş.
  • halil berktay, taraf'taki "silâh fetişizminden fellatio’ya" başlıklı yazısında bu öyküyle ilgili olarak şunları yazmıştır:

    "oğuz/primo, konakta tek başına kaldığı bir gün tavan arasına koşar, mustafa’nın getirdiği silâhı çıkarır –ve onunla oral seks yapar: “tahta kılıfın üzerine gayet ince ve hafif bir toz konmuştu. üfledi. son derece mukaddes bir şey tutuyormuş gibi ihtiram ve muhabbetten titriyordu. kılıfın kapağını açtı. revolveri çekti. mekanizma sessiz ve donuk bir aydınlıkla parlıyordu. ince dudaklarını uzattı; öptü, öptü, öptü. bu o kadar tatlı idi ki... emdi, emdi. dudaklarının arasından dilini çıkardı, namluya dokundurdu. ekşi ve serin bir tat duyuyordu. bu serin ekşilikte öyle anlatılmaz bir lezzet vardı ki dünyada hiçbir şeye benzetilemezdi. bu anlatılmaz, bu ne olduğu bilinmez şey sanki kana karışıyor; her tarafa yayılıyor, ona bir arslan kuvveti, bir muharip şevki, bir bahadır saadeti veriyordu.”
  • hikayenin “nakarat” adlı bölümü, gençliğini makedonya’da geçirmiş eski bir zabitin hatıra defterinden alıntıları aktarır.
    sanki hikaye değil, yaşanmış gibidir:
    görev gereği hergün komitaci arayan, ama sadece onların arkada bıraktığı izlerden başka bir şey bulamayan müfrezenin zabiti, köydeki bulgar bakkalın üzerindeki yıkık evde oturur. evin karşısında oturan ve onu görünce kaçmayan güzel kıza aşık olur. kızın, zabite bakarak; “naş naş / çarigrad naş... / raz-va-tri” söylediği sözlerini, tahminle ve şöyle tercüme eder: “seni çok seviyorum. /seni çok seviyorum. balkanlar’dan şıpka’dan/aşıp geldim sana./meriç bak olamadı/ bir set yoluma”
    “o bulgarca, “naş naş çarigrad naş..” diye çağırmaya başlarken, ben de, tahminen yaptığım tercümeyi onun bestesine uydurarak mırıldanıyorum.” der. sonra, tahminen yaptığı bu tercümeyi bulgarca bilen bir köylüye çevirtir, gerçek anlamını büyük hayalkırıklığı ile öğrenmiş olur: “bizim olacak / bizim olacak/ istanbul bizim olacak.”
  • hikaye osmanlı'nın çöküş dönemlerinde türk olduğunun bilincinde olmayan, milliyeti sorulduğunda "müslümanım" diye cevaplayan, türkleri öcü sanan milleti uyandırmak, gaza getirmek, böylece kurtuluş mücadelesine taraftar toplamak için yazılmıştır. bu yüzden hikayedeki gerçeklikten uzak unsurları mazur görebiliriz. fakat toplumda bir kesimin hala bu gerçekdışı unsurlarla övünmesi ilk başta gülünesi, sonra ağlanası bir durumdur.
    örneğin; primo daha çocuktur, bir şekilde kendisinin de türk olduğunu öğrenir ve çocuk duygusallığıyla kapılıverir hayallere. normaldir, her çocukta olabilecek bir durumdur. "sen rumsun" deselerdi aynı şekilde galeyana gelebilirdi çocuk. nedir ki bundan türklüğe çıkarılacak pay?
    veya övünerek anlatılır osmanlı'nın diğer milletleri esir edişi ve özgürlüğünü isteyen bu esir milletler hain ilan edilir, yerilir. e afrikayı esir aldığı için avrupa'yı eleştiriyordu birkaç sayfa öncesinde. biz yapınca ne ala, onlar yapınca tü kaka. tamam avrupalının bakış açısı da bundan farklı olmayabilir ama bu bizim düşünce tarzımızı da haklı kılmaz ki.
    yazıldığı yıllar için gerekliydi belki bu şovenizm ama hala bu hikayeyi okuyup gaza gelen gençlerimiz olması ne acı. ne kadar yaklaşamamışız gerçekçi olmaya, hala hayallerde geziyorken ayaklarımız ne umuyoruz ki milet adına.
  • yıllar yıllar önce okumuştum. aklımda kalan ve beni açıkça rahatsız eden, doğru olmasını bırakın doğru olmasının hayal edilmesini dahi iğrenç bulduğum bölümler vardı. silahla oral seks sayılabilecek temasın yanı-sıra primo'nun düşlerinde dizlerine kadar içine gömüldüğü bir kan denizinden çıkıp iyi olana dair bir şeyler üretebileceğine inanılıyor olması tuhaf gelmişti.

    ömer seyfettin'in beni, bundan daha çok rahatsız eden bir hikayesi daha vardır, topuz diye... istiklal derdine düşmüş voyvodanın topuzla öldürülmesi, hangi özgürlük düşkünü bu kadar iğrenç bir gerekçe ile devletini, imparatorluğu savunur ve bundan iyi bir şeyler üretilmesini bekler ki.

    hüseyin rahmi'*nin yanısıra okumayı sevdiğim bir yazardır ömer seyfettin... yazılı anlatımın türkçe ile yapılabilecek en güzel örneklerini sunarlar... ki bir kürdüm ben, ana dilim kürtçe. anlatım olanakları bu kadar geniş bir dilin ömer seyfetttin'de ırkçılık ve lanet bir özgürlük düşmanlığı söylemi ile kullanılmış olması açıkça kendimi aldatılmış hissetmeme yol açıyor...
  • kitabın konusu:

    osmanlı devleti’nin çöküş dönemine girdiği devirde, sınır boylarında bulunan halkın yaşantıları kısa hikayeler şeklinde anlatılmaktadır. bu hikaye de italyan gibi yetiştirilen bir çocuğun gerçek tarihini öğrenmesini anlatmaktadır.

    kitabın özeti:

    primo türk çocuğu nasıl oldu?
    eylül gecesiydi ve gökyüzünde tek bi yıldız bile yoktu. selanik, gündüzki heyacanlardan, gürültülerden yorulmuş gibi, baygın ve uyuyordu. rıhtım ıssızdı. olimpos palas’ın, kristal’in, splandit palas’ın ve diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştü bile. tramvay yolunu tamir etmek için konulan parke taşlarının ilerisinde, denize doğru inen küçük merdivenlerin başında, hareket etmeyen bir gölge dimdik durmakta idi. gölge paris’te okuyan sonra dolgun bir maaşla izmir’e gelen ve burada aşık olduğu güzel bir italyan kızı grazia ile evlenen genç mühendis kenan bey'e aitti. türklük, garazi avrupalılarca medeniyetsizlik olarak görülmekte idi. kenan bey de onların adetlerine, ahlak anlayışlarına, terbiyelerine, cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliğe sahipti. ve bu karakteri herkes tarafından da bilinmekte idi. nazik ve eğlenceli birisi idi. savaşa tamamen karşıydı.

    en sonunda o gece kenan bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri, gördükleri ve gazetelerde okuduklarının etkisinde kalmıştı. son derece rahatsızdı. çünkü savaş çıkmış; italya trablus’a saldırmış; hayran olduğu, insaniyete hizmet ettiğine inandığı avrupalılar’ın önceden çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmişti. ilk fransa’yı hatırladı. daima insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir afrika’yı kana boyamıştı. masum, silahsız insanları öldürmüş onları esir etmiş, ruhlarına hakim olmaya çaılmışlardı. daha sonra ingilizler’i düşündü ve ispanyollar’ı, almanlar’ı hatta belçika ve portekizliler’i , en sonunda da italyanlar’ı düşündü. hepsi aynıydı. yıllarca ruhunu zapteden bu toplumun, avrupalılar’ın naçiz bir kulu, hizmetçisi olduğunu düşündükçe kahroldu. düne kadar kendisine bile türküm demeye sıkılıyordu. bu memlekette tarihinin büyüklüğünü, geçmişini, dedelerinin şanını bilmeden, inkar etmiş ve milliyetinden uzaklaşmıştı. hatta ne kadar avrupalılaşmış olduğunu düşünerek yürüdü ve kimseyi görmemeye çalışıyordu. evine gitme düşüncesinden uzakta idi. şuursuz bir şekilde splandi palas’ın önüne geldi. bir odaya çıkatı ve yatağa uzandı. yaşadığı olaylar onu şaşırtmıştı ve perişan etmişti. hakaretin ve tecavüzden uyanan millet, italyan mektebinin, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parcalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştı. ne kadar italyan varsa şüphesiz kovulacaktı. italyan dostu görünen bir türk şüphesiz lanet ve nefretle memleketten dışarı çıkarılacaktı. başı ağrımakta başının arısından gözleri yaşarmaktaydı.

    gözünün önüne eşi, çocuğu ve evi geldi. o hiç böyle bir günü düşünmemiş bu kadar mutlu yaşamamıştı. avrupa'dan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırladı. bir italyan’la evlenmişti bu da ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir durummuş gibi gelmişti. gerçi grazia ile evlenmek istediğinde grazia’nın babası kenan bey’in türk oluşundan dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermeyi şiddetle reddetmişti. daha sonra ise kişisel menfaatlerini düşünmüş, kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında kenan bey’i rumeli ve anadolu’da türk namı altında yaşayan on yedi milyon rumdan biri olarak kabullenmişti. ona göre türkiye’de sultanın ailesinden başka türk aile yoktu. bu düşünceler doğrultusunda kenan bey’i kızıyla birlikte rum olarak kabul etmiş ve bu evliliğe izin vermişti.

    kenan bey’le grazi’nin evliliklerinin ilk iki yılında iki erkek çocukları olmuştu. italyan adetlerini takip ederek çocuklarını numara ile primo! sekundo! diye çağırmışlardı. sekundo hastalanmış ve ölmüştü. grazia’nın babası mösyö vitalis meşrutiyetin ilanından sonra türkiye’de işlerin iyi gitmeyeceğini düşünerek italya’ya gitmiş ve çiftlik alarak oraya yerleşmişti. kenan bey babasının grazia’yı ve kendisini italya’ya çağıracağını düşündü. ne yapacaktı? gitmeyeceği kesindi. grazia’nın kendi ailesini bırakmaya razı olup olmayacağını düşündü. çocukları ve mutlu bir evlilikleri vardı ve birbirlerini çok seviyorlardı.

    sabah olduğunda ayağa kalktı ama bir türlü uyuyamamıştı. otelden tranvayala yalısına geldi. kapıyı hizmetçi kız açtı. grazia ve primo evde yoklardı. iki yol sandığı dikkatini çekti. grazia yolculuğu düşünmüştü galiba. ilk defa görüyormuşcasına duvarlara, perdelere, eşyalara baktı. türk hayatına, türk ruhuna ait bir çizgi bile yoktu, birden bursa’daki çocukluğunun geçtiği baba evini hatırladı. merdiven başındaki, ceviz ağacından eski ve guguklu saati, yaldızlı kafesin içindeki sürekli öten kanarya kuşunu ve babasının odasını düşündü. herşey gözlerinin önünden film şeridi gibi akıyordu. alçak sedirler ve kalın halılarla döşeli, vişne renginde perdeleri, duvarlarında asılı olan iğri ve altın kakmalı kılıçları, kamaları düşündü ve en önemlisi bu odadaki baş sedirin üstündeki etrafı ipekten ve sırmalı çevrelerle süslenmiş, mert bir türk ruhundan saçılan iffet, namus, metanet, istiğna tavsiye eden mısraların yazılı olduğu levhayı hatırladı. mısraların bazılarında şunlar yazılıydı.

    ‘geçme namerd köprüsünden, koparmasın seni!’
    ‘korkma düşmandan, ki ateş olsa yandırmaz seni!’
    ‘müstakim ol, hazreti allah utandırmaz seni!’

    babası ne kadar genç dururdu. gelen misafirler de, ağalar da ona benzerdi. bu levha güya kalplerin, ahlaklarının tercümesiydi. başı yeşil örtülü annesiyle daima yere bakan, omzunda pembe bir atkı taşıyan mukaddes hemşiresini düşündü. tahsilde iken annesi ve babası ölmüş, amcasının yanına giden hemşiresi de oranın yerlilerinden bir beyle evlenmişti. kendisi on senedir ne bursa’ya gitmiş, ne akrabalarını görmüştü. hatta mallarını bile istanbul’dan gönderdiği bir vekil vasıtasıyla satmıştı. kenan bey düşündü durdu. düşündükce de iki gündür farkına vardığı durumunun aşağılığını, adiliğini anladı. unuttuğu milliyetinin kıymetini bilemediği için acı bir hisse kapıldı. vicdan azapları içinde geçen yarım saat ona bir gün gibi görünmüştü.

    kapı zili çaldı. grazia gelmişti. ona sabah aldığı kararı nasıl söyleyeceğinin sıkıntısı içindeydi. grazia kenan bey’e dün gece niye gelmediğini ve onu çok merak ettiğini söyler. kenan bey işi olduğunu ve bir otelde kaldığını söyler. grazia ilan olunan harpten bahsetmeye başladı. grazia sabah tercüman ile konuştuğunu, hiç kimsenin bilmediği, gazetelerin yazmadığı havadisleri öğrendiğini söyledi. avrupalılar aralarında fransa’ya fas’ı, almanya’ya anadolu’yu, italya’ya trablus’u, ingiltere ve rusya’ya da acemistan’ı taksim etmişlerdi. birkaç ay sonra rumeli’nin her tarafında bombalar patlayacak, girit yunanistan’a bağışlanacak, arnavutluk’a, makedonya’ya , suriye’ye, arabistan’a muhtariye verilecekti. sultanlık avrupalıların eline verilecek türkiye’de de ‘beynelminel bir idare’ olacaktı. avrupa’nın programı belli olmuştu. grazia bunları çabucak anlattı. tercümanın korkularını tekrar etti. şimdi hükümet genç türklerin elindedi. iki üç ay içinde selanik’i terkedip istanbul, italya ve yahut başka bir avrupa memleketine gidilmeliydi, pasaportları bile hazırlatmıştı. grazia kenan bey’e ne zaman hareket edebileceklerini sorduğunda kenan bey buradan bir yere gitmeyeceğini söyledi. grazia inanamadı. peki ben diye sorunca ‘sen de...’ diye karşılık verdi. bu sırada primo içeri girdi, yavaş yavaş yürümekteydi. annesi ona hiddetli ve sert bir tavırla önemli bir konu konuştuklarını söyleyerek dışarı çıkardı.

    oysa primo olayların farkındaydı. çünkü sabah mektebe gitmemiş rum çocuklarıyla rıhtımda balık tutmaya çalışırken mektep arkadaşlarından orhan’ı görmüş ve yanındaki biraz büyükce olan bir türk çocuğuyla tanışmıştır. bu bir türk paşasının oğludur. orhan primo’ya sordu:

    ‘senin baban türk değil mi?’
    primo biraz kızararak ‘niçin soruyorsun ?’ dedi .
    ‘soruyorum , niye inkar ediyorsun? senin baban türk mühendisi değil mi?’
    ‘evet...’
    ‘o halde sen de türksün!...’

    primo türkçe bilmiyordu. orhan fransızca olarak elindeki genç türklerin beyannamesini tercüme etti. itralyanlar’la türkler’in muharebe ettiğini anlattı. anlatırken en cesur, en asil bir millet olduğunu asırlarca bütün asya’ya hakim olduklarından bahsetti. atilla’nın avrupa’yı ezip, köpek gibi inlettiğini, dünyanın en büyük hükümetini cengiz’in kurduğunu anlattı. birkaç asır evvel avrupa’yı terbiye eden bu ırka bütün avrupalıların saldırdıklarını, mahvetmek için uğraştıklarını ama başarılı olamayacaklarını söyledi. türkler’in eski deniz savaşları zamanında akdeniz'i bir türk gölü yaptıklarından, büyük paşa babasından, mülazım ağabeyinden duyduğu şeyleri oldukca büyüterek, mübalağalaştırarak, uzun uzun hikaye etti. primo dinledi ve o an kendisinin, babasının türk oluşundan derin bir iftihar duydu. rıhtımdaki rum çocukları onun bir türk çocuğu ile saatlerce konuşmasını kıskandılar. onu çağırdılar fakat primo aldırmadı. orhan bu sineklerin bir şey yapamayacaklarını ancak taciz etmesini bildiklerini ve kendilerini rahat bırakmayacaklarını söyleyerek dışarı çıkmalarını tavsiye etti. bahçeden çıkarak, ileride ittihat ve teraki kulübü önünde dehşetli bir kalabalık gördüler. kapının yanındaki parmaklık setine siyah esvaplı, sarı bıyıklı, küçük fesli bir adam çıkmış, namussuz, alçak, korsan italyanlar’ın haberleri yokken ve dostları iken birdenbire vatanlarına hücum ettiklerini anlatmaktaydı. bu adam onların büyük ve güçlü zırhlılarına karşılık, kendilerinin de kutsal bir haklarının olduğunu bunun onların zırhlılarının karşısındaki kuvvetinden bahsetmekteydi. sonra bir telgraf okundu. orhan onu tercüme etti. italyanlar’ın trablus'ta iki harp gemisi kayalıklara çarparak batmıştı. daha sonra nümayişçiler yukarılara doğru çekilmişlerdi. primo kapının dibinde bunları düşündü. geçmişin hatırasını noktası noktasına hayalinden geçirdi ve göğsünün kabardığını hissetti.

    kapıya döndü içeride şiddetli ve heyacanlı konuşma devam etmekteydi. anahtar deliğinden içeriyi dinledi. annesi burada kalmayacağını söylüyor, kenan bey ise kalırsa artık italyan olarak değil türk olarak kalacağını, gider ve italyan olarak kalırsa aralarındaki ilişkinin biteceğini, kendisini boşayacağını ve görüşmemek üzere ayrılacaklarını söyledi. annesi yüz sene uzunluğunda geçen bir dakika sonunda cevabını veridi: ‘on seneyi, sadakatimi sen düşünmezsen ben hiç düşünmem. babamın yanına gider orada rahibe olur kalırım.’ dedi. tek isteği primo’yu da yanında götürmekti. kenan bey bu kararı primo’nun vermesi gerektiğini söyler ve o anda primo içeri girer. annesi içeri giren primo’yu kucaklamak ister. primo bunu dehşetli bir ciddiyetle reddeder. grazia birden bire değişen yavrusunun bu hareketi karşısında dona kalır ve hiçbir şey söyleyemez. primo büyük bir adam tavrıyla babasının yanındaki koltuğa oturdu. başını eline dayadı ve fransızca olarak niye onun hakkında konuştuklarını sordu. italyanca konuşmuyordu. her ikisi de şaşırdılar. kısa bir sessizlikten sonra kenan bey savaş çıktığını, annesi ile tamamen ayrılacaklarını, ya kendisi ile kalıp türk olacağını ya da annesi ile gidip italyan olacağını söyledi ve bu konudaki kararını sordu. primo oturduğu yerden şiddetle fırladı grazia ve kenan bey ne yapıyor diye birbirlerine bakarlarken, primo heyecanlı tavrıyla annesini ve babasını süzmeye başladı ve gayet bozuk bir türkçe ile:

    ‘ben.. türko çocuk... ben yok italyano... ben burda.... ben çocuk türk..’ diye haykırdı.

    grazia hayret ve endişe içinde masanın yanındaki sandalyeye yığıldı. kenan bey gözlerine ve kulaklarına inanamamaktaydı. primo sonra victor emmanuel’in resmine vurarak onu parçaladı. kenan bey sevinçli ve şuursuz bir şekilde ayağa kalktı, kanapenin üzerinde, yükseklerden kendisine bakan bu türk çocuğunu kucakladı ve onu göğsüne bastırarak alnından öptü.

    kitabın anafikri:

    türk milleti özünü bulmalıdır, kendi benliğinden uzaklaştığı takdirde kurtuluş savaşı’ndan önceki duruma gelinebilecektir.

    olayların ve şahısların değetlendirilmesi:

    kenan bey: türklüğü sevmeyen; garazi avrupalılar’a, onların adetlerine, terbiyelerine ve cemiyetlerine hayran olan ve bunları kendine bir yaşam tarzı olarak benimseyen birisidir. daha sonra olayları değerlendirecek ve özünü bulacaktır.

    grazia: kenan bey’in italyan eşidir. türkiye’de yaşamasına ve eşinin türk olmasına rağmen italyan adetlerini sürdürmekte ve çocuğunu da tam bir italyan olarak yetiştirmek istemektedir. savaş başlıyınca da onu alıp geri dönmek istemiştir.

    primo: kenan bey’in oğludur. bir italyan gibi büyütülmüş ve türkçe bilmemektedir. daha sonra tanışacağı orhan ona geçmişinin ne kadar şanlı olduğundan bahsetmiş ve onun da benliğini bulmasında yardımcı olmuştur.

    kaynak: http://www.dersteknik.com/…-cocugu-kitap-ozeti.html
hesabın var mı? giriş yap