*

  • maca kizi oyununda, oyun basinda bildirmek suretiyle, hic el almama ve dolayisiyla bonus kazanma durumudur
  • memleketimizin kimi kesimlerinde havlu kelimesinin ikamesi olarak kullanılır..
    peş ve kir kelimelerinin birleşiminden yorumlamaya çalışırsak, esasen eldeki kirin eteklere sürülmesi hadisesidir.
  • peskir bozulmadan kafa atilmaz *
  • havludan ziyade mutfaklarda bulunan yemek sirasinda veya sonra elleri kurulamak icin kullanilan bezden buyuk, havludan kucuk nesne.
  • sirp'larin havluya verdikleri isim, osmanlica'dan dillerine gecen binlerce kelimeden biri.
  • kaynağı farsca olan pişgir kelimesiymiş. hakketten sırf havlu olarak değil, elbezi, yahut peçete olarak da kullanılabiliyor. özel peşkir dokuma atelyeleri filan varmış vakti zamanında memleketimizin çeşitli cihetlerinde.
  • boşnaklarda da havlu karşılığı olarak kullanılır.
  • bu kelime nedense rahmetli babamı hatırlatır bana ...

    o elini yüzünü yıkarken muziplik olsun diye havluyu caktırmadan alır saklanırdım.

    - oğluuuum peşkırı getir....

    neyse bi sigara daha yakayım....
  • havludan farklı olarak dokuma bezden havsız yani tüysüz olarak imal edilirdi. hala öyle midir, bilmem.
  • 1866 yılında fransa büyükelçisi olan manastırlı ahmet muhiddin paşa'nın peşmelba'dan etkilenip nazire olarak geliştirdiği şeftali kompostosudur...

    bu nazire işi aslında ondokuzuncu yüzyılın başında wellington dükü* tarafından gerçekleştirilmişti. wellington dükü, napolyon*'u yenme başarısını gösteren bir asker olmakla beraber, midesine fazlasıyla düşkün bir ademoğluydu. fransızları da pek sevdiği söylenemezdi; özellikle chateaubriand kişisinin kendi adıyla et yemeği geliştirmesi akşamları wellington'da ciddi mide ağrılarına yol açıyordu. bir de fazla et yemekten mütevellit gut hastalığı eklenince, doktoru mantar yemesini önerdi. wellington et yemeyi bırakmadı, ve bol mantarlı bir çeşit et sote geliştirdi... ardından bu yemeği büyük bir tevazuyla beef wellington olarak vaftiz etmesini ise dönemin filozofları askeri dehanın megalomanik izdüşümü olarak değerlendirdiler...

    gelelim manastırlı ahmet muhittin paşa'ya... peşmelbayı ilk gördüğü anda aşık olduğu söylenir, hatta ilk tattığı gün 12 dakikada 38 istakoz yiyen kadina taş çıkartırcasına, yarım saat içinde 17 porsiyon yiyerek champs elysees kafelerinde bir efsane olmuş... fransızlar bugün bile çocuklarını "sus, yoksa kafandan aşağı şeftali ve vanilyalı dondurma dökerim" diye korkuturlar, gerisini getiremezler dahi...

    neyse efendim, paşa bu kadar yemenin akşamına ciddi boyutta rahatsızlanır, üzerinize afiyet, haşa sofradan, tabir-i amiyanesiyle motoru bozar... doktor bunun üzerine paşa'ya kesinlikle dondurmayı yasaklar, ama paşa'nın aklına bir kere peşmelba girmiştir... aşçısını çağırır ve koyu bir şeftali kompostosu yapmasını ister... aşçı pek memnun olmaz, ama yine de paşa'nın isteğini yerine getirir, geçim derdi, çoluk çocuk, kolay değildir haliyle istifayı basıp gitmek...

    komposto gelince paşa cam kaseye bir bakar, ve aşçının fazla pişirdiği kompostonun suyuna karışmış şeftali liflerini kir zanneder. pek de iyi çözemediği fransızcasıyla "ulan şef san şeref, jö vul compote du peche, tü fe peşkir" diye bağırır... (çn: ulan şerefsiz aşçı, ben şeftali hoşafı istiyorum, sen kirli şeftali yapıyorsun)

    aşçı durumu anlamamazlıktan gelir, aslında pek de anlamaz zaten; fransızlara özgü bir şekilde omuzlarını silker, ve 1879'da açacağı "chez peche quirre" adlı lokantanın adını bulmuş olmanın verdiği iç huzuruyla sekerek uzaklaşır...

    not: tamamiyle uydurmadır, yaşayan veya ölü herhangi bir kişiyle veya olayla benzerlik tamamen rastlantısaldır.
hesabın var mı? giriş yap