• bir siyaset adamı, yazar, düşünür, sol yazarı olmuş aktif insan*
  • bence turkiye'nin kalemi en guclu marksistlerinden birisidir metin culhaoglu. vulgar bir dil kullanmadan ajitatif olabilen; teorik akil yurutmelerini mutlaka pratik siyasete baglayabilen; pratik siyasetteki gozlemlerini teorik duzeye tasiyabilen yazilara imza atmistir. ayrica yazilarinda zeka urunu ince esprileri yerli yerinde kullanabilen ozgun bir tarzi var. akademi icerisinde yer almasa da o alaninin dilini de asinadir. ayrica yazdiklarinin degeri akademide on sene boyunca ayni teraneden bahsedip, bundan ekmek yiyen sahte entellektuellerin urunuyle kiyaslanmayacak kadar ayri bir yere sahiptir.
  • 20 haziran 2009 tarihli yazısında j. slavyanski'nin “başarılı bir anti-komünist olmak isteyenlere 40 tavsiye”sine referansla, türkiye'de şimdiki meselenin anti-komünizmden çok yenilenmecilik olduğundan dem vurmuş ve başarılı bir "yenilenmeci" olabilmek için gerekenleri aşağıdaki gibi sıralamıştır. ellerine sağlık.

    1. beğenmediğiniz, aşırı “ortodoks” bulduğunuz marksistleri “indirgemecilikle” eleştirdikten sonra bir nefes alıp türkiye’nin en temel ve belirleyici sorununun demokrasi ve demokratikleşme olduğunu ekleyin.

    2. sosyalizmi henüz çok uzaklarda görmenizin yaratabileceği “yanlış anlamaları” dengelemek için kimi konularda “gerçekçi ol imkânsızı iste” veya “hemen şimdi burada” türü sloganlara başvurun.

    3. yaşınız 60 civarındaysa, 1960’lı yıllarda “tip oportünizmine, revizyonizmine ve pasifizmine karşı” verdiğiniz mücadeleyle övünün. “bugün ne yapılması gerekir?” diye sorulursa da hiç tereddüt etmeden “bize tip gibi bir parti lazım” deyin.

    4. türkiye’de gerçek anlamda bir burjuva devrimi yaşanmadığını, modern sınıfların oluşmadığını, çağdaş bir topluma ulaşmak için daha bilmem kaç fırın ekmek yememiz gerektiğini söyledikten hemen sonra “sivil toplum kuruluşlarını” bu alanlarda göreve çağırın.

    5. sürekli olarak türkiye’de sosyalist solun güçsüzlüğünden, etkisizliğinden ve marjinalliğinden söz edin. “kürt sorunu” gündeme geldiğinde ise sosyalist solu bu sorunun çözümüne yeterince ağırlık koymadığı için eleştirin.

    6. sosyalizmin ancak uluslararası planda düşünülebileceğini, “bu işin tek ülkede olamayacağını” vurgulayın. “nasıl bir sosyalizm” sorusu gündeme geldiğinde ise hep paris komünü’ne atıfta bulunun, buradan örnekler verin.

    7. dünyamızın değiştiğini, süreçlerin başkalaştığını, artık yeni şeyler söylemek, yeni çözümlemeler yapmak gerektiğini sıkça tekrarlayın. bu arada sizden faşizm tanımı istenirse “tanımı zaten yapılmıştır” deyip dimitrov’un faşizm tanımını anımsatın.

    8. açık oturumlarda, panellerde, söyleşilerde öyle her şeyi kolay beğenmeyin, gerekiyorsa her şeye itiraz edin, eleştirilerinizi sakınmayın. ne tür bir girişimin solun önünü açacağı sorulduğunda ise “sol gereksiz tartışmaları, ayrıyı gayriyi bırakıp bir araya gelmelidir” deyin.

    9. elbette karamsarlık saçmak için değil, ama gerçekçilik adına “ülkede yaprak kımıldamıyor”, “herkes sinmiş, kabuğuna çekilmiş durumda” gibi şeyler söyledikten sonra, türkiye’de sosyalizmin “yeni toplumsal hareketlerle” mutlaka ittifak yapması gerektiğinden dem vurun.

    10. “cinsel taciz”, “erkek egemen söylem” ve “maçoluk” gibi konularda hoşgörüsüz olun, böyle işlere karışanları mahkûm edin. yumuşak ve anlayışlı yanınızı ise marx’ın “insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir” sözüne atıfta bulunarak gösterin.

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/15478.html
  • kendisi üyesi olduğu tip'in türkiye işçi sınıfını iktidara taşımak üzere yetmişli yılların sonunda tkp ve tsip'le eylem ve güç birliği yapmasından rahatsız olanlardandır. ayrıca bir dönem amerika'da eğitim almışlığı da vardır.

    (bkz: #18187384)
    (bkz: sahte tkp)
    (bkz: sahte bayrak)
  • yetmişli yıllarda disk içerisinde yoğun inisayitifi olan tkp'ye rağmen disk içerisinde başka yapılardan da adamlar olduğunu yadsıyarak, disk'in chp'yi desteklemiş olmasından igd ve tkp'nin chp kuyrukçuluğu yaptığı sonucunu çıkarabilen, tkp ve igd'nin yetmişli yıllardaki seçimlerde bakiye beria onger gibi kendilerine bağlı bağımsız adayları ya da bazı bölgelerde ilerici-demokrat chp adaylarını desteklediklerini yani bir bütün olarak chp'yi desteklemedikleri gerçeğini yadsıyabilen ve tkp'yi chp kuyrukçuluğu ile suçlayabilen yalancıların takipçisi olduğu adamdır aynı zamanda.

    (bkz: #18229492)

    dipnot: partisinin ideolojik duruşuna da laf etmeye gerek yoktur, herşey zaten kabak gibi ortadadır:

    (bkz: sip nereye)
    (bkz: sip'in korku ve ihaneti)
    (bkz: #17881894)

    (bkz: #17904149)
    (bkz: #17902976)
    (bkz: partimize yakışır şekilde dağılıyoruz)
  • zamanında üyesi olduğu sosyalist iktidar partisi'ne ödp'ye gidip çamur atan ve kendisine üyesi olduğu sosyalist iktidar partisi'nden de çamur atılan, daha sonra da hiçbir şey olmamış gibi yeniden kendisine çamur atan insanlarla çalışabilen ve halkı kandırmakta hiçbir zaman sakınca görmemiş yadsımacılarca savunulan kişidir aynı zamanda (bkz: #17881894), (bkz: #18147079). sanki insanlar tarihe baktıklarında bakiye beria onger diye tkp'li birinin o dönemde seçime bağımsız aday olarak girdiğini göremeyecekmiş gibi, sanki insanlar tarihi sadece onların yanlış zeminlerinden okuyacakmış gibi düşünerek kafalarını deve kuşu misali toprağın içine gömenler kendisini pek bir sevmektedir. ayrıca bunlar mücadele için hiçbir bedel ödemeyen insanların peşinden koşup mücadele için bedel ödemiş mustafa asım hayrullahoğlu gibi yoldaşlara çamur atmaktan da hiç utanmazlar.

    seçimlerle ilgili olarak bkz.
    http://www.urundergisi.com/makaleler.php?id=76

    tkp üyeleri 12 eylül'de kaçtı diyerek devrim şehitlerine çamur atma yüzsüzlüğünü gösterebilenler için, bkz.
    http://www.urundergisi.com/haber.php?newsid=7369

    dipnot: doğruları söylemeye dili varmayanlar için hatırlatalım, mustafa asım hayrullahoğlu seksenli yılların başında da tkp mk üyesiydi. 1984 sonrasında zaten tkp sönümleniyor. bugün gerçek tkp geleneğini devam ettiren ürün sosyalist dergi, tbkp sürecinin devamı olan bir oluşum değildir ayrıca. tkp'nin teorik yayın organıdır, tbkp'nin değil.

    (bkz: yalancının mumu yatsıya kadar yanar)
  • cici demokratlara güzel bir yazı armağan etmiş.

    aykiri bir ‘demokrasi’ yazisi
    mculhaoglu@yahoo.com / 13:12 19 mart 2010

    teorik düzeyde uzun tefekküre dalmadan, “öyle değil de böyle olsaydı” diye düşünmek bile yetebilir.
    örneğin, 60’lı yılların bir marşında geçen “bağımsızlık uğruna al kanlara boyandık” dizesi “demokrasi uğruna al kanlara boyandık” şeklinde söylenebilir mi? “en sonuncu kavgamız” olduğu söylenen kavganın içi “demokrasi kavgası” olarak doldurulabilir mi? veya “jandarma biz sosyalistiz” yerine “jandarma biz demokratız” desek olur mu?
    pek oturmuyor gibi…
    sonra, insanlık tarihinin tanıklık ettiği, hepsi trajik bir sonla noktalanan başkaldırıları düşünün. roma’da spartaküs, osmanlı’da bedrettin isyanları, almanya’da thomas münzer öncülüğündeki köylü savaşları, çarlık rusya’sında stenka razin ve yemelyan pugaçov ayaklanmaları…
    hepsi, kölelerin, yoksulların, ezilenlerin, insan yerine konmayanların başkaldırısıdır. amaç, kölelikten, zorbalıktan, zulümden kurtulmak; özgür ve eşit olmak, insanca bir yaşam kurmaktır.
    peki, bu insanların “demokrasi” diye bir derdi hiç olmamış mıdır?
    doğrusunu isterseniz, bugün vazedildiği, üzerine kıyametler koparıldığı şekliyle hiç olmamıştır.
    olması da beklenemezdi.
    • • •
    yukarıda söylenen, demokrasi denilen şeyin beş paralık değeri olmadığı anlamına gelmez elbette.
    başkaldıran yoksulların şöyle veya böyle başarı kazandıklarını varsayalım; başarıdan sonra bir arada nasıl yaşayacaklarına, nasıl yöneteceklerine/yönetileceklerine ilişkin bir model geliştirme ihtiyacını mutlaka duyacaklardı. “demokrasi” işte burada devreye girecekti. ayrıca, yenilgiyle sonuçlanan mücadele süreçlerinde bile “demokrasi” kavramına denk düşecek kimi uygulamalara yönelmiş oldukları da söylenebilir.
    ancak, onları kelleyi koltuğa alıp mücadeleye sürükleyen asıl etmenin, kendi tanımıyla bilince çıkmış bir “demokrasi anlayışı” olduğunu düşünmek saçmadır. bu insanlar, kurtuluş için mücadele etmişlerdir. demokrasi ise, kurtuluşun kendisi değil, kurtulanın kendini nasıl yöneteceğine ilişkin bir meseledir. baskıya, zulme, zorbalığa, sömürüye vb son verenlerin bundan sonra bir arada nasıl yaşayacaklarıyla ilgilidir.
    dolayısıyla, demokrasi gerçek anlamını tarih üstü ve evrensel birtakım kurallara ve kriterlere göre değil, yıkılanın ne, yıkanın kim olduğuna göre bulur.
    • • •
    yıkılan nedir, yıkan kimdir?
    eğer burjuva devrimlerden söz ediyorsak, yıkılan feodal düzen, yıkan da toplumun farklı sınıf ve katmalarını peşine takan burjuvazidir.
    bu süreçte, ne öncü konumundaki burjuvazi ne de peşindeki sınıf ve katmanlar “demokrasi” aşkına mücadele etmişlerdir. hepsi, kendine göre bir “kurtuluş” (özgürleşme) aranışı içindedir ve demokrasi de, bu sürecin sonunda gerçekten kurtulanla gerçek anlamda kurtulamayanın bir arada nasıl yaşayacağına ilişkin “düzenlemeler” bağlamında gündeme gelmiştir.
    gerçekten kurtulan burjuvazi, gerçek anlamda kurtulamamış olanlarla birlikte var oluşunu, kendi demokrasi anlayışına oturtmuştur. evet, gerçek anlamda kurtulamamış olanlar, burjuvaziyi daha ileri noktalara zorlamış, onun tasavvurundaki demokrasiyi biraz daha genişletmiştir; ama bu kadardır. bu kadardır ve daha önemlisi şudur: gerçek anlamda kurtulamamış olanların kurtuluşunun, yeni bir “yıkılacak” ve “yıkacak” davası olmadan salt demokrasiyi burjuvazinin bıraktığı yerden alıp daha öteye götürmekle gerçekleşeceğini düşünmek tam bir hayaldir.
    tarihte kuşkusuz bir süreklilik vardır; ancak tarihin gerçek anlamda ileriye yol alması her zaman bu sürekliliğin üzerine gelen kopuşlarla mümkün olmuştur. bu kopuşları sağlayan da, insanların gözlerini karartıp “biz başka bir düzen istiyoruz” azmiyle mücadeleye atılmalarıdır. yoksa örneğin burjuva demokrasisinin sınırları genişleye genişleye sonunda bambaşka bir düzene evrilmesi ve insanlara “aa meğer biz sosyalizme geçmişiz de haberimiz olmamış” dedirtmesi düşünülemez.
    • • •
    genel olarak türkiye solu “demokrasi” konusunda bundan 30 yıl öncesine göre ne yazık ki daha geridedir.
    eskiden en azından “burjuva demokrasisi” kavramı kullanılabiliyor, bu demokrasinin burjuva diktatörlüğünün bir biçimi olduğu söylenebiliyor, başka demokrasi anlayışları ise örneğin “halk demokrasisi” veya “proleter demokrasi” gibi kavramlarla ilkinden ayrılabiliyordu.
    o dönemlerde sol, “kuvvetler ayrılığının derecesi”, “milli iradeye saygı”, “demokrasi üzerindeki vesayet”, “seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğü” gibi konulara kafayı takmıyor, bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde çocuksu bir hevesle kendini ortaya atmıyordu.
    dahası, bugün “demokrasi” aşkına dört elle sarıldıklarını bir dönem “filipin demokrasisi” veya “cici demokrasi” diye küçümseyebiliyordu!
    tamam, bugün gene bunu yapsın demesek de, söylemeden edemiyoruz: ama olmaz ki, bu kadar da demokrasici olunmaz ki…
    • • •
    okurlar arasında, kökünde “halk” ve “halkın yönetimi” olduğu için demokrasi kavramının böyle ele alınmasına itiraz edenler çıkabilir.
    ona bakarsan, “demagoji” kavramının kökünde de halk vardır…
    http://birgun.net/…997136&year=2010&month=03&day=19
  • ayrıca devlet ve devrim'i anarşizan bulduğunu söylemiş olması da ilginçtir. amerika'da boşuna eğitim almamış anlaşılan.

    "kemal okuyan’ın ordu savunuculuğuna metin çulhaoğlu teorik alanda kılıf örüyor. emek araştırmaları merkezi girişimi’nin şubat ayında ankara’da komünist manifesto’nun 160. yıldönümü vesilesiyle düzenlediği sempozyumda, çulhaoğlu marx’ın burjuva devletinin tamamını değil sadece yürütmesini “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” olarak nitelediğini ileri sürmüştü. buradan çıkacak sonucun ne olduğu açık: burjuva devletinin başka organları, mesela neden olmasın burjuva ordusu, burjuvazinin birer aracı değildir. sadece yürütme, mesela neden olmasın akp hükümeti, burjuvazinin aracıdır. çulhaoğlu, daha önce marx’ın komünist toplumda devletin sönümleneceği yolundaki tezini (lenin’in devlet ve devrim’ini anarşist eğilimler taşıyan bir yapıt olarak nitelemekten de kaçınmaksızın) sorgulayarak marksist devlet teorisinin revizyonunda zaten bir ilk adım atmıştı. (bu konuda bkz. cenk ötküner, “revizyondan reddiyeye: gelenek’te devlet tartışmaları”, devrimci marksizm, 1, mayıs 2006.) şimdi anlaşılan bu revizyon ikinci bir alana uzanıyor ve kapitalist devletin sınıf karakteri de sulandırılıyor!

    çulhaoğlu’nun bu yeni revizyon girişimi daha o gün, manifesto sempozyumunda akamet uğradı. çulhaoğlu, devletin burjuva karakteri taşıyan organını yürütme ile sınırlamaya çalışırken, gerekçesi “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” cümlesinin öznesinin manifesto’nun ingilizce’sinde “the executive of the modern state” olarak geçmesi idi. “executive” yürütme demek olduğuna göre cümlenin tamamı şöyle olmalıydı: “modern devletin yürütmesi bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir. ”konuşmalardan sonra salondan söz alan nail satlıgan manifesto’nun ingilizce değil almanca yazıldığı gerçeğinden hareketle metnin orijinalinde öznenin “yürütme” değil “iktidar” olarak yazılmış olduğunu hatırlatıyordu. yani cümlenin doğru çevirisi şöyleydi: “modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.” (bkz. komünist manifesto, çev. nail satlıgan, yordam kitap, istanbul, 2008, s. 24.) böylece, çulhaoğlu’nun revizyonunun o zayıf gerekçesi de ortadan kalkmış oluyordu! " *

    * http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17994
  • halihazırda tkpli bu yazarımızın benim dikkatimi çeken işi de, burjuva devleti denen şey içinde burjuvanın hizmetindeki kısmın hükümetten (yürütme) ibaret olduğu, yargı, ordu, diğer bürokrasinin buna dahil olmadığı gibi bir tespitidir. buna göre türkiyede şu anda akp burjuva sınıfının menfaatlerini korumak ve işlerini yürütmekle sorumlu iken, tsk ve yüksek yargının durumu farklıdır (devrimci olmasa da ilerici güçler oluyor herhalde).
    konuyu sungur savran aktarmış:
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17994

    "emek araştırmaları merkezi girişimi’nin şubat ayında ankara’da komünist manifesto’nun 160. yıldönümü vesilesiyle düzenlediği sempozyumda, çulhaoğlu marx’ın burjuva devletinin tamamını değil sadece yürütmesini “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” olarak nitelediğini ileri sürmüştü. buradan çıkacak sonucun ne olduğu açık: burjuva devletinin başka organları, mesela neden olmasın burjuva ordusu, burjuvazinin birer aracı değildir. sadece yürütme, mesela neden olmasın akp hükümeti, burjuvazinin aracıdır. çulhaoğlu, daha önce marx’ın komünist toplumda devletin sönümleneceği yolundaki tezini (lenin’in devlet ve devrim’ini anarşist eğilimler taşıyan bir yapıt olarak nitelemekten de kaçınmaksızın) sorgulayarak marksist devlet teorisinin revizyonunda zaten bir ilk adım atmıştı. (bu konuda bkz. cenk ötküner, “revizyondan reddiyeye: gelenek’te devlet tartışmaları”, devrimci marksizm, 1, mayıs 2006.) şimdi anlaşılan bu revizyon ikinci bir alana uzanıyor ve kapitalist devletin sınıf karakteri de sulandırılıyor!

    çulhaoğlu’nun bu yeni revizyon girişimi daha o gün, manifesto sempozyumunda akamete uğradı. çulhaoğlu, devletin burjuva karakteri taşıyan organını yürütme ile sınırlamaya çalışırken, gerekçesi “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” cümlesinin öznesinin manifesto’nun ingilizce’sinde “the executive of the modern state” olarak geçmesi idi. “executive” yürütme demek olduğuna göre cümlenin tamamı şöyle olmalıydı: “modern devletin yürütmesi bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir. ”konuşmalardan sonra salondan söz alan nail satlıgan manifesto’nun ingilizce değil almanca yazıldığı gerçeğinden hareketle metnin orijinalinde öznenin “yürütme” değil “iktidar” olarak yazılmış olduğunu hatırlatıyordu. yani cümlenin doğru çevirisi şöyleydi: “modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.” (bkz. komünist manifesto, çev. nail satlıgan, yordam kitap, istanbul, 2008, s. 24.) böylece, çulhaoğlu’nun revizyonunun o zayıf gerekçesi de ortadan kalkmış oluyordu!"
  • kendisi bir vuvuzela düşmanıdır;

    kimse “bir halkın özelliği, otantik kültürünün bir parçası” gibi laflarla mazur göstermeye kalkmasın. seyircinin bir spor karşılaşmasına hiç kesilmeyen sinir bozucu seslerle eşlik etmesi, sahadaki futbolcular, hakemler, kenardaki yedekler, teknik kadro ve televizyon başındaki izleyici için bir zulümdür. ciddi tutulmaya çalışılan bir organizasyon için tam bir rezalettir.

    http://www.birgun.net/…75&year=2010&month=06&day=18

    (bkz: #19392897)
hesabın var mı? giriş yap