mausoleum
-
manic street preachers'ın rahatsız şarkılarından...
(bkz: the holy bible)
"wherever you go i will be carcass
whatever you see will be rotting flesh
humanity recovered glittering etiquette
answers her crimes with mausoleum rent
regained your self-control
and regained your self-esteem
and blind your success inspires
and analyse, despise and scrutinise
never knowing what you hoped for
and safe and warm but life is so silent
for the victims who have no speech
in their shapeless guilty remorse
obliterates your meaning
obliterates your meaning
obliterates your meaning
your meaning, your meaning
no birds, no birds
the sky is swollen black
no birds, no birds
holy mass of dead insect
come and walk down memory lane
no one sees a thing but they can pretend
life eternal scorched grass and trees
for your love nature has haemorrhaged
regained your self-control
and regained your self-esteem
and blind your success inspires
and analyse, despise and scrutinise
never knowing what you hoped for
and safe and warm but life is so silent
for the victims who have no speech
in their shapeless guilty remorse
obliterates your meaning
obliterates your meaning
obliterates your meaning
your meaning, your meaning
no birds, no birds
the sky is swollen black
no birds, no birds
holy mass of dead insect
-i wanted to rub the human face in its own vomit... and force it to look in the mirror-
and life can be as important as death
but so mediocre when there's no air, no light and no hope
prejudice burns brighter when it's all we have to burn
the world lances youth's lamb-like winter, winter" -
(bkz: mozole)
-
-
1983 yapımı bir korku filmi. afedersiniz ama yarrak gibi bir film. b film seven bünyeme bile afakanlar bastırdı bitinceye kadar.
http://www.imdb.com/title/tt0085918/ -
müthiş tınıları olan rafferty eseri.
edit: bu şarkıya hala entry girilmemiş olması çok garip. çaylaklar siz bari bir şey diyin. -
rafferty'nin inanilmaz iyi sarkisi.. six feet under evreninde yasasam cenazemde caldirirdim net
-
lucifer iv albümünden bir lucifer şarkısı.
-
ölümü aşkla tütsüleyip, ruhunuza kara yerine tatlı bir kırmızı çalan ve kendini tekrar tekrar dinleten bir rafferty şarkısı. melodisi ve yaylılarının romantizmi o kadar hoştur ki kayalıklarda ölüp giden bir kuş bile olsanız sanki denizin yumuşak dalgaları yitip giden kalbinizi canlandıracakmış gibi gelir.
spotify
youtube
''come inside my mausoleum
light a candle of the pathway to my casket room
step on through rusty iron archways
where a pigeon lays
it died without his lover
so strange and beautiful
how you gaze upon my bones
mistake a tragedy
since we'd missed eachother by centuries
they took my clothes and sent to a museum
all i am is dust, and a handlebar mustachio
they took my guns and horse and swords for history
but they kindly left a photograph of you and me
you dress so beautiful
on those cliffs that took your soul
but i reach for you as you drifted out to sea
since we'd missed eachother by centuries
your fine lips, i would kiss you again
so don't be frightened by my skeleton
i'd kill to touch your soft bony hands
but i can't, because this is my lover's century
so strange and beautiful
how you gaze upon my bones
before you leave me out to sea
i'll visit your bones next century''
(lyricstranslate sayfasında yapılmış güzel bir çevirisi de mevcut.) -
rafferty'nin melodisiyle, sözleriyle gerçekten şahane bir şarkısı.
sözlerine özellikle vurgu yapayım, öyle ki atatürk'ün sofya'da ataşelik yaptığı dönemde aşık olup da kavuşamadığı (bkz: dimitrina kovaceva)'ya yazdığı bir şarkı olduğunu söyleseler inanırım. -
çocukken “kabir” adıyla videoda izlediğim, o dönemde altıma sıçtığım 1983 tarihli süpırneyçırıl korku filmi.
https://youtu.be/ac6ke3wskda?si=y7xehzjbkhnms1k0
(03/06/2009’da yazıldı)
yönetmen : michael dugan
senaryo : robert barich, robert madero
yapım: 1983, abd
süre: 96 dakika
oyuncular: bobbie breese, marjoe gortner, norman burton, laura hippe, maurice sherbanee
!!!spoiler içerir!!!
çocukken izlediğimiz ve bizi çok etkileyen korku filmleri, erişkin aklımızla izlediğimizde neden bize korkunç gelmez? bazen eskiden gördüğüm korku filmlerini, hatırası baki kalsın diye yeniden izlemek istemiyorum. bir tek the evil dead beni şaşırtmadı (erişkinlikte de korkunç geliyor çünkü) fakat bahsedeceğim film olsun, ispanyol yapımı “kör ölüler serisi” olsun, yıllar sonra hayal kırıklığından başka bir şey yaratmadı bende.
düşündüğümde bahsedeceğim filmin beni neden korkuttuğunu anlayabiliyorum. ayrıntıya girmeden konuyu başka birisine anlatsanız eminim o da filmin başarılı olacağını zannedecektir. korkutmak için tüm klişeleri barındıran konusuna rağmen yapımın ucuzluğu nedeniyle sahneler amaçlanandan çok uzak kalıyor oysa ki.
büyük bir mezarlıkta gündüz vakti gerçekleştirilen cenaze töreni akabinde, ağlayan bir kıza tanık oluruz. ölen annesinin ardından yas tutan 10 yaşındaki susan walker, teyzesi cora nomed tarafından teselli edilmeye çalışılsa da; teyzesinin evine gitmeyi şiddetle reddeder, kadının elinden kurtularak koşmaya başlar. mezarlığın başka bir köşesinde isminin çağırıldığını duyarak yavaşlar. dumanların ve sadece orada yağan yağmurun arkasında büyük bir kabir görür. gündüz, güneşli bir hava olduğu halde, bu kasvetli yapının etrafı gece gibi karanlıktır. kız, büyülenmiş gibi kapıya yönelir. demir parmaklıklı kapı, isa’nın başındaki dikenli taç benzeri bir mühürle kapalıdır. bunu kurcalarken kızın eline diken batar ve akan bir damla kan mühürün kendiliğinden bozulmasına yol açar. içeride üzerinde farelerin dolaştığı bir lahit vardır. girişin hemen üzerindeki metal kaviste “nomed” yazmaktadır (bu annesinin kızlık soyadıdır). duvara yansıyan kukuletalı bir adamın gölgesi kızı içeri davet eder. kız, benzer mühürle kapatılmış tabutu da aktive ederken, mezarlık görevlisi arkasında belirir. kıza, oradan hemen çıkmasını salık verir. fakat duvardaki gölgenin birkaç el hareketiyle korkunç bir baş ağrısına kapılan adam, kendini dışarı atar. önce kafasından dumanlar çıkar ve aniden beyni patlar (daha doğrusu kafatası füze gibi göğe fırlar). olaylardan etkilenmeyen hipnotize olmuş suzan’ın gözlerinden yeşil ışıklar çıkarken, tabuttan uzun tırnaklı bir canavar eli yükselir…
nomed ailesi üzerinde bir lanet vardır. buna göre, her nesilde doğan ilk kız çocuğunun ruhunu şeytan ele geçirecektir (bu çok normal çünkü soyadlarının tersten okunuşu demon). ablasını da böyle yitiren cora nomed, aynı şeyin yeğeninin de başına geleceğinden endişelenmekte; cenazenin üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen her yıldönümünde yakın dostları olan psikiatrist simon andrews’un kliniğine gitmektedir. susan’ı düzenli aralıklarla muayene eden ve genç kadında herhangi bir patolojiye rastlamayan simon, cora teyzeyi bir türlü ikna edememektedir. cora, babasının (susan’ın büyükbabasının) günlüğünü doktora verir; burada tüm lanet ve ondan kurtulma yolları yazmaktadır.
artık 30 yaşında, oldukça seksi sarışın bir hatun olan (ve memeleri taş gibi olduğu için sütyen kullanmaya gerek duymayan) susan, annesinin mirasına ve harikulade malikanesine sahip olmuştur. üstelik kendisini çok seven bir kocası da vardır: oliver farrell. her şey böyle süt liman giderken bir gece içkili bir adamın tacizine uğrayan susan, değişimlerin ilk sinyallerini göstermeye başlar. durup dururken arabasının içinde yanan adamın olayına kimse akıl sır erdiremez!
oliver, tavırları gittikçe değişen ve bazen hafıza kaybı yaşayan karısı için endişelenmeye başlar. etrafta bazı kişiler teker teker yok olurken, kabuslar gören susan’ın üzerinde bir hipnotizma deneyen simon, sorunu tüm dehşetiyle ortaya çıkarır. eski günlüğe kendisinden daha çok önem veren başka bir bayan doktor (roni), vakayı hala psikyiatrik boyutlarla açıklamaya çalışan simon’un aklını başına getirir; şeytan susan’ı ele geçirmiştir! bu şeytanı kızın içinden çıkarırken, etrafındaki sevdiklerine zarar vermesini de engellemek esas problem olacaktır.
ne kadar klişe olsa da bu konudan iyi bir film çıkabilirdi. maalesef efektler çok demode ve insanda yabancılaşma hissi uyandırıyor. kötülük yapacağı sırada susan’ın gözlerinden yeşil ışıkların çıkması ve etrafa bir vızıltının yayılması, bir zamanlar tv’de yayınlanan “uzaylı zekiye”nin efektlerinden daha güçlü bir etki bırakamıyor. o kadar ki bazen ekrandaki görüntü donuyor (herhalde hareket eden kadının gözlerini yeşile boyamak çok zor gelmiş). ama haksızlık yapmayalım, susan’ı canlandıran bobbie breese gerçekten korkunç bir kadın. allah kimsenin karşısına böyle yılan suratlı bir hatun çıkarmasın. b-movie alanında kısa bir “çığlık kraliçeliği” geçmişi bulunan seksi oyuncu aslında başarılı bir piyanistken playboy tavşan kızı olmuş. çünkü (bence) ismi insanda sadece meme hissi uyandırıyor: bobbie breese.
bahsettiğimiz filmdeki performansıyla 1984'te satürn ödülüne aday olan aktristin normal halinden oldukça farklı olarak, şeytanileştiğinde surat ifadesi o kadar korkunç oluyor ki, yeşil ışık efektine hiç de gerek yokmuş. değeri bilinmemiş bir cevher, harcanmış bir oyunculuk… yazık…
bunun dışındaki oyunculuklar tahmin edileceği gibi çok kötü. aktörler sadece ezberledikleri sözleri okuyor gibiler. bir tek zenci hizmetçi elsie’yi canlandıran lawanda page, rolünü inandırıcı kılabilmiş. zaten filmde tek akıllı hareketi o yapıyor ve işler garipleşmeye başlayınca bavullarını toplayıp ortadan toz oluyor.
efektler, bahsettiğim gibi kötü ve demode. canavar makyajları plastik kokuyor ve değişim sahnelerinde görüntüleri üst üste bindirme tekniği kullanılmış. yine de filmin bazı sahneleri, ürperticilikleri dolayısıyla keşfedilmeyi bekliyor. mesela cora teyzenin şeytanileşmiş susan’la karşılaştığı sahnede, elindeki kağıtların ağır çekimde trabzandan aşağı dökülmesi; susan’ın kabuslarında art arda gösterilen sinir bozucu hatıralar ya da bodrumda eski eşyalarının olduğu sandık karşısında sallanan sandalyede otururken 10 yaşındaki haline dönmesi aslında yönetmenin gerçekten bir şeyler vermeye çalıştığının kanıtı.
sonuçta ucuz bir filmden bahsediyoruz ama o kadar da rezalet ve komik değil. keşke eldeki materyaller iyi kullanılsaymış…
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap