*

  • çocukken bizden büyük abi dediğimiz insanların mahallenin tüm çocuklarını toplayıp bir alt sokakdaki çocukların düşman olduğu (bkz: empoze) edilip, 2 saatlik bir askerlik eğitiminden sonra, ki bu eğitimde arkadaşlar arasında yaptırılan yakın dövüş teknikleriyle olan kavgaları saymıyorum hazırladığımız kum dolu küçük poşetlerle komutanlarımızın liderliğinde girdiğimiz savaşlardır.
  • mahalle maclarinin genellikle son etabidir, yenilen takim daha kalabalik bir kadroyla mahalleyi basmaya gelmeden once diger taraf hummali bir organizasyon icerisine girer hatta bir agaca tuneyip gozculuk yapmasi icin biri bile gorevlendirilir,son derece kiyasiya gecen bu kesmekes mahalle buyuklerinin el koymasiyla ya da annelerin yemek cagrisiyla son bulur.
  • mahalle savaşları herhangi bir çocukluk anısından öte halen dünyanın bir çok önemli şehrinde rastlanan,kontrolsüz şehirleşmenin sancılı sonuçlarından biri.

    (bkz: pal sokağı çocukları)
    (bkz: river plate boca juniors rekabeti)
  • (bkz: meydan sava$i)
  • zamanında uğruna mahalledeki inşaatlardan tuğla çalıp resmen 4 tarafı kapalı, üstünde çatısı olan karargah inşa ettiğimiz savaşlardır. sapanla taş yağdırırdı millet birbirine, batı şeria ve gazze şeridine dönerdi ortalık. düşününce ne manyaklıkmış be arkadaş...
  • kimi zaman önceden planlanmış, programlanmış, belirli bir düzen içerisinde cereyan eden, kimi zaman ise aniden patlak veren savaşlardır..

    zamanla herşeyin bozulup çarpıklaşması gibi mahalle savaşları da bozulmuş, çarpıklaşmıştır... sene 1986 ve ben 11 yaşında taptaze bir ortaokul öğrencisiyken, cesur yürek filmini aratmayacak bir mahalle savaşına katılmıştım... tabi o zaman cesur yürek filmi yoktu... mel gibson meşhur bile değildi.

    ben okul arkadaşlarımın çoğu gibi başka bir mahallede oturuyor olmama rağmen, okul yolumuzun üzerinde bulunan, içerisinde basket potası, futbol kalesi, geniş bir bisiklet sürme alanı falan olan bir mahalleden geçerdik. orada oturan bir başka arkadaşımız ve oranın hatırı sayılır delikanlılarından biri olan annemin öğretmen arkadaşının bizden üç yaş büyük abimizin referansı ile o mahalleye adepte olmuştuk... evimiz orada olmasa da biz artık o mahallenin çocuğuyduk ve o mahallenin diğer çocukları ile birlikte hareket etmeliydik...

    mahallenin bir oyun alanına sahip olması, bir basketbol topu edinen her çocuğun soluğu o mahallede almasına sebep oluyordu.. sınırlı sayıdaki potaları paylaşmak ya da başka mahallenin çocuklarıyla maç yapmak zorunda kalıyorduk.. bu da zaman zaman kavgalara yol açıyordu.. ufak tefek çatışmalar yaşanıyordu... mahalle bizimdi ve bize göre diğer mahallenin çocukları benim kıta sahanlığım 12 mil diyen yunanlılar gibi bizim mahallemizde hak iddia etmekteydiler..

    bir gün, bizim mahallenin çocuklarının oyun alanında az olduğu bir zaman öteki mahalle çocuklarının gelip onları dövdüğünü öğrendik.. bu bardağı taşıran son damla olmuştu.. artık ufak tefek çatışmaları bırakıp topyekün bir savaşa girmemiz gerekmekteydi. karşı tarafın elçileriyle görüşerek savaş ilanımızı kendilerine bildirdik. hafta içi bir gün, akşam üstüne doğru, iki mahallenin arasında kalan büyükçe bir arsa, yaşanacak meydan savaşı için uygundu. haberi bütün mahalleye yaydıktan sonra tek yapılması gereken zamanı geldiğinde orda olmaktı.

    biz normalde başka bir sokakta yaşıyor olduğumuzdan savaş hazırlıklarına katılamamıştık. ancak o mahallede oynamaya devam etmek istiyorsak savaş günü ve zamanı orda olmak zorundaydık. ve tam gününde ve zamanında oradaydık.

    savaş alanı eğimli bir araziydi.. yani düz değildi.. mahallelerin savaşçıları mahallelerinin bulunduğu tarafa doğru dizilmişlerdi. o anı ve dizilimi sonradan değerlendirdiğimizde, bize göre daha tecrübeli olan karşı mahalle çocuklarının neden o arsayı savaş alanı olarak belirlediğini anlayabiliyorduk.. ama o an eğimli arazinin yukarı kısmında onların bulunuyor olması bize tuhaf gelmemişti..

    irili ufaklı 100 kadar çocuk 40/60 gibi bir dağılımla arazide bulunuyordu.. biz daha kalabalık olmamıza rağmen onlar biraz daha heybetli görünüyorlardı. bizim gibi onlarda aralarında mesafe bırakarak araziye yayılmışlardı.. bazılarının ellerinde sopalar, bazılarında ise sapanlar vardı. bir kısmının avucundaki taşları görebiliyorduk.. en arkada ise elektrik borusundan yapılma tüfekleri ve özenle hazırlanmış fişekleriyle daha ufak çocuklar bulunuyordu.. bir de anlam veremediğimiz, eli süngerli çocuklar vardı... hiçbiri sapanlı çocuklar kadar ürkütücü gelmemişti. en azından sapanlı olan çocuk sayısı azdı..

    arkamı dönüp bizimkilere baktığımda, bizimkiler içerisinde de aynı şekilde silahlanmış çocuklar olduğunu gördüm.. hatta hepsi silahlıydı.. sadece bonus olarak orda bulunan biz başka mahalle çocukları silahsızdık.. bizim gibi baldırıçıplak gelecekleri düşünmüş olsalar gerek, lider çocuklardan biri elinde bir torba silahla yanımıza geldi.. silah olarak büyükçe bir sopayı tercih ettim ben.. yanımdaki bir arkadaşım sapan aldı eline.. bir diğeri benim gibi sopada karar kıldı.. sapan almak benim de aklıma geldi ama taş toplayacak zaman yok gibiydi.. sapanı alan arkadaşıma ne zaman taş topluycan ki dediğimde elini cebine vurarak bilyeleri şıkırdattı.. o hep zeki bir çocuk olmuştu.. biraz psikopat ama zeki..

    öylece duruyorduk. rüzgar saçlarımızı uçuşturuyordu.. derin bir sessizlik çökmüştü arsanın üzerine.. ufak tefek olup hiç kaale almadığımız eli süngerli çocuklardan bazıları bizim tarafa doğru hareketlendiler.. o kadar küçüktülerki, ellerindeki süngerleri yüzümüze sürmek için kollarını iyice havaya kaldırmaları gerekmişti. o kadar küçük oldukları için de kimse onlara "ne yapıyorsunuz lan siz" demiyordu... düşmanın zekasını ve taktiğini o gece kıpkırmızı olmuş ve cayır cayır yanan yanaklarla eve gittiğimizde anlayacaktık.. netekim cilde sürülen şeyin sünger değil izocam olduğunu ancak o zaman anlayacaktık...

    o sessiz bekleyiş sürer ve ben neyi beklediğimizi merak ederken serhat abi'nin okuldan döndüğü haberi yayıldı.. kendisi anadolu lisesinde okuyordu ve onlarda eğitim tam gündü.. o yüzden biz sabahçılar gibi tam vaktinde orada olamamıştı.. onun geldiği haberi bizim tarafta bir sevinç dalgası yaratırken karşı cephenin moralmam çöktüğünü görebiliyorduk.. arkamı dönüp baktığımda gördüğüm, serhat abinin okul çantası ve ceketini küçük çocuklardan birine verişini, hızlı adımlarla savaş alanına girerken kravatını çözüp gömleğinin kollarını sıvamasını, bir kahraman edasıyla, coşku ve sevinç dalgalasının arasından yanımıza gelmesini, bugün bile hafızamdan silebilmiş değilim. o an hissettiğim korkunun birden cesarete dönüşmesini de..

    neyse, serhat abi'nin gelişi ve öne geçişinin ardından, onların lideri olduğunu tahmin ettiğim çocukta çekinerek öne çıktı.. ben savaşın başlayacağını düşünerek bana taş fırlatma ihtimali yüksek olan yakındaki sapancıları kesmeye başladım.. aynı zamanda yerde bulduğum bir kaç taşı, sopa ile savaşmaya başlamadan önce atmak için cebime koydum.. savaş alanı hareketlenmeye, saflar sıklaşmaya başlamıştı ama savaş henüz başlamamıştı...

    iki ordunun arasında kalan boşlukta serhat abi ile karşı tarafın abisi karşı karşıya gelip durdular.. bir şeyler konuşuyorlardı.. duymakta güçlük çekiyorduk söylediklerini. serhat abi canı sıkılmış gibi kafasını sallayarak önüne eğdi.. surat ifadesini arkası dönük olduğu için göremiyor ama tahmin edebiliyordum. sonra birden, şimşek hızıyla doğrularak, ileriye atıldı, öbür abinin yakasından tuttu ve kafasını öbür abinin burnunun üstüne indiriverdi.. neye uğradığını şaşıran karşı mahallenin lideri ellerini burnuna götürürken sırt üstü yere düşüverdi..

    herkes bir anda dona kalmıştı.. serhat abi kendi yüzüne sıçrayan kanı eliyle sıyırıp yere fırlattı.. karşı tarafın abisi "anam anam anam" diyerek yerde ağlıyordu.. sonuçta o da serhat abi gibi 13-14 yaşlarında bir çocuktu.. bir ara "amına koduğumun çocuğu" diye haykırdığını duyduk ama bu haykırış onun serhat abiden bacaklarının arasına bir tekme yemesine sebep oldu sadece...

    liderleri yerde ağlarken serhat abi "siktirin gidin ulan!" diye bağırdı... bir kısmı yerinden kıpırdamakta tereddüt ederken, bir kısmı hemen arkasını dönerek koşmaya başladı.. düşman, liderleri yenilince çözülmüştü.. sonra serhat abinin "saldırın!" komutu ile irkildik... ardından elle veya sapanla atılmış taşlar, uçları toplu iğneli kağıttan fişekler düşmana doğru uçuşmaya başladı.. ilk atışın ardından o duraksayan çocuklarda topukları kıçlarına vura vura kaçmaya başladılar... o esnada karşı ateş açmaya cesaret eden sadece yüzümüze sünger süren ufaklıklardan biri oldu.. zorla kaldırdığı bir taşı olanca gücüyle serhat abiye fırlatmıştı... serhat abinin taşı havada yakalayıp geri fırlatması ve bücürü bacağından vurması, savaşa son noktayı koydu.. o da diğerleri gibi seke seke kendi mahallesine doğru koşmaya başladı.. biz, onlar koşarken sevinç çığlıkları ile serhat abinin yanına gittik.. onların abisi de ayağa kalkmış koşarak uzaklaşmaya çalışıyordu.. serhat abiyi savaşı kazanmış kral sıfatıyla omuzumuza alarak mahalleye döndük.. o sünger sandığımız şeylerin acısı akşama çıkacaktı... ama ne olursa olsun, bizdik kazanan...

    savaştan bir hafta sonra öbür mahalle temsilcileri, karşı tarafı gaza getiren lider abilerinin taşındığını, eskiden olduğu gibi yine bu mahallede oynamak istediklerini söylemişlerdi.. barış anlaşması imzalanmış, kendilerinden kavga çıkarmama sözü alınmış ve oynamalarına izin verilmişti... ne tesadüf ki karşı tarafın abisi de bizim oraya taşınmıştı.. bir kaç ay sonra serhat abiyle birlikte gezerken görmüştüm onları.. çocuğun burnu hala tam iyileşmemişti.. ama araları iyi gibiydi..

    eskiden savaşlar böyleydi.. ufak tefek yaralanmalar olabiliyordu ama şimdikiler gibi korkunç değildi.. kimse kimseyi bıçaklamıyor, kimse kimseyi silahla vurmuyordu.. sadece kafaya isabet eden bir bilye ya da taş neticesinde kafayı yarma ihtimali vardı.. yada göze gelen bir fişekle kör kalma.. kafanın yarılma ihtimali yüksek olsa da kör olmak ihtimali düşüktü... bir savaşta bu kadar zaiyat kabul edilebilirdi.. en azından kimse ölmüyor ya da kalıcı bir yara almıyordu...

    80'lerde çocuk olmak böyle bir şeydi..
  • mahalle savaşı 80-86 doğumluların ikameti neresi olursa olsun (köy,kent,varoş...) ucundan kıyısında yaşadığı bir olaydır. eğer kırsal bir alanda yaşanıyorsa kullanılan silahlar ve savaş yöntemleride farklı olmaktadır.

    zira bendeniz her iki ortamda çatışmalara katılmış biri olarak köy yerlerindeki savaşlarda daha ağır silahların kullanıldığını söyleyebilirim. çünkü şehirlerde top yekün iki ordu şeklinde karşılaşmak çok nadir gerçekleşmekte ve olabilcek karşılaşmalarda bir şekilde büyükler tarafından engellenmekte idi. bu nedenle 1-2 kişi kıstırılarak vurkaç taktikleri şehirlerde daha çok kullanılmakta idi.köylerde meydan savaşı daha sık yaşanabilmekte buna görede silahlar çok çeşitlik kazanmakta idi.
    bu uzun giriş paragrafından sonra başımdan geçen bir olayı anlatmak isterim:
    her yaz olduğu gibi yaz tatilini geçirmek üzere köye gelmiştik. teyze ve amca çocukları sayesinde fazla yabancılık çekmeden köy hayatına kolay adapte olmaktaydım. her zamanki gibi tv vericileri ve su deposunun bulunduğu tepe olan karşı mahhalle bizim için düşman mahalle idi. maç yapıp yenmek yenemezsek dövmek gerekirdi. ama o sene işler nedense biraz daha ciddi olmuş ufak bir ordu kurulmuş herkezin görevi ve rütbesi vardı. müthiş bir disiplin içinde hareket ediliyor nöbetciler düzenli değiştiriliyor ve sınırlar sürekli korunuyordu. aynı durum gözlemledigim kadarı ile karşı mahhallede de vardı. banada hemen bir sapan teymin edildi. atış talimleri yapıldı. küçük büyük herkez sapanı mükemel kullanıyordu. 25-30 metreden şişe,kuş,kertenkele ne varsa vuruyorlardı. ben ise ne kadar uğraşırsam uğraşayım bırak 25-30 metreyi 10 metredeki şişeyi bile 20 atışta felan denk getiriyodum. aralarında amca oğlununda olduğu elit bir grup çok daha uzak mesafelere nokta atışı yapabiliyordu.tam bir kuş katliyamı yaşanıyordu.(ben ne kadar atsamda kuş vuramıyordum. o zamanlar üzüldüğüm bu duruma şimdi şükrediyorum.) aldığım 2-3 günlük temel sapan eğitiminden sonra ilk ciddi çatışmama katılcaktım. önce ufak bir birifing verildi. köyün tam ortasından geçerek sınır çizgimizi belirleyen dere yatağından ilerleyerek karşı mahaledeki çocuklarının göremeyeceği bir noktadan çıkıp su deposuna arkadan yaklaşıp ele geçirecektik. tabi bir iki küfür yazıp bulabilirsek yakaladığımız bir iki çocugu dövüp aynı yolla geri gelecektik. operasyon gayet basit ve mantıklı görünüyordu. dere yatağı yazın tamamen kurumuş oluyordu. ot ve diken ve içinde bin bir türlü hayvanat barındırıdı.tabi bu durumdan korktuğumu belli etmedim zira ben onların gözünde hali hazırda şehirli püskevit çocuğuydum.

    operasyona ögle saatlerinde başladık.dikenler orama burama batıyor, çorabıma ufak ot ve diken parçaları yapışıyor ve acayip rahatsız ediyordu.ama askerdik bu duruma şikayet edemezdim en azından henüz bir yılana denk gelmemiştim. hedefe doğru ilerlerken kulagımın yanından vınnnn diye bir ses ile bir rüzgar geçti. çok sık yaban arısı ve türlü böcekler bu şekilde geçerdi bazende çarparlardı.o nedenle kulagımı sıyırıp geçen şeyin bir yaban arısı olduğunu düşündüm. taki 1 saniye sonra yanımda yürüyen çocugun çığlıklar içinde yere kapaklanıp "anam anam kafammm getttiii" diye bagıra bagıra ağlaması ile durumun vahim olduğunu anladım. kafamı kaldırıp baktığımda karşı mahallenin bizi fena pusuya düşürdüğünü fark ettim. onlar dere yatağının üstünde bizde içinde idik. katliyam başlamış herkez bir taraflara kaçıp kurtulmaya çalışıyordu.amca oğlu kaçmam için bana bağırıyor bir yandanda kendine atılan taşlardan zıplaya hoplaya kaçmaya çalışıydu.arada rasgele atış yapıyordu.ava giderken avlanmıştık. ilk anda birligin en az yarısı vurulmuş yerde kıvranıyodu. amca oğlunun uyarısı ile kendime gelmiş dere yatagından çıkmak için yamaca yönelmiştim.sağımdan solumdan taşlar geçiyordu. aynı savaş filimlerindeki gibi kuru dere yatagında taşların düştügü yerler toz kaldırıyordu. tam dere yatagından çıkmaya bir iki adım kalmıştıki sırtımda mütiş bir acıyla dere yatağına yığıldım sırt üstü kaldım. hemen akabinde sol baldırımada bir taş isabet ettiki bir ay morluk geçmedi ve o ilk acısıyla bir daha yürüyemiyeceğimi bile düşündüm. sonunda gitmişlerdi ,toparlandık. herkez evlere dagıldı. bende topallaya topallaya eve geldim.tabi annem sordu ne oldu diye ayağımı burktuğumu söyledim felan tabi baktı pek ciddi bir durum göremedi zira bilekte bişiy yoktu baldır kıpkırmızı tabi pantolandan fark edemedi. ilerleyen zamanda koca bir morluga dönüşmüştü. neyseki ben şanslı olanlardandım. yanımda ilk vurulan çocuk kafasına 3 dikiş atılmış ve bir aya yakın bandajlı dolaştı.başı kanayan ve günlük saglık ocagında pansumana gidenler vardı.

    stratejik bir hata yapmış pusuya düşmüştük. daha sonra böyle büyük bir çatışma yaşanmadı kimsede kimseyi ispiyonlamadı.(en azından ben öyle biliyorum) tabi kafası yarılan çocuk ne gibi bir bahane uydurdu onu bilemiyorum. sonuçta doğruyu söylemiş olsa bile olan olmuştu çocuklar arası bir kavga idi. fakat intikam için bazı operasyonlar yapmış karşı mahhale çocuklarını 2 şerli 3 erli yakalayıp pataklıyoduk. hemen hemen hepsi kendisinin olay günü orda olmadığını iddaa ediyor orda olduğunu itiraf edenlerde "yemin billah kimseyi vurmadım" diyordu. ama bu yaptığımız o tarihi yenilgiyi unutturmuyordu. ne zaman köye gitsem ve su deposuna baksam bu savaşı hatırlar ve gülümserim.

    nerde o eski mahalle kavgaları.
hesabın var mı? giriş yap