• 4 temmuz'da çıkacak, mükemmel olmasına kesin gözüyle baktığım yepyeni jay-z albümü.

    tracklist:

    1. holy grail (feat. justin timberlake)
    2. picasso baby
    3. tom ford
    4. fuckwithmeyouknowigotit (feat. rick ross)
    5. oceans (feat. frank ocean)
    6. f.u.t.w.
    7. somewhere in america
    8. crown
    9. heaven
    10. versus
    11. part ii (on the run) (feat. beyonce)
    12. beach is better
    13. bbc (feat. nas, justin timberlake, beyonce, swizz beatz, pharrell & timbaland)
    14. jay-z blue
    15. la familia
    16. nickels and dimes

    samsung albümün ilk 1 milyon kopyasını kendi kullanıcılarına download ettireceği için ilk haftasında 1 milyon satacak olması şimdiden kesinleşmiştir. albümün tanıtımı ise nba finallerinin devre arasında yayınlandı. hayatımda böyle bir pazarlama stratejisi görmedim sanırım.

    edit: 1 saat önce tüm dünyanın radyodan dinlediği ama benim hala dinleyemediğim albümdür.

    edit 2: az önce sızmıştır. sabahın köründe bana bu heyecanı yaşatan jay'e teşekkürler.
  • youtube'dan bütün samplelarını tek tek dinlediğim, çıkmasını dört gözle beklediğim içinde beyonce ile ortaklaşa şarkılarında "ı don't care if you on the run / baby as long as ı'm next to you / and if loving you is a crime / tell me why do ı bring out / the best in you." gibi lafların olduğu (ki bu şekilde beni kendilerine bir kere daha aşık etmişlerdir) mükemmel olmama ihtimali çok az olan albüm. timbaland ortaklığının sampleının bile muhteşem olmasına denecek bir laf bile yok

    (bkz: http://www.youtube.com/watch?v=hvxw8trcwhu)
  • hayvanlar gibi merakla beklediğim jay-z albümü.
  • fena albüm değildir lakin bi yeezus da değildir.
  • jay-z'nin son bombasi. muhtesem parcalari ve sahane double entendre'lar ve benzetmelerle suslenmis muhtis zekice satirlari bulunduran, ust duzey produksiyon ihtiva eden, album isminin amerikan demokrasisinin temel taslarindan biri olan bill of rights'a olan bagi ve albumun tam 4 temmuzda piyasaya cikmasi uzerinden bile uzun uzun analizler yaptirabilecek bir album. sahane.

    bilgisayar basina oturmaya vakit buldugum ilk anda detayli bir incelemesini yazacagim. fakat simdilik sadece su kadarini soyleyeyim:
    magna cart"a" holy grail... great carter, holy grail.
    muhtesem carter!
  • bir başyapıt, şaheser. diğer bütün şarkıcılarla ve albümleriyle dalga geçmişler resmen.
  • pitchfork'da 10 üzerinden 5.8 alabilmiş albümdür.
  • jay-z'nin 4 temmuz'da samsung işbirliği ile yasal download'a sunduğu 12. stüdyo albümü. geçtiğimiz haftalarda çıkan güzel rap albümleri zincirine katılan son halka. hem de gayet sağlam bir halka.

    bir bütün olarak muhteşem olduğunu söyleyemeyeceğim, fakat yer yer gerçekten çok kaliteli ve eşsiz kesitler ihtiva ediyor. zaten jay-z kariyeri boyunca da neredeyse hep böyle olmuştur: kaliteyi müthiş bir istikrarla sürekli belli bir çizgide tutmaktansa arada sırada ufak tefek düşüşler yaşamış, fakat yine de kimselerin yazamayacağı tek bir dahice dize ile, ya da bomba gibi bir kayıtla çıtayı çok yükseğe koymuş bir rapçidir. bu patern magna carta holy grail boyunca da böyle. büyük bir süreklilik söz konusu değil, fakat zeka pırıltıları ve ince düşünülmüş noktalar yer yer tavan yapıyor.

    prodüksiyona, liriklere ve bazı parçalara daha detaylı girmeden önce bazı ufak noktalara değinmek istiyorum. albümün ismi bana çok ama çok ilginç geliyor mesela. monarşinin sınırsız yetkilerini denetleyen, kralın gücünü biraz da olsun kısıtlayan ve demokrasi tarihinin ilk belgelerinden biri olan magna carta'ya ve tarihin en çok peşinden koşulmuş objelerinden (ya da fikirlerinden mi demeliydim?) biri olan ve bulana ölümsüzlüğü getireceği düşünülen holy grail'e değinen ziyadesiyle sıradışı bir başlık. kişisel görüşüme kalırsa başlıkta bir de kelime oyunu var. "magna carta" kelime anlamı olarak latince'de "great charter" demek. jay-z'nin soyadının "carter" olması ve ingilizce'deki sokak ağzında -er ekinin -a olarak kısaltılması da düşünülürse albüm isminin ilk kısmının "muhteşem jay-z" gibi bir ifadeye denk geldiğini düşünüyorum. ikinci kısım ise bu albümün yıllardır aranan güzellikte ve jay-z'ye ölümsüzlüğü getirecek önemde olduğu yönünde yorumlanabilir. bu sadece benim çıkarımım ve doğru olacak diye bir kayıt yok fakat ilk parçadaki justin timberlake kısımları da bu fikrime destek olacak cinsten. bir diğer detay da magna carta belgesinin yüzyıllar sonra bile hala kısmi bir geçerliğe ve etkiye sahip olması ve bunların amerikan demokrasisinin temel taşlarından biri olan bill of rights'ta görülebilmesi. iki belgenin arasındaki benzerlikleri araştırın; göreceksiniz. bunları boşuna söylemiyorum, zira albüm amerikan siyasal tarihinin en önemli günü olan 4 temmuz'da piyasaya sürüldü. bu son söylediğimde müthiş bir çıkarım ya da sembolizm yok fakat ince düşünülmüş ve güzel denk getirilmiş bir detay var.

    birazcık sound'dan ve altyapılardan bahsetmek gerekirse.. her jay-z albümünde olduğu gibi müthiş hünerli ve kalabalık bir prodüksiyon ekibinin eseri. prodüksiyon işinde yıllardır bulunan swizz beatz, pharrell williams, no i.d., mike dean, timbaland gibi kendini çok önceden kanıtlamış çok büyük isimler de; son yıllarda rap müziğe güzel bir tat katan ve yeni nesil prodüktörleri arasından sivrilen mike will made it, boi-1da, hit-boy, travis scott gibi genç isimler de var. bu yüzden beat'ler gerçekten çok kaliteli. burada kulağa hoş gelen kısa bir loop'tan oluşan bir müzik parçasından değil, nitelikli ve çok boyutlu bir prodüksiyondan bahsediyorum. bu geniş yelpazenin üzerine kulağa hoş gelmesi de cabası tabii. timbaland'in özel bir övgü hak ettiğini düşünüyorum. kariyerinde yeri geldi aldığı sample'ların sahiplerini referans göstermeyerek emek hırsızlığı yaptı, yeri geldi fazlaca pop'a kaydı ama bu adamın rap prodüksiyonuna katkıları gerçekten büyük. bu albümde de ziyadesiyle başarılı

    içerik olarak genel bir bakış attığımızda ise tipik bir jay-z albümü ile karşı karşıya olduğunuzu göreceksiniz. yüz bin kez anlatılmış olsa da haklı olarak modası geçmeyen sefaletten zirveye tırmanma hikayesi, bu tırmanışın getirdiği belirgin bir kendini beğenmişlik, bayağı ya da rahatsız edici bir şekilde yüzünüze vurulmaktansa azcık daha zekice ve "classy" bir şekilde anlatılan büyük bir lüks düşkünlüğü, jay-z'nin en iyi olduğunu sayısız kez vurgulaması, en iyi olmanın yanı sıra farklı olduğunu da söyleyip kendini pek çok pop ve rock ikonuna benzetmesi, ve tabii ki biraz da "america, this is how you made me" muhabbeti. kariyerinin şu noktasında içerik olarak bizleri şaşırtmıyor hova. fakat şaşırtmasına gerek de yok; çünkü biraz önce söylediğim gibi tek bir satırla ağzınızı açık bırakacağı için yepyeni alanlar keşfetmeye ihtiyaç duymuyor.

    açılış parçası justin timberlake destekli holy grail. güzel bir timbaland prodüksiyonu. albümün ilk tanıtım materyali olan meşhur samsung reklamında instrumental olarak kullanılmıştı. jt'nin kısmını bireysel olarak ele aldığımda oldukça başarılı buluyorum ve anlattığı hikayede güzel bir kişileştirme olduğuna inanıyorum. fakat bir yandan onun sesinin şarkıda bu kadar fazlaca kullanılmasının çok yanlış olduğunu ve uyumsuzluk yarattığını düşünüyorum. samsung reklamını ilk izleyip bu güzel beat'i ilk duyduğumda müthiş etkilenmiştim. şarkının enstrümental hali çok güzel başlıyor ve yavaş yavaş bir gerilim yaratıyordu. bu gerilimin tepe yaptığı noktada parça kısa bir süre duraksıyor ve "drop" giriyordu. işte samsung reklamındaki hali bu yüzden müthiş heyecan vericiydi. amerikalılar "let the beat build tension" derler. işte jt tüm bu "tension"ı yok etmiş, parçaya güzel bir hikaye ve derin bir kişileştirme katsa da bütün sertliğini götürmüş. anlattığı hikaye çok etkileyici, o ayrı mesele. "you steal the food right out my mouth, and i let you" ve "you curse my name/...give it up for fame" dizelerinden de anlaşılacağı üzere bu garip aşk/nefret ilişkisinde kişileştirilen kadın şöhretin ta kendisi. kaldı ki justin kendi kısmını incil'den alınmış ve zenginliği/bir şeylere fazlasıyla sahip olmayı temsil eden "till my cup runneth over" alıntısı ile bitiriyor. şöhretin getirileri adını kötüye çıkarsa ve onu paparazzilere yem edip normal bir hayat yaşamasını engellese de şarap içtiği kutsal tas'ı bereketiyle taşırma seviyesine kadar dolduruyor. jay-z'nin kısımları da şöhret ve onun iyi ya da kötü neler yapabileceği hakkında. şarkının ortasında kullanılan smells like teen spirit enterpolasyonunu hiç beğenmediğimi belirtmem gerek. hem de bir nirvana hayranı olmama rağmen. iyi prodüksiyon, güzel parça. fakat prodüksiyonun güzelliği vokalin yanlış kullanımı ile ciddi anlamda kısıtlanmış, jay-z'nin verse'leri böyle bir parça için yeterince güçlü değil ve nirvana kısmı olmamış. son olarak şunu ekleyeyim: bu beat'i jt vokalleri olmadan kullanıp üzerine flex tarza yakın bir freestyle okuyan rapçi büyük iş yapabilir.

    picasso baby'ye klasik bir materyalist jay-z parçası olduğu için hiç girmeyeceğim. çünkü büyük bir farklılık getirmiyor. sadece holy grail ile epey haşır neşir olmuş bir kavram olan "the gold number*"a yapılan göndermeyi belirteyim.

    tom ford da bu ayarda ve lirikal anlamda bir derinlik, hatta neredeyse büyük bir yetenek dahi içermiyor. jay-z'nin verse'lerini başarılı bile bulmuyorum diyebilirim. fakat öyle kıpır kıpır bir timbaland prodüksiyonu ki, dinlerken ister istemez kafanızı sallıyorsunuz. boş beleş bir parça, ama yine de dinlemeyi en sevdiklerimden biri. iyi bir dj'in elinde müthiş bir kulüp parçasına dönüşebilir ve kulüplerin yeni niggas in paris'i olabilir. tıpkı niggas in paris gibi şarkının sonlarına doğru farklı bir kompozisyona geçiliyor.

    rick ross'un konuk olarak katıldığı fuckwithmeyouknowigotit albümün hem en iyi, hem de en keyifle dinlenen parçalarından biri. kesinlikle favorilerimden. rick ross tam da böyle bir parçada mikrofonu eline alacak türden bir rapçi, gerçekten büyük uyum sağlamış esere. boi-1da'nın beat'i de şahane. jay-z'nin ilk verse'ü ve şarkıya girişi inanılmaz ihtişamlı. çok ama çok iyi. "hov just landed in rome, nigga/all hail ceasar's home, niggas" satırları gerçekten gözdağı veriyor. ama belki de tüm albüm boyunca en zevkle dinlediğim satır biraz sonra gelen goodfellas göndermesi ile başlıyor. jay ilk önce filme gönderme yaptıktan sonra bir sonraki satırda "hov keep gettin that dinero (para birimi olan dinar) (aynı zamanda robert deniro'nun soyadı üzerinde yapılan bir kelime oyunu), got it/ even if a nigga gotta robert ("rob it" diye telaffuz ediyor), get it?" diyerek bana orgazm çığlıkları attıran cinsten inanılmaz zekice bir satır okuyor. ilk kez duyduğumda resmen ağzım kulaklarıma vardı, büyüklüğüne bir kez daha saygı duydum. çok iyi parça.

    bir sonraki parça olan oceans açık ara albümün en "güçlü" ve dolu şarkısı. frank ocean inanılmaz iş çıkarmış. kölelik yıllarında gemilere doldurularak amerika'ya getirilen ve yolda sayısız zorlukla uğraşmak durumunda kalıp ölen zavallı atalarını, ve okyanusun onları nasıl kurban aldığını anlatıyor frank ocean. bu imkansızlıkların içinden çıkıp tepeye oturan siyahların hikayesi. işte bu yüzden "go ahead and spill some champagne in the water" diyorlar. parçanın başındaki "i hope my black skin don't dirt this white tuxedo" iğnelemesi muhteşem.

    f.u.t.w. de güzel bir "rags to riches" hikayesi. jay-z'nin nereden nereye geldiğini anlattığı klasik bir jay-z parçası. prodüksiyon da biraz daha alışılagelmiş hip-hop tarzında. güzel parça. "don't be good my nigga, be great!"

    somewhere in america, crack kokain satarak zenginliğe adımını atmış ve sonrasında buralara gelmiş bir adamın hikayesi. amerika'nın geleneğine göre primitif ve aşağılık bir varlık olması gereken bir "zenci"nin bu yollardan geçerek milyonları etkileyebilecek, hatta beyazları bile peşinden koşturabilecek konuma gelmesinin "beyaz amerika"yı nasıl dehşete düşürdüğünü ima ediyor (miley cyrus göndermesi).

    gelelim favorilerimden biri olan crown'a. müthiş bir travis scott prodüksiyonu. yenilikçi, sert ve tam kafa sallatan cinsten! daha ilk verse'e "you in the presence of a king/ scratch that, you in the presence of a god" diyerek giriyor jay-z. önce kendini kral ilan ediyor, sonra "kral"ın yanlışının üzerini çiziyor ve kankası kanye gibi tanrı ilan ediyor kendini. "fear is your only god/ get ya'll to fear me is my only job" diyerek tanrılığını bir kez daha vurguluyor. ee ne de olsa jay-hova**! belirtmek istediğim bir başka dahice satır da "wasn't for the caine* wouldn't be able". yani kokain satma geçmişim olmasaydı şu an bu noktada olamazdım diyor. "ee ne var bunda?" diyebilirsiniz. ben de size albüm boyunca sıklıkla gördüğümüz incil göndermelerini işaret eder ve able ve cain'e yapılmış (habil ve kabil) muhteşem zekice bir gönderme ve double entendre olduğunu söylerim. gerçekten de leziz.

    heaven ise albüm boyunca kendini birkaç kez gösteren biblical ve dini göndermelerin başka bir uzantısı. "conspiracy theorist screaming ılluminati/ they can't believe this much skill is in the human body" satırlarında illuminati iddialarına verdiği yanıt kayda değer. biraz sonra ise uzun boyuna atıfta bulunarak "
    he's 6'2, how the fuck he fit in a new bugatti? / aw, fuck it! you got me" diyerek bir güzel dalgasını geçiyor her şeyi çözdüğünü sanıp eleştirenlerle. r.e.m'den losing my religion'ının kullanılmasını -yine bir r.e.m hayranı olarak- yersiz buldum. prodüksiyon yer yer monotonlaşıyor.

    part ıı (on the run), isminden de anlaşılacağı üzere bir parçanın ikinci kısmı. e parantez içinde de on the run yazdığına göre müthiş suç ikilisi ve unutulmaz çift olan bonnie and clyde'a ve 2003 tarihli jay-z ve beyonce hit'ine yapılan bir gönderme olması çok muhtemel. anlatılan hikayeyi ve şarkının orjinalini seslendiren 2pac'a yapılan göndermeleri de düşününce bu fikir kesinleşiyor gibi. güzel parça. beyonce çok iyi. r&b esintili olması daha farklı türden dinleyicilerin de ilgisini çekecektir.

    ilk interlude'dan bahsetmedim ama ikincisi olan beach is better taş gibi, canavar gibi bir beat'in üzerine okunmuş güzel bir flex eser. keşke daha uzun olsaydı. "girl why you never ready for as long as you took? you better look like halle berry, or beyonce. shit, then we getting married" cümlelerinde dalga geçer gibi beyonce ile evli olduğunu belirtmesi tebessüm ettiriyor.

    adeta bir posse cut olan bbc ile devam ediyoruz. açılımına dair kesin bir fikrim yok ama çok büyük ihtimalle şarkıda emeği geçen pharrell'in markası olan "billionaire boys club"ın kısaltması, aklıma başka bir şey gelmiyor açıkçası. efsane rapçi nas'ın verse'ü çok güzel. fakat açıkçası nas'ın yetenekleri para-pul odaklı bir şarkı yerine daha derin bir eserde kullanılsaydı çok daha büyük etki bırakabilirdi diye düşünüyorum. "gangsta lean like the pisa" dizesindeki pisa kulesi göndermesine bayılıyorum.

    bir sonraki parça kızı blue ivy'ye yazdığı içten ve güzel bir şarkı. prodüksiyon klasik bir rap parçası çizgisinde ve arada sırada the notorious b.i.g'nin sesinden sample'lar duyuyoruz. her zaman yenilikçi olmak lazım diye bir kaide yok tabii ki, insan arada sırada alışık olduğu şeyleri de duymak istiyor.

    la familia sound olarak tipik bir timbo prodüksiyonu. nakaratı gayet akılda kalıcı ve dilinize takılabiliyor. parça dosta güven veren, düşmana korku salan nitelikte. "la familia" diyor jay, "el padrino" diyor; alemin babasıyım mesajı veriyor. yanında olan isimlerin bazılarını sayıyor, karşısına geçenleri de ima ediyor. "niggaz wanna kidnap wifey/ good luck with that bro" dizelerinde "it's good" isimli parçasında beyonce'yi kaçırıp fidye isteyeceğini söyleyen lil wayne'e dalga geçen bir üslupla güzel bir cevap verilmiş. jay-z savaşa hazır. ama bir yandan da herkese tepeden bakıyor.

    son parça olan nickels and dimes da alışılagelmiş, klasik çizgilere daha yakın bir prodüksiyon. "i cut myself today to see if i still bleed" cümlesinde zarar verilemez bir konumda olduğunu, adeta kendini tanrılaştırdığını tekrar hatırlatıyor. bir önceki şarkıda gördüğümüz agresif hali bu parçada da devam etmekte. kendisini tanımadan eleştirenlere kızıyor. bu yaşını başını almış saygıdeğer bir şarkıcı *olsa bile. şarkıda güzel double entendre'lar var.

    özetlemek gerekirse karşımızda bahsettiğim bazı eksiklikler dışında gayet sağlam ve güzel bir albüm var. o bahsi geçen eksiklere rağmen reasonable doubt, the blueprint, the black album, the blueprint 3 gibi üst düzey solo albümlerden sonra jay-z'nin kariyerinde yine çok iyi bir noktaya yerleştirilecek ve iyi anılacak bir albüm. onun mirasına katkıda bulunacak kalibrede. picasso baby dışında vasat bir şarkı bile yok. her şarkı belli bir seviyede. daha önce söylediğim gibi bazı parçalarda ise kalite, zeka, hüner ve incelik tavan yapıyor. baştan sona keyifle dinlenen bir kayıt. tabii ki fazlasıyla tüketim odaklı, bir o kadar da kendini beğenmişlik kokuyor. fakat sevsem de, sevmesem de (daha doğrusu sevseniz de sevmeseniz de) jay-z'nin tarzı bu ve ben ne kadar eleştirsem de bu yıllardır değişmedi ve bir şekilde alışmak durumunda kaldık zira bu adam 43 yaşından sonra değişmeyecek. ama büyüklüğü de biraz ordan geliyor zaten.

    ardı ardına çıkan sağlam rap albümleriyle kutsandığımız şu güzel günlerde en çok dinlediğim kayıtlardan biri.
  • bir kac kez dinlemeden sonra kisaca sunu soyleyebilirim: olmamis. sozler inanilmaz bok: jay-z artik yasini basini almis, sanki populer kulturden geri kalmis, geldigi kitleye yabanci kalmis da yapmacik bir sekilde sarkilarini kliselerle doldurmus gibi (somewhereinamerica sarkisi azicik politik, ama en sonunda instagram ve twerking kavramlarina abuk bir sekilde geciyor. ne dedin cancagzim?) muzik, altyapi, beatler saglam, ama sozler o kadar bok ki hepsini bok ediyor. uzucu maalesef.
  • henuz dinlemedigim ama dinleyici yorumlarinin pek parlak olmadigi album.
hesabın var mı? giriş yap