*

  • 84'te cannes film eleştirmenleri ödülü'nü almıştır ayrıca bu film.
  • bir anlamda odysseus'un yolculuguna benzetilebilir bir öykü bu. belki de ayni öykünün yeniden islenmis hali denebilir. eve dönüsten çok oradan ayrilmak gibi bir farki var sadece. 32 yil boyunca sürgünde yasayan yasli adam döner dönmesine evine ama geçmisindeki inadidir belki, ya da artik degismis olan kosullardir uyumsuzluguna neden, sonunda onun tüm geçmisine, acisina ve tarihe karismis hayallerine biat eden eski esiyle birlikte denizin ortasinda bir dubanin üzerinde kabul edilmedigi ülkeden ayrilir.
  • ulisin bakisi ve puslu manzaralar ile birlikte bir yolculuk üçlemesi olusturan theo angelopulos filmi..
  • muzikleri eleni karaindrou tarafından yapılan film. kithira'ya yolculuk anlamına gelen yunanca ifade.
    (bkz: kalo taksidi)
  • bir dalaras sarkisi ayni zamanda.
  • turkce altyazisini tum subtitle sitelerinde aradigim, ancak yetersiz bir ingilizce altyazisini anlamsiz bir siteden bulabildigim, hediye edecegim hatun kisi icin 5 saatimi cevirisi icin ayirdigim (bkz: o zamanlar genctik), 84 yapimi angelopoulos filmi.
  • --- spoiler ---
    -ilk sene zaman geçmek bilmiyor..idare ediyorsun..sonra ikinci yıl,üçüncü..bir şeye tutunmak zorundasın.başta yunanistan'ı düşünüyorsun..geride bıraktıklarını..kalbin rahatsızlanıyor.sonra birgün bir kadın çıkıverir.sana yemek pişirir düğmeni diker.bu gibi şeyler.orada 3 çocuğum daha var.

    (ve kadının gözyaşları sel olur)

    yutkunur : "nasıl birisi ....diğer kadın?"

    --- spoiler ---

    (bkz: kadın olmak)
    (bkz: erkek olmak)
  • filmin son çeyreğindeki liman sahneleri olağanüstüdür... hayat/tarih, işçi sınıfı ve festival bu kadar mı güzel/doğru/epik kullanılır.
    angelopoulos chaplin'in bir başka boyutudur orada; burada/ora da ve şimdi ancak bu kadar ironik gibi durabilir, kullanılabilir..
    o duba sahneleri/buluşu; bu kadar mı kafka/yunanistan/türkiye olabilir...
    bir adam bu kadar mı brecht, nazım, kafka, yunanistan, türkiye olabilir; angelopoulus.
    filmin başındaki "ben geldim" ve sonundaki "onunla gitmek istiyorum" bu kadar mı çok şey söyler...
    -tabii ki halden bilene/anlayana-
  • sahne 91
    köylülerin kızgın çığlıkları aşağı caddeden yükseldi. yaşlı kadın kederle ardına baktı. alçak bir sesle, “her şeyi yakıp yıkacaklar" dedi. merdivenlerden aşağı koştular. yaşlı kadın kapıyı kilitledi ve anahtarı yaşlı adama verdi. "üçüncü kez sürgün" diye fısıldadı yaşlı adam...
    _

    bazen bir korku ve ona eşlik eden bir rahatlamayla farkına varıyorum ki artık hiçbir şeye inanmıyorum. böyle zamanlarda, ilgimi bedenime veriyorum. bana yaşadığımı hatırlatan yegâne varlığa...

    üçüncü sürgün

    çok uzaklardan geliyor spyro. yıllarca elinde silahla dağlarda mücadele etmiş, sonra terk etmiş vatanını, yunanistan’ı. 32 yıl sonra, kendi yurduna, özüne, toprağına dönüyor. bakışları limanda kesişiyor alexandros ve voula ile. spyro, puslu bir kasabanın ortasında. yersiz, yurtsuz bir adam. bu gelişi, gelecek belanın ve kaosun habercileri. kimse istemeyecek spyro’yu, dışlayacaklar, yabancılaşmış, kendi toprağında bir sürgün hâli kalacak ona. yaşam, bütün çetinliğini omuzlarına bırakacak bu adamın. mücadele alanı daralıyor. hüzün boğazda düğümlenmiş. pek konuşmuyor, susacak, susup anılara gömülecek. insanın tutunacak dalı olmalı. spyro, angelopoulos’un gölgesinde büyüyor, devleşiyor, hüzünlendiriyor, göç ediyor, sürekli, sürgün hâlinde, kendi arazisinde, kendi kalbinde bile. yaşam direnişlerin savaşına dönüşüyor, hakikati bulmak çok uzaklarda değil. gökkuşağı kitera’da doğacak, denizler onu izleyecek, dalgalar fırtınasız bir tepenin ardında saklanacaklar. gözyaşı birikiyor pınarlarda, asfaltların sertliği yerleşmiş çakıl taşlarına, evren kafiyelerini arıyor, çemberi daralıp genişliyor, kanlar pıhtılaşıyor, silahlar artık yok, göç çocukların bakışları altında kurşuna diziliyor. angelopoulos, hecelerin aralarına giriyor usulca, derinliklerin kuvvetini sise katıyor, grileştiriyor.

    topraklar satılıyor, herkes göç ediyor. spyro, onca yılın hasretini toprakta buluyor, direniyor, herkes düşman ona. satmayacak arazisini, bu kimsenin para almaması demek. kimse bilmiyor bunu, toprağa dönmüyor, bakmıyor kimse. her şey kapitalleşip özün çekirdeğinden kopmuş durumda. spyro’nun aşağılanışı bundan, istenmeyişi bundan. her yer ona bir pranga, ruhu zincirleniyor toprağa. kalbi, anılarının buğulu tabakasıyla kaplı. alexandros’un ıssız yolun ortasında dururkenki soğukluğu hâkim yüzünde. dönüşü, hakikat söküklerini getiriyor. katerina, gözlerinde kayboluyor spyro’nun. o’nun en derinlerinde, sevgisi, bir olmuş bir kalbi var. spyro, göçün tam ortasında. yalnızlığın, sessizliğin izlerinde eziliyor, her saniye, her dakika. böyle bir sürgünlüğün acısı ve kaybı olmalı. anlam verilemeyen bir yıkım, bir çeşit hakikatin yitirilişi. şiirselliğin ritminde kitera. theodoros angelopoulos, bu yolculuğun rediflerini tek tek işliyor, ustalıkla, sessizce, sis katarak, vicdanı ve hakikati göstererek, limanların soğukluğunu yaşatarak.

    -ilk sene, zaman geçmek bilmiyor. idare ediyorsun... sonra ikinci yıl, üçüncü… bir şeye tutunmak zorundasın. başta, yunanistan'ı düşünüyorsun, geride bıraktıklarını... ama sonunda, kalbin rahatsızlanıyor. sonra bir gün, bir kadın çıkıverir, sana yemek pişirir, düğmeni diker... bu gibi şeyler... orada üç çocuğum daha var...
    -nasıl birisi... diğer kadın?

    spyro’nun sessizliği, yıkılışın sesi. burada bir yenilmişlik yok. sadece geçmişe dayalı anıların içinde yitip giden bir adam ve arkasındakiler saklı çayırlarda. uçsuz bucaksız bu topraklar, kalbin genişliğini, ferahlığını istiyor ama düzen insanları müsaade etmiyor. bugün sislerin içindeki figüranların ortaya çıkma zamanı. hepsi direniyor, hepsi konuşlanıyor, bağırıyor, bağırıyor, hiç durmuyorlar. kasabanın üstündeki bu kasvet ve rahatsızlığın yıllar sonra ortaya çıkışındaki art niyet, belanın işareti. belayı istemeyecekleri gibi, göçün sancılarını da reddedecekler. hakikati gizliyorlar, sessizliğin içine. sisleri fırsat biliyorlar. ortadan kalkmalı onlara göre, çayırlardaki yangın bu yüzden, çapa seslerine tahammülleri yok. göçün hüznü bir kez daha yaslanıyor spyro’nun kalbine, katerina sessizliğe gömülüyor yine. korku ve ümit arasında bir adam. ikisinin arasında sıkışıp kalıyor, her defasında sonsuz bir döngünün içinde, yaşamı ölülerle dolu. yersiz yurtsuzluğun çok ötesinde, tütün yaprakları biliyor çilesini, hakikatini. anılara gömülü bir yaşam dakikası çayırların serinliğine bedel ama spyro bu noktada tek başına. katerina gözlerinde doluyor, yeşeriyor, birleşiyor, o bugünde, spyro’ysa dünde. dün ve bugün iç içe.

    sağanak yağmur kamçılıyor spyro’yu. yılların acısını çıkarıyor bedeninden, defalarca, acımasızca, merhametsizce. kemanı da ıslanıyor. sovyetler’e yağan kar gibi her teli, soğuk ve hüzünlü. dinmiyor, şiddetini arttırıyor gündüz ve gece. sadece izliyorlar, bakıyorlar, denizler köpürüyor. bir hiç gibi. koca bir hiç spyro. kitera uzakta yasını tutuyor. onurlu bir adamın onuru eziliyor. susacak spyro, o sustukça bizim vicdanımız bir darbe daha alacak, kalbimiz bir kez daha titreyecek. karadaki adımları silik. kalbi, anıları, zihni göç hâlinde olan bir adamın ne zaman yurdu olur? öldüğünde mi? yoksa öldürüldüğünde mi? spyro’nun yurtsuzluğu, onların korku dolu ve taşlaşmış kalpleri.

    angelopoulos manzaraların pusluluğunda gizleniyor. kitera’yı hakikatin eşiğine bırakıyor, en kuytuya, kuytularda ölüm daha derin. ölüm, yaşamın içinden ansızın doğuyor. martı sesleri çok uzaklardan duyuluyor, sis çöküyor, yağmurlar diniyor. soğuk rüzgârlar esiyor, liman kederlendirilmiş bir vasıfla isyan ediyor bu katlanılmaz yazgıya. ruhlar çoğalıyor, git gide, kalabalık soytarıların gösterisini izliyor. çirkin krallar tahtını bırakmıyor, gökyüzünü paylaşmıyorlar, gölgeleri yokluyor bir adam. kadın onu istiyor, en uzağa, en kuytuya, en sessizliğe. bu dünyanın tozluluğundan uzağa, hainliğin olmadığı bir yer olmalı. yolculuk çetin olsa da inanmış iki el, bir kalbe karşı koymaya gücü yetmez, yetmeyecek de. ıstırap ve elem birlikteler, adam ve kadın susuyorlar, birbirleriyle bütünler. deniz, onları göğüslüyor, onların yurdu, kovulmuş bir kalp birbirlerine ağlıyor, yağmurda ağladıklarını bile bilmiyorlar. sis, bütün bunları onlar görmesin diye üzerlerini örtüyor, yavaşça, sessizce ve merhametli bir şekilde. bakışlar ufukta birleşiyor, kitera’ysa kalbini bekliyor.

    çürük elma.
  • cillop gibi şarkıdır, seneler sonra tesadüfen tekrar denk geldim.

    şurada eleni abla ve koro eşliğinde
    şurada filmden

    ingilizce sözleri şöyledir:

    a sick heart which finds no remedy...in forgetting,
    fades away in the frost, in the north wind,
    far away in foreign parts,
    waiting always for the moment to return;
    the ship will appear in the harbor,
    a sea-bird in our dreams.

    you've been touched once more by the ice
    and the loneliness of the world;
    how can you heal the old wound deep in your soul?
    waiting always for the moment to return;
    the ship will appear in the harbor,
    a sea-bird in our dreams
hesabın var mı? giriş yap