• insana ilişkin temel bir ayrım.

    "daha önce, insanın hayatındaki kader ve kazadan söz etmiştim. şimdi bu kelimelerin anlamlarını daha ayrıntılı olarak ele alacağız. kader de mevcuttur, ama herkes için değil. çoğu insan kaderlerinden ayrılmış, sadece kaza/rastlantı kanununun etkisi altında yaşamaktadır. kader, bir insanın tipine uyan gezegensel tesirlerin sonucudur. tiplerden daha sonra söz edeceğiz. şimdilik bir tek şeyi kavramalısınız. bir kimse, tipine uyan kadere sahip olabilir, ama uygulamada buna hiçbir zaman sahip olmayabilir. bu durum ortaya çıkabilir, çünkü kaderin, insanın sadece tek bir kısmı ile ilişkisi vardır, bu da onun özüdür.

    "şu anlaşılmalıdır ki, insan iki kısımdan oluşmuştur: öz ve kişilik. insandaki öz, kendisine ait bulunandır. kişilik ise 'kendisine ait olmayandır'. 'kendisine ait olmayan'; dışarıdan gelmiş bulunanlar, öğrendikleri ya da kendisine aksedenler, bellekte ve duyumlarda kalan dış izlenimlere ait tüm izler, öğrenilmiş bütün kelime ve hareketler, taklit yolu ile doğmuş bütün duygular anlamına gelir. bütün bunlar, 'ona ait değildir'; bütün bunlar kişiliktir."

    "olağan psikolojinin görüş açısından insanın kişilik ve öz diye ikiye ayrılması zordur. böyle bir ayrımın psikolojide hiç söz konusu olmadığını söylemek daha doğru olacaktır."
    "küçük bir çocuk henüz kişilik sahibi değildir. o, gerçekten olduğu gibidir. o, özdür. arzuları, zevkleri, hoşlandıkları, hoşlanmadıkları, onun varlığını olduğu gibi ortaya koyarlar."
    "fakat 'eğitim' denilen şey başlayınca kişilik de büyümeye başlar. kişilik, kısmen diğer insanların isteklerine bağlı etkilerle yani 'eğitimle' ve kısmen de onların çocuk tarafından ister istemez taklit edilmeleriyle meydana gelir. çocuğun, çevresindeki insanlara karşı gösterdiği 'direnç' ve onlardan 'kendisinin olan' veya 'gerçek' bir şeyi saklamaya çalışması da kişiliğin meydana gelmesinde büyük rol oynar."

    "öz, insandaki hakikattir, kişilik ise asılsızdır, yapmadır. fakat kişilik büyüdükçe öz, kendini daha ve daha ender olarak, daha ve daha zayıf bir biçimde ortaya koyar; pek sık olarak da özün büyümesi pek erken bir yaşta son bulur ve artık büyümez. olgun bir adamın, hatta çok entelektüel, kelimenin kabul edildiği anlamı ile yüksek eğitim görmüş bir adamın özünün, beş ya da altı yaşındaki bir çocuğun seviyesinde kaldığı sık sık görülmektedir. bu, o insanda gördüğümüz her şeyin aslında 'ona ait olmadığı' anlamına gelir. insanda kendisinin olan şey, yani öz, genellikle sadece onun içgüdülerinde ve en basit duygularında kendini gösterir. bununla beraber, insanın özünün, kişiliği ile paralel olarak büyüdüğü durumlar mevcuttur. böyle durumlar, özellikle kültürel yaşam içerisinde çok ender olarak rastlanan istisnalar olarak kalırlar. sürekli mücadele gerektiren ve tehlike dolu zor koşullar içinde, doğaya daha yakın olan insanların özü, daha fazla gelişme şansına sahiptir."

    "fakat kural olarak böyle insanların kişilikleri çok az gelişmiştir. kendilerinin olan daha fazla şey, 'kendilerinin olmayan' pek az şey mevcuttur; yani eğitimden, malumattan ve kültürden yoksundurlar. kişiliği yaratan kültürdür ve aynı zamanda o, kişiliğin ürünü ve sonucudur. bütün hayatımızın; uygarlık, bilim, felsefe, sanat ve politika adı altında topladığımız her şeyin, insanların kişilikleri, yani 'kendilerine ait olmayanlar' tarafından yaratıldığını fark etmemekteyiz."
    " 'kendisine ait olmayan' unsur, 'insanın kendisine ait olan'dan onun, yani ilkinin kaybolabilmesi, değiştirilebilmesi ve yapay vasıtalarla insandan uzaklaştırılabilmesi itibariyle farklılık arz eder."

    "kişiliğin öz ile olan ilişkisinin deneysel olarak ispatı mümkündür. doğu okullarında, insanın kişiliğini özünden ayırmayı sağlayacak yol ve araçların varlığı bilinmektedir. bu maksatla bazen hipnozu, bazen özel narkotikleri, bazen de belli türde egzersizleri kullanırlar. eğer insandaki kişilik ve öz, bir süre için bu araçlardan biriyle birbirinden ayrılırsa, farklı seslerle konuşan, tamamen farklı zevkleri, gaye ve ilgileri olan, iki varlık meydana çıkar; bu iki varlıktan biri, sık olarak küçük bir çocuk seviyesinde olduğunu ortaya koyar. deneye devam ederek bu varlıklardan birini uykuya sokmak mümkündür; veya deney, ya kişiliği ya da özü uykuya sokmakla başlayabilir. belli narkotiklerin, özü etkilemeden kişiliği uykuya sokma özelliği vardır. ve bu narkotiği aldıktan belli bir süre sonrası için, insanın kişiliği sanki yok olur ve sadece özü kalır. ve son derece değişik ve yüksek fikirlerle, sempatilerle, antipatilerle, sevgilerle, nefretlerle, ilişkilerle, vatanseverlikle, alışkanlıklarla, zevklerle, arzularla, inançlarla dolu olan bir kişi, birdenbire tamamen boş, düşüncelerden, duygulardan, inançlardan, görüşlerden yoksun olarak ortaya çıkar. evvelce onu tahrik eden her şey, şimdi onda tamamen ilgisizlik uyandırmaktadır. bazen olağan ruhsal durumlarının veya ateşli sözlerinin suniliğini ve hayali karakterini görür, bazen de bunları, hiç mevcut olmamışlar gibi tamamen unutur. hayatını feda etmeye hazır olduğu şeyler, şimdi ona gülünç, anlamsız ve ilgi duymaya değmez gözükmektedir. kendi içinde bulabildiği, sadece az sayıdaki içgüdüsel eğilim ve zevklerdir. tatlılardan, ısıdan hoşlanmakta, soğuktan, çalışma düşüncesinden nefret etmektedir; veya aksine fiziksel hareket fikrinden hoşlanmaktadır. ve hepsi bu kadardır."

    "bazen, çok ender olmakla beraber ve bazen de beklentinin en az olduğu bir zamanda öz, bir kişide, hatta gelişmemiş kişiliğin söz konusu olduğu hallerde bile tam anlamıyla büyümüş ve gelişmiş olarak ortaya çıkar ve insanda mevcut ciddi ve gerçek olan her şeyle birleşir."
    "ama bu pek ender olur. kural olarak bir insanın özü, ya ilkel, vahşi ve çocuksudur ya da tamamen ahmaktır. özün gelişmesi, insanın kendisi üzerinde çalışmasına bağlıdır."
    "kendi üzerinde çalışmanın çok önemli bir anı, insanın kişiliği ile özünü birbirinden ayırt etmeye başladığı andır. insanın gerçek ben'i, bireyselliği, ancak özünden büyüyebilir. insanın bireyselliğinin, büyümüş, olgunlaşmış olan özü olduğu söylenebilir. fakat özün büyümesini mümkün kılmak için, her şeyden önce kişiliğin onun üzerindeki sürekli baskısını zayıflatmak gerekmektedir, çünkü özün büyümesini önleyen engeller, kişilikte bulunmaktadır."

    "vasat kültürlü bir insanı ele alırsak, çoğu kez onda, özü pasif unsurken, kişiliğinin aktif unsur olduğunu göreceğiz. durum böyle değişmeden devam ettiği sürece insanın iç büyümesi başlayamaz. kişilik pasif, öz ise aktif hale gelmelidir. bu ise ancak 'tamponların' uzaklaştırılması ile veya zayıflatılmasıyla mümkün olur, çünkü 'tamponlar', kişiliğin, onlar vasıtasıyla özü hükmü altında tuttuğu başlıca silahlardır."
    "daha önce de söylendiği gibi öz, çoğu kez az kültürlü insanlarda, kültürlü insanlarda olduğundan daha fazla gelişmiştir. ilk bakışta az kültürlü insanların büyüme imkanına daha yakın bulundukları akla gelir, fakat aslında durum böyle değildir, çünkü onların kişiliği, yeterli biçimde gelişmemiş olarak ortaya çıkar. iç büyüme için, kendi üzerinde çalışma için, özün belirli bir gücüne olduğu gibi kişiliğin belli bir gelişimine de ihtiyaç vardır. kişilik, merkezlerin belli bir çalışmasından kaynaklanan 'rulolardan' ve 'tamponlardan' oluşmuştur. yeterli derecede gelişmemiş bir kişilik; 'rollerden' ve 'tamponlardan' yoksunluk anlamına gelir. yani bilgiden, malumattan, kendi üzerinde çalışmanın dayanması gerektiği materyalden yoksunluk anlamına gelir. bir miktar bilgi birikimi, 'kendinin olmayan' belli bir miktar materyal olmaksızın insan, kendisi üzerinde çalışmaya, kendini incelemeye, mekanik alışkanlıklarıyla savaşmaya başlayamaz. çünkü böyle bir çalışmanın yükümlülüğü altına girmek için neden ve itici güç mevcut değildir."

    "bu, bütün yolların ona kapalı olduğu anlamına gelmez. herhangi bir entelektüel gelişmeye ihtiyaç göstermeyen fakirin ve de rahibin yolu ona açıktır. fakat gelişmiş zihin sahibi insan için mümkün olan yöntem ve araçlar onun için mümkün değildir. bundan böyle de tekamül, kültürlü ve kültürsüz insan için eşit derecede güçtür. kültürlü bir insan doğadan, yaşamın doğal koşullarından uzaktır; yaşamın yapay koşulları içerisinde bulunmakta ve kişiliğini, özünün zararına olarak geliştirmektedir. az kültürlü bir insan ise daha normal ve daha doğal koşullar içerisinde yaşayarak, özünü kişiliğinin zararına geliştirmektedir. kendi üzerinde çalışmanın başarılı bir başlangıcı için kişiliğin ve özün eşit olan mutlu bir gelişme içerisinde bulunmalarına gerek vardır. böyle bir durum, başarı için en büyük garantiyi teşkil edecektir. eğer öz çok az gelişmişse, çok uzun bir çalışma devresine ihtiyaç vardır; eğer insanın özü kendi içinde çürümüşse ya da özde tamiri mümkün olmayan bazı kusurlar oluşmuşsa, bu çalışma tamamen sonuçsuz kalacaktır. bu tür koşullar oldukça sık görülür. kişiliğin anormal bir gelişimi, pek sık olarak özün gelişimini öyle erken bir yaşta durdurur ki, öz, bozulmuş küçük bir nesne haline gelir. bozulmuş küçük bir nesneden ise artık hiçbir şey elde edilemez."

    "dahası, oldukça sık olmak üzere insandaki özün, kişiliği ve bedeni halen hayatta olduğu halde öldüğü olur. büyük bir kentin sokaklarında rastladığımız insanlar, hatırı sayılır oranda içleri boş insanlardır, yani gerçekten artık ölüdürler."
    "bereket versin ki, biz bu durumu görmüyor ve bilmiyoruz. eğer ne kadar insanın aslında ölü olduğunu ve bu ölü insanlardan ne kadarının bizim hayatlarımızı yönettiklerini bilseydik, dehşet içinde çıldırırdık. ve doğru dürüst hazırlıkları olmadan bu nitelikte bir şeyi keşfetmekle insanlar gerçekten bazen delirmektedirler; yani görmemeleri gereken bir şeyi görmüş olmaktadırlar. tehlikesizce görmesi için insanın yolda bulunması gereklidir. hiçbir şey yapamayan insan, gerçeği görürse elbette çıldıracaktır. ancak bu nadiren gerçekleşir. genellikle her şey, öylesine tertiplenmiştir ki, insan vaktinden önce hiçbir şey göremez. kişilik, sadece görmeyi istediğini ve hayatına zararı dokunmayanı görür. sevmediğini hiçbir zaman görmez. bu, aynı zamanda hem iyi hem de kötüdür. eğer insan uyumak istiyorsa iyi, fakat uyanmak istiyorsa kötüdür."

    "eğer öz, kaderin tesirine tabi oluyorsa, bu, kazaya kıyasla kaderin insana daima uygun olduğu anlamına mı gelir?" diye sordu mevcut olanlardan birisi, ve devam etti: "ve kader insanı bu çalışmaya götürebilir mi?"
    "hayır, hiçbir anlama gelmez." diye cevap verdi ona g. "kader, sadece hesaba katılabilmesi, onu önceden bilmenin mümkün olması bakımından kazadan iyidir. gelecekteki bir şeye hazırlanmak imkan dahilindedir, kaza ile ilgili olarak insan hiçbir şey bilemez. fakat kader de nahoş veya zor olabilir. bununla beraber, bu durumda insanın kendisini kaderinden ayırması için araçlar mevcuttur. buna doğru atılacak ilk adım, genel kanunlardan uzaklaşmayı içermektedir. bireysel kaza/rastlantı olduğu gibi genel ya da kolektif kaza/rastlantı da vardır. bireysel kader olduğu gibi aynı şekilde genel veya kolektif kader de vardır. kolektif kaza/rastlantı ve kolektif kader, genel kanunlar tarafından yönetilirler. eğer insan, kendi bireyselliğini yaratmak istiyorsa kendisini genel kanunlardan özgürleştirmelidir."

    "genel kanunlar hiçbir şekilde, bütünüyle insan için zorunlu değildir. eğer kendisini 'tamponlardan' ve 'tahayyülden' özgürleştirebilirse bunların birçoğundan da özgürleştirebilir. tüm bunlar, kişilikten özgürleşme ile bağlantılıdır. kişilik, tahayyül ve yalan tarafından beslenmektedir. eğer insanın içinde yaşadığı yalan ve tahayyül azaltılırsa, çok kısa sürede kişilik zayıflar ve insan ya kaderin ya da diğer bir insanın iradesince yönetilen bir çalışma çizgisinin hükmü altına girer; bu durum, hem kazaya hem de gerektiğinde kadere karşı ayakta durabilecek bir irade kendisinde oluşuncaya kadar devam eder."

    gruplardaki konuşmalar her zamanki gibi sürdü. bir defasında g., kişiliğin özden ayrılması ile ilgili bir deney yapmak istediğini söyledi. hepimiz çok ilgilenmiştik, çünkü uzun zamandan beri 'deneylere' söz verdiği halde, o zamana kadar hiçbir şey görmemiştik. g.'nin metotlarından söz etmeyeceğim, sadece deney için ilk gece seçtiği kişileri tarif edeceğim. onlardan biri, gençliğini geride bırakmış olan ve toplumda oldukça mühim bir yer işgal eden bir adamdı. bu kişi toplantılarımızda çok fazla konuşan ve sık sık kendisi, ailesi ve hristiyanlık hakkında, savaş ve kendisini iğrendiren her türlü "skandal" ile ilgili güncel olaylar hakkında söz eden biriydi. diğeri daha gençti. çoğumuz onu ciddi bir kişi olarak kaale almıyorduk. çok sık olarak aptalı oynuyordu; ya da diğer yandan, sistemin şu ya da bu ayrıntısı üzerinde, sistemin tümüyle ilişkisi olmadan, sonu gelmez şekilsel tartışmalara giriyordu. onu anlamak çok zordu. farklı kategori ve seviyelere ait olan kelimeleri ve farklı görüş açılarını en mümkün olmayacak şekilde birbirine karıştırarak, en basit şeylerden bile karışık ve anlaşılmaz bir şekilde söz ediyordu.
    deneyin başlangıç kısmını atlıyorum. büyük salonda oturuyorduk. konuşma olağan şekliyle devam ediyordu. g. bize fısıldayarak, "şimdi dikkat edin." dedi.

    bir şey hakkında hararetle konuşan o iki kişiden yaşlı olanı, bir cümlenin ortasında birdenbire sustu. dosdoğru önüne bakıyor ve sandalyesine gömülmüş gibi gözüküyordu. g.'nin bir işareti üzerine, ona bakmadan konuşmaya devam ettik. genç olanı konuşmayı dinlemeye başladı ve daha sonra kendisi konuştu. hepimiz birbirimize bakıyorduk. sesi farklılaşmıştı. bize açık, basit ve anlaşılır bir şekilde, fazla kelime kullanmadan, aşırılık yapmadan, soytarılık etmeden kendisi hakkındaki bir gözlemini anlattı. sonra sustu; bir sigara içti ve besbelli bir şey düşünüyordu. birincisi hala hareket etmeden, adeta top gibi büzülmüş oturuyordu.

    "ona ne düşündüğünü sorun." dedi g. usulca.
    soru sorulduğu zaman, uykudan uyanıyormuş gibi, "ben mi?" dedi, "hiçbir şey." özür dilermiş gibi ya da düşündüğü bir şey hakkında birisi kendisine soru sormuş ve şaşırmış gibi hafifçe gülümsedi.
    "biraz önce savaştan söz ediyordunuz." dedi içimizden birisi, "almanlarla barış yaptığımız takdirde neler olacağından bahsediyordunuz; hala öyle mi düşünüyorsunuz?"
    "gerçekten bilmiyorum." dedi kararsız bir sesle. "öyle mi söyledim?"
    "evet, tabii. biraz önce herkesin bu konuyu düşünmeye mecbur olduğunu, kimsenin düşünmemeye hakkı olmadığını ve kimsenin savaşı unutmaya hakkı olmadığını; herkesin savaş lehine ya da aleyhine, evet ya da hayır şeklinde, kesin bir kanaat sahibi olması gerektiğini söylediniz."
    soru soranın söylediklerini anlamıyormuş gibi dinliyordu.
    "öyle mi?" dedi. "ne kadar tuhaf. bu konu hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum."
    "fakat bu konuyla ilgilenmiyor musunuz?"
    "hayır, beni hiç ilgilendirmiyor."
    "şimdi olup bitenlerin sonuçlarını, rusya ve bütün medeniyet için vereceği sonuçları düşünmüyor musunuz?"
    hayıflanıyormuş gibi başını salladı.
    "neden söz ettiğinizi anlamıyorum." dedi. "beni hiç ilgilendirmiyor ve bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorum."
    "peki öyleyse, daha önce ailenizden bahsediyordunuz. eğer onlar bizim fikirlerimizle ilgilenseler ve çalışmaya katılsalardı, sizin için daha kolay olmaz mıydı?"
    "evet, belki." dedi tekrar kararsız bir sesle. "ama neden bunu düşüneyim?"
    "peki, daha önce sizinle onlar arasında büyüyen uçurumdan korktuğunuzu söylemiştiniz."
    cevap yok.
    "fakat şimdi bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?"
    "bunu hiç düşünmüyorum."
    "size ne istediğinizi sorsalar, ne derdiniz?"
    gene şaşkın bir bakış. "herhangi bir şey istemiyorum."
    "fakat düşünün, ne isterdiniz?"
    yanında duran küçük masanın üzerinde yarım kalmış bir çay bardağı vardı. bir şeyler düşünüyormuş gibi uzun süre gözünü ona dikti. etrafına iki defa bakındı, sonra tekrar bardağa baktı, çok ciddi bir ses ve ciddi bir tonlama ile öyle bir şey söyledi ki, hepimiz birbirimize bakakaldık:
    "sanırım, biraz ahududu reçeli isterdim."
    "ona niye soru soruyorsunuz?" dedi köşeden zorlukla tanıyabildiğimiz bir ses.
    bu, ikinci süjeydi.
    "uykuda olduğunu anlayamıyor musunuz?"
    "peki, sen kendin ne durumdasın?" diye sordu içimizden biri.
    "ben, tam tersine uyandım."
    "sen uyandığın halde o neden uyuyor?"
    "bilemiyorum."
    böylece deney son buldu.

    ertesi gün onların hiçbiri herhangi bir şey hatırlamıyordu. g. bize, birinci adamla ilgili olarak, onun alışılmış konuşma, heyecan ve telaş konusunu oluşturan her şeyin kişiliğinde bulunduğunu açıkladı. ve kişiliği uyuduğu zaman, hemen hemen hiçbir şey kalmıyordu. diğerinin kişiliğinde büyük ölçüde gereksiz konuşkanlık vardı, fakat kişiliğinin arkasında, kişilik kadar bilen ve daha iyi bilen bir öz mevcuttu. kişilik uyuduğu zaman, daha fazla hakkı olan öz, onun yerini alıyordu.
    "alışık olduğunun tersine olarak onun çok az konuştuğuna dikkat edin." dedi g. "ama hepinizi ve olup biten her şeyi, hiçbir şey kaçırmadan gözlemliyordu."
    "ama hatırlamayacak olduktan sonra bunun ona ne yararı var?" dedi içimizden biri.
    "öz hatırlar." dedi g.,"kişilik unutmuştur. ve bu gerekliydi, çünkü, aksi takdirde kişilik her şeyi bozar ve bütün bunları kendisine atfederdi."
    "fakat bu bir çeşit kara büyü." dedi içimizden biri.
    "daha kötü." dedi g., "bekle, bundan daha kötüsünü göreceksin."*
hesabın var mı? giriş yap