• ulaştığım son durak. 1902-1980 yılları arasında yaşamış ve kurduğu pozitif dezentegrasyon teorisi ile bilinen leh psikiyatrist, psikolog...
    belli bir entelektüel çizgi izlemenin tuhaf bir yanı var... nasıl ifade edeceğimi tam bilemesem de sanki bazı filozofların izinden gitmenin kaçınılmaz bir çizgisi var...bir tren yolu üzerinde birbirini izleyen istasyonlara kaçınılmaz bir şekilde uğramak gibi...aslına bakılırsa lineer bir çizgi olmak zorunda da değil, sanki belli düşünürlerin fikir akrabalığı, onların bir noktada elinizden tutup, siz eksik parçayı ararken sizi ötekine gitmeye mecbur bırakıyor gibi...kant ile yeterince boğuşursanız, schopenhauer ve nietzsche ile mutlaka güreşiyorsunuz, o sizi ister istemez jung'la sarmaş dolaş olmaya götürüyor. bu herhalde son durak dediğim noktada vardığım bir sonraki yerde karşıma çıkan ise kazimierz dabrowski'nin ta kendisi...ama oradan başlasam kant'a da uğramam kaçınılmaz olurdu gibi...tren duraklarından çok bir garip düşünsel senkronizm sanki..sonunda anlamı bütünleştirmeye götüren nedensel olma zorunluluğu bulunmayan, lineer bir çizgi de izlemeyen bir senkronizm.

    ne mi diyor dabrowski? insan-ı kamil olmak, übermensch olmak mümkün diyor...üstelik bunu bilimsel bir şekilde açıklıyor. iddia ettiği, insanın genetik aktarım yolu ile elde ettiği ve sosyalleşme sürecinde tamamladığı yalan benliğin ki jung'un persona, freud'un süper ego dediği şeye tekabül ediyor bu, bireyin gelişim sürecinde dezentegre edilip, kişinin ona genetik aktarım ve sosyalleşmenin sunduğunun ötesinde bir bireyselliğe yani gerçek benliğine ulaşabileceği...üstelik bunun için yöntem olarak ototerapi öneriyor... anladığım kadarı ile kişilik diye bize verilen ve genetik aktarım ve sosyalleşmenin bir ürünü olan ve kendimiz olduğunu sandığımız malzemeyi ele alıp, bir heykel traş gibi gerçek benliğimiz ortaya çıkana kadar yontmamız mümkün...bu gerçek benliğe uyuyor kalsın, bu id gitsin gibi...bu nefs gitsin bu öz kalsın hesabı...
    bu delilik mi? ya da insan böyle bir şeyi niye yapsın değil mi? eline bir neşter alıp benliğini titizce özünde olduğu şey olana dek kesip biçmekten ve bunun uğrunda her bedel ve acıya katlanmaktan maksat ne ola ki?
    bence sadece, kimileri için başkaca bir seçenek olmayışı... aksinin ölümden beterliği...bir çeşit temel ihtiyaç, su gibi, yemek gibi, uyku gibi en iyimser yanıyla...daha az pembe tarafında ise insanın özünün ortaya çıkmak konusunda ortaya koyduğu zorunluluk hissinin ve zorlayıcılığın önüne geçilmez, acımasız dayatıcılığı, kararlılığı ve ısrarı... ol ya da öl daha iyi...olmak ya da ölmek, asıl mesele bu. yani hamlet seçenekleri olmak ya da olmamak ile tanımlarken çok iyimserdi ve günümüz deyişi ile epeyce varoluşçu idi...ama özcü olmayan varoluşçuluk pek de çıkış değil, değil mi? varolmak değil özü ile varolmak ise esas mesele, değil elbette.
  • nietzsche'nin psikolojideki tezahürü gibi görünen pozitif disentegrasyon kuramı'nın yaratıcısı.

    önceleyin kuramı tastamam açıklayıp neden nietzsche'nin tezahürü ve neden 'gibi görünen' olduğuna değinelim;

    !---- alıntı ----!

    pozitif ayrışma teorisinin bazı özellikleri şöyledir:

    kişilik, kişi ile beraber gelen evrensel, değişmez bir özellik değildir. kişinin genetiği, kendisi ve çevresi tarafından şekillendirilen bir özelliktir.

    kişilik, bireyin “gelişim potansiyeli” gücü ile şekil alır. herkesin içinde özgün bir kişilik oluşması için yeterli gelişim potansiyeli bulunmamaktadır. aşırı uyarılabilirlilik ve otonomi özgün bir kişilik gelişimi için iki önemli bileşendir.

    gelişim potansiyeli popülasyonda çan eğrisi şeklinde bir dağılım gösterir. dabrowski bu devamlılığı ve çeşitliliği aşamalar olarak tanımlamıştır.

    güçlü bir gelişim potansiyeli kendini kuvvetli kaygılar ve üzüntüler ile karakterize krizler şeklinde gösterir (psikonevroz). bu krizler ayrışmayı başlatırlar.

    kişiliğin gelişimi için içgüdüler, toplumsallaşma gibi başlangıçta edinilen entegrasyon süreçlerinin ayrışması gerekir. dabrowski bu sürece pozitif ayrışma (disentegrasyon) adını vermiştir.

    hiyerarşik değerler zinciri ve duygusal tepkilerin oluşması, kişiliğin gelişimi ve bağımsızlığını kazanması için önemli bir rol oynar. pozitif ayrışmada duyguların önemi pek çok diğer psikolojik teoriden daha fazladır.

    duygusal reaksiyonlar kişinin kendi kişilik idealine ulaşmada rehberlik eder. bu kişinin gelişim için baz aldığı otonom standarttır.

    kişi kendi değerini ve kendi değerlerini incelemeli ve bu incelemeden sonra kişiliği şekillendiren varoluşçu kararlar vermelidir. bu kararları, kendi kişiliğinde, kendi varoluşunu anlamlandıran değerlere daha yakın olan özellikleri öne çıkararak ve kendi ideal değerlerine uzak olan özellikleri baskılayarak vermelidir.

    kişisel gelişimin kritik komponentleri kendi kendini eğitmek ve otopsikoterapi’dir.

    gelişmeyi etkileyen etkenler

    dabrowski çoğu insanın biyolojik dürtüler ve ego (1. etken) ve / veya sosyal beklentilere bağlılık ( 2. etken) yolunu izleyerek 'temel veya ilkel entegrasyon' (uyum) durumunda hayatlarını sürdürdüklerini gözlemledi. bu ilk entegrasyonu 1. seviye olarak adlandırdı. dabrowski bu seviyede bağımsız bir insanın gerçek bireysel ifadesinin olmadığını öngördü.

    birinci etken

    ilkel uyum veya birinci etken içgüdüler ve biyolojik ego tarafından şekillendirilirler. birinci
    etkenin tüm enerjisi kendine hizmet eden amaçlara yöneliktir. yaşamda ayakta kalmak
    ve birey olarak ilerlemek birinci etkende temel amaçtır. ne pahasına olursa olsun bu
    şekilde davranmayı göze alanlar kendilerine ara sıra hapishanelerde bulurlar. yasalara
    ve oyunun kuralına uygun olarak davranabilenleri ise üst makamlarda ve ceo olarak
    görmek mümkün. asosyal ve antisosyal şekilde yeteneklerini kendi ilkel ve bencil
    hedeflerini ilerletmek için kullananlar birinci etken olarak adlandırılır. ego tatmini ve
    biyolojik ihtiyaçların giderilmesi birinci etkenin başlıca hedefleridir.

    eğitim sisteminde, politik kültürde, iş yaşamında ve medya yoluyla verilen mesajlarda
    birinci etkeni özendirme örneklerine sık sık rastlayabiliriz.

    ikinci etken

    ikinci etken, sosyal çevre ve akran baskısı, bireyin dünya görüşü, kendini ifade etme ve
    yaratıcılığını grubun düşüncesine paralel olarak kısıtlar. bağımsız görüş ve ifade
    bireyden istenmeyen özelliklerdir. bireyden grup değerlerini kabullenmesi, içselleştirmesi
    ve bunları kendi vicdanı haline getirmesi istenmektedir. sosyal baskılar beklentileri
    şekillendirir. bireyin yaratıcılığı, yetenekleri ve beklentileri grupla paralel hale gelecek
    şekilde şekillendirilir ve kanalize edilir. vicdan, toplum ve topluluk tarafından
    şekillendirildiğinden, grup tarafından kabul gördükçe, topluluğun etik normlarına uydukça
    vicdan rahattır. ancak nazi almanyası, çeteler ve terör gruplarında olduğu gibi topluluk
    değerleri yozlaşmış olsa bile birey muhalefet etmez, ayrışmaz. kendi değerlerini
    incelemeden toplumsallaşma bireyi robotik bir varlığa dönüştürür. bireysel reaksiyonlar
    özgün değildir. ben cenazelerde ağlar, düğünlerde eğlenirim, çünkü “herkes böyle
    yapar”. dabrowski’ye göre ikinci etken ve grup düşüncesi ile hareket eden insanlar genel
    toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır.

    birinci etken ile hareket edenler “köpek köpeği yemezse hayatta kalamaz” der, kendi
    çıkarları için kolayca başkalarını feda ederler.

    ikinci etken ile hareket edenler genelde davranışlarını haklı göstermek için çoğunluğu ve
    emirleri örnek gösterirler. “herkes ile aynı hızda gidiyordum, ben hız sınırını aştıysam,
    herkes aştı,“ veya bir asker veya polis: “sadece emirlere itaat ediyordum”.

    böyle bir düşünce kalıbı bireyi sorumlu bir birey olmaktan çıkarır, sorumluluğu tüm
    topluma veya amirlere yayar.

    bu şekilde düşünen ağırlıklı olarak birinci ve ikinci etken ile hareket eden bireyler ve
    topluluklar dabrowski’ye göre birinci aşama veya 1. düzey olarak sınıflanmıştır.

    üçüncü etken

    dabrowski kişisel gelişimlerini başka bir yoldan tamamlayan ayrı bir grup insandan
    bahseder. bunlar gelişmelerinin yolunu kendileri çizerler. dabrowski’nin negatif uyum
    adını verdiği otomatik, ezberci, sosyalleşmiş bakış açısını bırakıp, dabrowski’nin pozitif
    ayrışma dediği bir dizi kişisel ayrışma deneyimini yaşamayı tercih ederler. dabrowski bu
    deneyimleri gelişim sürecinin gerekli anahtarı olarak görmektedir. üçüncü etken gelişme
    için motivasyon sağlar ve otonom düşünceyi teşvik eder. hayal gücü geniş olup,
    kendisinin ve çevresinin mümkün görmediği amaçlar hayaller dahilindedir.

    bu kişilerde krizler, statükoyu sorgulamaya zorlayan, kendimizi, düşüncelerimizi,
    ideallerimizi, hayallerimizi gözden geçirmeye yardımcı olan deneyimlerdir. gelişme
    devam ediyorsa, birey kişiselleşmiş, bilinçli ve titizlikle değerlendirmeden geçirdiği
    hiyerarşik bir değerler sistemine kavuşur. dabrowski buna pozitif uyum adını
    vermektedir. bu hiyerarşik değerler sistemi bir aşamadır. yeni bakış ile kişisel değerler
    sisteminde daha kıymetli olan değerler davranışlara yön vermeye başlar. artık sosyal
    değerler ikinci plandadır.

    bu yüksek kişisel değerler sonunda bireyi otonomiye götüren ikincil uyum sürecini
    karakterize eder. dabrowski için bu gerçek insanlık kişiliğinin başlangıcıdır. bu aşamada
    birey yaşamanın nasıl olması gerektiğine karar verir ve öyle yaşamaya başlar. bu
    aşamaya geçiş güçlü problem çözme yetileri ve yaratıcı olmayı gerektirir. kişinin
    yetenekleri ve yaratıcılığı daha yüksek kişisel değerler, yaşamın, dünyanın nasıl olması
    gerektiği vizyonunun hizmetine sunulur. birey bu yeni otonom kişiliğini enerjik bir şekilde
    etkinlikler, sanat ve sosyal değişim için kullanır.

    dabrowski üçüncü etkeni özgür irade’den farklı olarak tanımlamıştır. kişinin özgür iradesi
    ile her istediğini yapması her koşulda geliştirici olmak zorunda değildir. üçüncü etkeni
    basit özgür iradeden ayıran özellik birey olarak gelişme isteğidir. üçüncü etken özellikle
    kişinin kendisini bulma isteğidir. bu istek bazen çok kuvvetlidir ve kişiyi zor durumda
    bırakmaktadır. “ne pahasına olursa olsun”, “kendim olmalıyım”, “gelişmeliyim”
    düşünceleri tek başına özgür irade ile açıklanamaz.

    gelişme potansiyeli yüksek olan birey, aile ve toplum buna karşı çıksa bile sonunda
    ayrışma sürecine girer. gelişme potansiyeli düşük olan kişi, kendisine uygun ortam,
    uygun okul, sağlansa bile ayrışma sürecini ve pozitif kişilik gelişimini yaşamaz.

    kişinin gelişme potansiyeli olması için algısının açık olması ve aşırı uyarılabilirlik
    (overeksitabilite) olarak adlandırılan çevresine duyarsız kalamaması, duyarlı olması
    gerekir. elaine aron’un yüksek duyarlılıklı birey kavramı paralel ancak farklı bir kuramdır.

    gelişme potansiyeli

    ileri gelişme, güçlü gelişme potansiyeli (gp) olan kişilerde gözlemlenir. gelişme
    potansiyeli bireyin genetik ve çocukluktan gelen yapısının düşünce ve davranışlara
    yansıması, çevreden etkilenmesi ve çevreyi etkilemesidir. gelişme potansiyelinin pek çok
    komponenti olmasına karşın aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite) (oe), özel yetenekler
    ve yetiler ve otonom gelişmeye duyulan istek öne çıkmaktadır.

    aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite)

    gelişme potansiyelin en önemli belirtisi overeksitabilitedir. nöronların dış dünyaya ve
    uyaranlara açık olduğunun göstergesidir. aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite) ne kadar
    fazla ise kişi günlük yaşam deneyimlerini bir o kadar yoğun yaşar. dabrowski beş
    çeşit aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite) tanımlamıştır. psikomotor, romantik duygusal
    (sensual), imge ve hayal dünyasına ait (imaginational), entelektüel ve emosyonel. bu
    overeksitabilitelerden özellikle son üçü günlük yaşamı daha yoğun yaşamaya, zevkleri ve
    üzüntüleri daha derin algılamaya yol açar. kişinin dümeni duygusal overeksitabilitenin
    elindedir, entelektüel aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite) ve hayal, güçlü bir gerçeklik
    algısı yaratır. kişi dünyayı gerçeğe uygun ve güçlü bir şekilde hisseder.

    overeksitabiliteler biyolojik olarak kişinin sinir sisteminden kaynaklandığı halde “otonom
    ben”i baskılayan veya teşvik eden etkenler dinamik psikolojik ve çevresel etkiler
    altındadır. içgüdüler, dürtüler, duygular dinamizmler arasındadır. gelişmenin devamı ile
    dinamizm otonomiye yönelir.

    yetenek ve kabiliyetler

    gelişim potansiyelinin ikinci kolu olarak yetenek ve kabiliyetler gelmektedir. daha alt
    gelişim aşamasında olan bireyler yetenek ve kabiliyetlerini ben merkezci amaçlar, grup
    çıkarları ve grup içi merdivende tırmanma için kullanırlar. yüksek düzeyde kişi bu bilgi ve
    yeteneklerini kendi vizyonunu genişletme ve geliştirdiği hiyerarşik değerler zincirinde
    ideal ben ve ideal çevrenin oluşturulması için kullanır.

    gelişme engelleri

    dabrowski aşırı uyarılabilirlik (overeksitabilite) ve gelişme potansiyelini trajik bir hediye
    olarak adlandırır. overeksitabilite sahibi kişinin yolu düz ve pürüzsüz olmayıp, engeller ile
    doludur. yüksekler ve alçaklar sık yaşanan deneyimlerdir. yaratıcılığı ifade edebilme
    potansiyeli beraberinde sorunları farklı açılardan görme, kişisel çatışma ve stresi getirir.
    bu stres hem gelişmenin sürmesine yardımcı olur hem gelişme sürecinin bir sonucudur.
    stresin akut fazlarında suisit ciddi bir tehlikedir. izolasyon ve ayrı kalma kendine zarar
    verme riskini arttırır.

    dabrowski’nin bu tarz engellere karşı önerisi oto-psikoterapi, gelişme eğitimine yardımcı
    olma şeklindedir. kişiye gelişmenin süreçleri, sancıları ve ayrışmanın bağlamı
    konusunda bilgi verdikçe kendi kendini ve yaşadığı bu yoğun duyguları ve ihtiyaçları
    daha iyi anlayacaktır. dabrowski bu kişilere gelişim konusunda yardımcı olma ve kendini
    ifade etmeleri konusunda destek olmayı önermiştir. gelişme potansiyeli olan çocuk ve
    erişkinler kendi yollarını bulmalıdırlar. bu yollar bazen akranlarından, bazen ailelerden
    ayrı yollar olabilmektedir. oto-psikoterapinin özünde kimse kimseye “doğru yol”u
    gösteremez farkındalığı yatmalıdır. herkes kendi için uygun olan yolu bulmalıdır. joseph
    campbell bir konuşmasında “ormanda bir patika varsa siz bu patikadan gitmeyin” demiş.
    “patika birini hazineye götürmüşse, sizi götürmeyecektir”.

    düzeyler

    düzey ı: temel entegrasyon
    düzey ıı: tek düzeyde disentegrasyon
    düzey ııı: spontan çok düzeyli disentegrasyon
    düzey ıv: yönü olan çok düzeyli disentegrasyon
    düzey v: ikincil entegrasyon

    birinci ve beşinci düzeyler

    birinci ve beşinci düzeyler, psikolojik entegrasyon, uyum ve minimum iç çatışma ile
    karakterizedir. birinci düzeyde çatışma olmayışının sebebi tüm davranışların rasyonalize
    edilmiş olmasıdır. kişi için en iyi olan doğru olduğunda (birinci etken) veya kişinin bağlı
    olduğu topluluk için doğru olan kişi için doğrudur (ikinci etken) kişi içsel çatışma
    yaşamaz. birinci düzeyde “yapılması gereken” bellidir ve kişiye göre yerinde kim olsa
    aynı şeyi yapardı. beşinci düzeyde seçeneklerin tamamı daha önce gözden geçirilmiş ve
    kişinin iç değerleri ile örtüşen seçenek bellidir. hem birinci düzey hem beşinci düzeyde
    dış çatışmalar yaşanmaktadır.

    birinci, üçüncü ve dördüncü düzeyler farklı derecelerde disentegrasyon ve gerçekçi
    zorlukları tanımlar.

    dabrowski açık olarak düzeylerin “sezgisel bir araç” olduğunu ifade etmiştir. gelişim
    sürecinde iki veya üç düzey eş zamanlı aynı bireyde yan yana bulunabilir, ancak bu
    düzeyler bir biri ile çelişirler ve çelişkiler giderildiğinde biri ağırlıklı olarak öne çıkacaktır.

    birinci düzey*

    yukarıda kısaca geçtiği gibi birinci düzey primer veya primitif entegrasyon olarak
    adlandırılır. birinci etken (impülsif güdüler) veya ikinci etken (sosyal çevre) davranışların
    itici gücüdür. birinci düzeydeki insanların çoğu çevresel sosyal etkenler gücü ile hareket
    ederler. (dabrowski bunlar için ortalama insan tanımını kullanmaktadır). bir kısmı hem
    birinci hem ikinci etkenden eş zamanlı etkilenirler. dabrowski ruh sağlığı açısından birinci
    düzey veya primer entegrasyonu sağlıklı görmemektedir.

    açıkça veya sessizce var olan bencillik ve egosantrizm kendi doyumunu her şeyin
    üstünde tutar. dünya kendi üzerine kurulu olup, süreç değil sonuç önemlidir. süreç içinde
    ağır suç bulunması sonuç için göz ardı edilir. lider olarak adlandırılan pek çok kişi bu
    kategoriye uymaktadır.

    insanların önemli bir grubu primer entegrasyon sürecinden hiç bir zaman ayrılmazlar. bir
    kısmı gençlik ve ergenlik döneminde bu düzeyden çıkmak için kısa kaçamaklar yapsa
    bile bir zihinsel dönüşümden geçmeden birinci düzeye geri dönerler. yüksek düzeylerde
    kısmi entegrasyon bile zihin yapılarının değişmesi ve transformasyon için yeterli olmaz.

    düzey iki*

    bu düzeyin özelliği başlangıçta kısa kriz ve ardışık krizlerdir. bu krizler aslında
    birbirinden çok farklı olmayan ama bireye farklıymış gibi görünen seçenekler arasında
    yaşanır.

    eş düzeyli disentegrasyon puberte ve menopoz gibi fizyolojik gelişimsel dönemlerde
    daha sık yaşanır. dış ortamda yaşanan stresli zorluklar sık yaşanmasına yol açar.
    psikonevroz ve sinirlilik gibi psikopatolojik durumlarda daha sık yaşanır. tek düzlemde
    disentegrasyonda süreçler yapısal ve emosyonel olarak aynı düzlemdedir. otomatik
    dinamizmler tarafından yönlendirilen sınırlı farkındalık ve öz-denetim yaygındır.

    eş düzeyli / yatay düzlemde yaşanan çatışmalar kişiyi ikilemde bırakır. (ambitendencies
    and ambivalences) birey için aslında bir birinden çok farklı olmayan (ekivalent)
    seçeneklerin çoğu cazip görünür. (kararsızdır) gerçek bir tercihi olmayıp, çelişik
    düşünceleri vardır. (ambitendencies)

    eş düzlemde kararsızlıklar ve çelişkiler tercih yapmasını zorlaştırır. gelişim potansiyeli
    güçleri yeteri kuvvette ise kişinin varoluşçu bir krize girme olasılığı yüksektir. sosyal
    deneyimler ve alternatif açıklamalar artık yeterli değildir. baskın duygu varoluşçu
    umutsuzluktur. bu dönemin çözülmesi ezberletilmiş, kökleşmiş toplumsal değerlerin
    yerini yeni filizlenen hiyerarşik kişisel değerlere bırakması ile başlar. bu yeni değerler
    kişinin önceki kendi değerleri ile çelişebilir. eğitim ve sosyal çevrenin öğrettiği statükocu
    açıklamalar sorgulanmaya başlanır. “biz böyleyiz”, “böyle yapılır”, “şöyle olmalısın”
    sorgulanmaya başlanır. bireyin kendi değerler süzgecinden geçirilir. süzgeçten
    geçmeyen değerler bilinçli olarak elenir. odak noktası kendinin ve başkalarının dış dünya
    analizleridir. odak noktası kendinin ve başkalarının davranışlarıdır. sosyal düzenin
    kabul ettiği bazı yaygın davranışlar yetersiz, yanlış veya ikiyüzlü olarak değerlendirilir.
    pozitif uyumsuzluk hakim olur. dabrowski için bu krizler zihinsel sağlık ve gelişim için
    güçlü bir potansiyeli temsil ederler. pozitif bir tanımlama yaparak zihinsel sağlığı sosyal
    normlara uyumdan ziyade kişinin kendi keşfettiği dünyada, dikkatlice seçtiği kendi
    değerlerini geliştirmesidir.

    dabrowski’ye göre ikinci düzey geçiş düzeyidir. kişi bu düzeyden birinci düzeye düşerek
    düşük düzeye uyumlu bir birey haline gelebilir. negatif düşüncelerin ağır basması sonucu
    depresyon, psikoz veya suisit yoluna yönelebilir. veya kendini geliştirerek ileri doğru yol
    alabilir.

    ikinci düzeyden üçüncü düzeye geçiş olağanüstü bir enerji gerektirir. bu düzey ileri ve
    geri gidiş seçenekleri olan bir kavşaktır. dabrowski'nin bahsettiği üç etken arasındaki
    çekişme bu geçici krizi tetikler. içgüdülerimi ve egomu mu takip etmeliyim? (birinci etken)
    toplumun bana öğrettiklerini mi uygulamalıyım? (ikinci etken) kalbimin yolunu mu
    izlemeliyim? (üçüncü etken) bu sorunun gelişimsel yanıtı pozitif motivasyon olarak
    içgüdüsel ve temel güdüleri, toplum baskısına direnip kendi doğrularını geliştirmektir.

    üçüncü düzey*

    üçüncü düzeyde yeni bir çatışma gerçekleşir. vertikal / dikey seçenekler arasında
    yaşanan çatışma. bu seçenekler sadece birbirinden farklı değildir, ayrıca birbirinden
    farklı değerlerdedir, farklı düzeylerdedir. karşılaştırılmada bazıları daha değerli ve
    yüksek, bazıları daha değersiz ve düşük düzeydedir. bu değerler başlangıçta istemsiz
    olarak atanan değerlerden oluşur. bir şeye binlerce kez baktıktan sonra ilginizi çeker ve
    artık ona kayıtsız kalamazsınız, bakış açısı değişmiştir. isteseniz bile artık eskisi gibi
    bakamazsınız. dabrowski bu düzlem farkına çok düzlemlilik veya çok düzeylilik adını
    vermiştir. çok düzeylilik, yavaş yavaş düzlem farklarının ayırdına varmaktır. çoğunlukla
    aşağıda olan, gerçek hayatta olan iken, yüksek olan, var olması olası bir hayal olarak
    ortaya çıkar. kişi bu seçenekleri karşılaştırmaya başlar. yükseklik farkının ayırdına
    varılması ıı. düzeyde yaşanan kararsızlıklar ve çelişkilerin azalmasına yol açar. artık
    istenilenler ve istenilmeyenler vardır. kişinin kendi davranışları istenilen idealden uzak
    ise içsel bir çekişme ve değişim isteği doğar. çok düzeylilik yeni ve güçlü bir çekişmeyi
    başlatır. bu gelişimsel bir çekişmedir.

    dikey çekişmeler otonom ve ileri bir kişiliğin gelişmesi için kritik öneme sahiptir. bir üst
    düzeye geçmek için çok düzeylilikten geçmek gerekir. kişi çok düzeyli aşamaya geçmek
    için gereken gelişim potansiyeline sahip değil ise ıı. ve ı. düzeylere geri döner.

    çoklu düzleme geçiş döneminde kişinin hayata bakışını modelleyen yatay (tek
    düzlemsel) uyaran-yanıt modeli yerine dikey (çok düzlemli) hiyerarşik analiz modeline
    bırakır. günlük olaylar kişinin kişisel değer sistemine göre ağırlık kazanır. bu değerler
    kişinin kişilik idealini oluştururlar. bu değerler kişinin kendi yaşamını nasıl görmek
    istediğini yansıtırlar. kişi bu görüşleri edindikçe daha düşük değerleri kabul etmesi
    giderek güçleşir. hayali veya gerçek yüksek değerler peşindedir.

    `dördüncü düzey: amaçlanmış (yön verilmiş) çok düzeyli disentegrasyon`

    dördüncü düzeyde birey kendi gelişiminin tüm sorumluluğunu üstlenmektedir. ııı
    düzeyde gördüğümüz, istemsiz, spontan gelişmeler, bilinçli, kasıtlı, ileri yönlü, amaçlı bir
    gelişmeye dönüşür. bu dönüşüm üçüncü etkenin önemini ortaya çıkarır. otonom ve
    bilinçli tercih kişinin tercih ettiği ve reddettiği özellikleri belirler. birey kendini bilinçli olarak
    gözlemleyebilir ve düşük olarak gördüğü otomatik değer, inanç ve davranışların yerine
    dikkatlice değerlendirmeden geçirdiği ve kendi seçtiği yüksek olanları getirmeye çalışır.
    bu yeni değerler kişinin davranışlarına yansır. otomatizm ve tepkisellik azalır, idealler ve
    seçilmiş değerlerin etkisi artar.

    töreler, adetler, gelenekler tek tek incelenir kişi tarafından uygun görülürse içselleştirilir.
    kişi uygun gördüğünde gelenek reddedilir ve yerine daha yüksek olarak algıladığı değer
    yerleştirilir. bu hem entelektüel hem duygusal sorumluklara uygun bir karar şeklindedir.
    bu kişiler adaletin gerçekleşmesi ve başkalarının zarar görmesini engellemek,
    haksızlıkların önlenmesi için ellerinden geleni yaparlar. sorumluluk duygularının
    neredeyse sınırı yoktur. bu perspektif kişinin kendini hiyerarşik değerler zinciri ile
    bağdaşlaştırmaya çalışması sonucu gelişir. yaptıklarında, yapılması gerekir diye
    düşündüklerinde merhamet duygusu hakimdir.

    (gerçekçi) prososyal görünümleri toplum nezdinde itibar görmelerine yol açar. prososyal
    burada mevcut sosyal düzeni destekler anlamında kullanılmamıştır. mevcut sosyal düzen
    daha düşük mertebede ise ve kişi buna uyum sağlamışsa bu bir başarısızlıktır. (negatif
    uyum) burada kastedilen sosyal normların bilincinde olan bireyin yüksek değerleri
    geliştirilmesidir. kişinin yüksek değerleri düşük değerleri benimseyen statükocu bir
    topluluk ile çelişebilir. (pozitif uyumsuzluk, pozitif disentegrasyon). başka bir deyişle
    düşük değerleri benimsemiş bir topluluk ile uyumsuzluk, pozitif bir değerdir.

    beşinci düzey*

    beşinci düzey tutarlı ve uyumlu bir karakterdir. ancak bu tutarlılık ve uyum birinci düzeydeki tutarlılık ve uyumdan farklıdır. kişi seçtiği içsel hiyerarşik değerler ve dışsal dünya arasında tutarlı ve bilinçli olarak yaşamanın yolunu bulmuştur. bu nedenle pek az içsel çatışma yaşamaktadır. davranışları içsel normlara uygundur.

    beşinci düzeyde yaratıcı ifade biçimleri öne çıkmaktadır. problem çözme ve sanat insan olmanın en güzel ve asil örnekleri kendini göstermektedir. sanat en içsel duygusal durumları yakalayıp, karşıdaki kişiyi ve durumu derin empati ile anlamayı gerektirir. insanlığın yaşadığı üzüntüler ve fedakarlıklar çalışmaların konusu olarak seçilir. vizyon sonucu oluşan işler özgün ve ilginçtirler. bu eserler gelenekler ve baskılar ile kısıtlanmamış bir bakış açısı ile oluşmuş ürünlerdir. toplumda, felsefede oluşan gelişmeler güçlü bireysel yaracılık ve kişisel başarım sonucu gerçekleşmektedir.

    !---- alıntı ----!

    görüldüğü üzere bahsolunan evreler nietzsche'nin üstinsanlığın metamorfoz aşamaları olan 'deve, aslan, çocuk' evreleriyle bazı yerlerinden uyuşmaktadır.

    deve'lik, yani toplumsallığın etkisi altındalık kurama göre ikinci etkn'dir.
    aslan'lık, dabrowski'nin en üst seviye olarak benimsediği üçüncü etken'dir.
    çocuk'luk ise id'sellik yani dabrowski'nin pratikte mümkününü göremediği, birinci etken'dir.

    işte dabrowski'nin ''nietzsche'nin tezahürü gibi'liği'' de burada yatmaktadır. psikoloji; 'iyileştirme' sanrısıyla hareket eder, 'gelişme' ileriye yöneliktir.
    dabrowski de psikolog olduğundan filozof olmadığından dolayı bu sanrıya kapılmıştır ve gibi'liğine konuşlanmıştır. nietzsche'de ise yani felsefi olanda 'gelişme' durumunu kabullenmez, sonsuz bir yadsıyış içerisindedir. çünkü yadsıma olmadan inşa edilecek olan, molozların üzerine inşa edilir. sağlam temelli değildir.
    felsefe, psikolojinin diyalektik tutuklukluğundan sıtkını sıyırmışlıktır. bu sebepten felsefe, psikolojiden daha 'merhametlidir' aslına bakıldığında. kolay yolu seçip yanlış yükselişler, kaçınılmaz yıkım başladığında en kötü yıkımdan daha öte zarar verir.
    geçici çözümlerin alanı psikolojiden, felsefe'ye yükselmek bu yüzden elzemdir.

    alıntının kaynağı : https://en.wikipedia.org/…i/positive_disintegration
    türkçe'ye çevireni: nevit dilmen
  • psikolojik oe( aşırı duyarlılık)'ler, ruminasyon ve endişe için yüksek bir eğilim içerirken, fizyolojik oe'ler vücudun strese verdiği yanıttan kaynaklanır. hiper beyin / hiper vücut teorisine göre, bu iki oe türü son derece zeki insanlarda daha yaygındır ve hem psikolojik hem de fizyolojik işlev bozukluğuna “kısır döngüde” birbirleriyle etkileşime girer.

    zeka ve sağlık sonuçları arasındaki ilişkilde bir gen görünüşte ilgisiz özellikleri etkilediğinde ortaya çıkan pleiotropiyi yansıtır . durumun böyle olduğunu gösteren bazı kanıtlar zaten var.

    buyrunuz
hesabın var mı? giriş yap