• cansel elçin'in senaryosunu meltem inan ile birlikte yazdığı,yapımcılığını kendisine ait kiproko film ile üstlendiği,feride çetin,cengiz bozkurt,umut kurt,emrah akduman ile birlikte oynadığı (hatta iki rolde birden) ve yönettiği çekimleri halen süren ilk uzun metrajlı filmi.
  • oyuncular arasında özellikle ezgi asaraoğlu anılmaya değer.
  • teaserından gördüğüm kadarıyla altan erkekli ve binnur kaya da bu filmde oynamaktadır. ayrıcana kanlı canlı hint tanrısı figürü de akıllara slumdog millionaire 'i getirmektedir.
  • mtv'de filmin tanıtım videosunda çalan bir şarkı var. nedir bilmiyorum ama çok güzel.
  • teaser parçasının adı: lai pun lal
    ilk defa bir filme parçalarını veren grup için (bkz: kupka)
  • fragmanı mtv türkiye de sıklıkla izlenebilir..merakı celbetmekte..
  • 2 ekimde vizyona girecek olan film.
  • cansel elçin'in düşünen kamerası/beyni, hiç biri "düşmeyen"; yetenekli, çok güzel ve çok yakışıklı genç oyuncularıyla, bir edebiyat uyarlamasının üstesinden -bazı sarkmalar ve sinema mantığına uymayan dağınıklıklar hariç- ustalıkla geliveren senaryosuyla (temponun yerlerde sürünmeye başladığı bölümler de vardı, lakin tatlı sürprizler ve şaşırtıcı/beklenmedik her anlamdaki "seyahatlerle" tam kapaklanacakken yere, film ayağa kalktı her seferde) çok başarılı bir film. hatta başarılı bir "türk filmi". *

    filmi az önce bodrum'da seyrettim.

    bu filmin hafızası var. unutmuyor. geveze bir film de değil; susması gereken yerde susuyor. (lakin diyaloglar yeniden yazılabilirmiş.)

    kasmamış elçin. kendini mesaja felan da boğmamış.

    cansel akıllı çocuk; bir hikaye "seçmiş", onu da "ilk filmin tuzakları"na düşmeden, basit ve gerçekçi çekmiş.. meltem inan'ın da kalemine sağlık diyelim bu arada..

    görüntü kalitesini (özellikle hint safsataları bölümlerinde) daha yukarıda tutabilse, film çok daha "iyi" yerlere gelirdi.

    şimdi de fena yerde durmamakta film. ama çok üzgünüm, sinefilleri ve sinema sanatına "saygı" duyanları cezbedecek bu film; "hollywood tecavüz mağdurları"nı bayacak, sıkacak, öldürecektir hatta. işte bu da filmin başarısı zaten.

    .......

    vee başrolde istisnai bir ufaklık: ezgi!

    ezgi asaroğlu; tanrı'nın türk sinemasına son armağanı!

    büyük oynamış ezgi. aslında "oynamamış" * ; bu yüzden de başarılı. çok şirin, imkanlı bir yüzü, akıllı bir oyunculuğu ve herşeyi yerle bir eden inanılmaz gözleri var. bu kız daha çok işler yapacak, ondan çok umutluyuz, kendine iyi baksın.

    ve, türkçe konuşan salma hayek/ zara karışımı şaşırtıcı fiziği, kara gözleri ve içimizi ısıtan oyunculuğuyla melza burcu ince; o da bir armağan gibi girdi hayatımıza... yüreğimize işletti hikayesini.

    daha, hikaye ve karakterlerin hikayedeki yerleri / yorumlanması hakkında yazacağım.. ama uykum geldi, özür dilerim.

    ...
  • baş roldeki kızın` : ezgi asaroğlu imiş` donuk bakışlarıyla dakikalarca susması, susması, hint kültürüyle aklını bozmuş olan kızınsa yapaylığı, cansel elçin ve binnur kaya'nın çok az sahnede yer almaları, hikayenin hiç bir vurucu noktasının olmaması, vuruculuğu geçtim ortada sağlam bir hikayenin bulunmayışı, bütün salonu uyuklatmaya yetti.` : bitse de gitsek ` sinema eleştirisi yapacak kadar bir bilgim yok benim, ama bunun pek de güzel bir film olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. tek sevilesi yanı müziği. yaratıcısı için:

    (bkz: kupka)
  • cansel elçin'in olduramadığı filmi.

    --- spoiler ---

    filmde her şeyden önce dikkatimi çeken ve yok artık dediğim bir sahne vardı; öncelikle filmin bilgi üniversitesi santralde çekildiğini söylemek lazım. ve kahramanlarımız okulda son senelerindeler. şimdi istanbul'da yaşayan ve eskeza yolu bilgi'ye düşmüş bir insan, kampüsünün yarım saat içinde karış karış gezilebileceğini ve eskaza " ahh burayı görmemişim, tüh tüh" diyebileceği bir yer olmasının imkansız olduğunu bilir. gelelim filme, deniz* artık arınmış bir şekilde yurduna geri dönmüştür ve film çekeceği yeri bulup büyük bir heyecanla arkadaşlarına gösterir. herkes "aaaaa, süper! biz bu yeri neden daha önce görmedik" nidalarıyla karşıladılar kızı. o kadar şaşırdılar ki! eh tabi haliyle izleyenlerin de büyük kısmı çok şaşırdı çünkü orası bilgi üniversitesi içinde, onların 4 sene okudukları fakültenin yanında bulunan tahmin ediyorum enerji müzesi olan kısımdı. sen git orada 4 sene oku, ama enerji müzesini görme! hey maşallah.. kampüsü görmemiş yurdum insanı yicek o sahneyi ama bilenler?? cansel bey'e buradan otur sıfır diyorum.
    filmin ilk yarısında, karakterleri ve hikayeyi özetlemek için o kadar kasılmış ki, filmin ilk 15 dakikasında izleyiciyi filmin içine çekebilecekken, bu süre ilk yarının bitimine denk geldi ve filmden kopardı insanları.
    oyunculuklar kötüydü, doğallık yakalanmaya çalışılmış ama bir tek hintli kız şiva'nın oyunu diğerlerine nazaran daha iyi bir yerde duruyordu. diğerleri sadece ezberlerini iyi yapmıştı. böyle okul zamanı ilk kısa filmlerde arkadaşlarını oynatırsın, repliklerini söylersin onlar da oyuncu edasıyla o repliği söyleyecem derken iyice batırırlar ya işte öyle bir şey.
    filmde climax yoktu. bekledik bekledik bekledik... ıhh ıhh hiç bir yerde ne heyecanlandırdı, ne olayların çözümleneceğini hissettiniz, ne içine aldı vs.. hep 3 karakter arasında dolandı durdu. deniz'in alplere gitmesi bile işe yaramadı bu bağlamda.
    bir ilginç şey de, deniz ve eski sevgilisinin alplerdeki "sözüm ona" sevişme sahnesi. filmin yorumlarını okurken, cansel elçin'in bu sahnenin çekiminde çok sinirli olduğunu, çok zorlandığını okumuştum. sebebi de başrol oyuncusu ezgi asaroğlu'nun gerçek hayatta sevgilisi olması ve rol icabı da olsa kendi yönettiği filmde sevgilisini seviştirmenin verdiği dayanılmaz ağırlıktı. neyse sahne başladı, bitti. benden gelen tepki aynen şöyleydi; "eee, sevişmediler". sevişmeyi geçtim, öpüşmediler bile. sadece yüzleri yüzlerinde gezindi o kadar. dudakları bile birbirine değmedi. eğer cansel elçin'in ayılıp bayıldığı sahne buysa pes diyorum. ileride bu hanımkızımız büyük büyük filmlerde abileri ablaları gibi sevişme sahnlerine imza atacaksa kesin ayrılırlar. hatta ilk öpüşme sahnesinde bile vuku bulabilir bu ayrılık. şöyle bir sahne daha vardı ki beni benden aldı. sınıfta deniz ve arkadaşını görürürz. öğretmen yoklama yapmaktadır teker teker ve buradan olayı dersin uzayacağına bağlarlar. yağmur da yağmaktadır. aralarında geçen diyalogda, hoca yüzünden gene geçe kalacaklarını, dolmuşu kaçıracaklarını ve bu yağmurda eve dönemeyeceklerini belirtirler. sonra kapıda hintli kız şiva'yla ilk samimi diyaloglarını yaşarlar, kız onları okulun hemen arkasındaki evine davet eder. evde, şiva'nın hasta olduğuna dair ilk ipucunu gösterir yönetmen. iyi de o gereksiz sınıf sahnesi niyeydi? yağmur yağarken okul kapısı önünde bekleşseler sadece ve sonra şiva'nın evine gitseler biz kalkıp nedenini mi sorgulayacaktık. "ahh bizim izleyicimize bunların o eve neden gittiklerini ilkokul çocuğuna açıklar gibi fake bir sahneyle anlatmamız lazım" diye düşündüler herhalde. olmamış...

    --- spoiler ---

    neyse çok uzadı ama çok doluyum bu filme karşı çünkü nuri bilge ceylan ve zeki demirkubuz gibi yönetmenlerin türk sinemasına kazandırdıkları talep görmez de çağan ırmak gibi bir cansel elçin patlaması yaşanırsa oturur ağlarım.
hesabın var mı? giriş yap