• atilla atalay 'ın otuz uzun öyküden oluşan son kitabı.

    (bkz: kalbin böceğinin ölmesi)
  • atilla atalay'ın, daha önceki kitaplarında yazdığı öyküleri topladığı kitap. 1-2 tane daha önce yayımlanmamış öykü var içinde. yeni öyküler için bir 3 sene daha bekleyeceğiz sanırım.
  • eski öykülerden derlenen, belki de bi iki tane yeni vardır ama ben ayıramadım, yeni atilla atalay kitabı. hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur... ama böyle kafama kafama vurmaksa istediği, hakkını teslim etmeliyim, başardı zira.

    bir kaç kitabına sahip değildim, internette okuduğum ama ulaşamadığım kimi kitaplarından da öyküler içerdiği için mal bulmuş mağribi kıvamına geldiğim de doğrudur. ve fakat, mümkündür burayı okuması, bunu yapmaya hakkı yoktu atilla atalay'ın...

    daha önce söz konusu yazarın kitaplarını okuyanlar bilir, ummadık bi yerde bişi göğsünüze tıkanacaktır, bi yerde nalet bi kelime keyfinizi kaçıracaktır, hiç biri değilse bile "o mavi gözlere" üzülüp, o vakte kadarki hayatınızda böylesi güzel ve acıklı bi şeyi yaşamadığınıza yanacaksınızdır. ben alışkınım aslında o tarza. alıştım yani zamanla... ağzıma ağzıma vuracağını bilsem de, içimde bi şeyler kopup aksa da, bazen burnuma gelen tuzlu sular okuyuşumu engellese de vazgeçmedim okumaktan. mazoşist bi manyak değilim hayır, ama ben zaten yemeği de acılı severim...

    başkalarını bilmem ama, yazarımızla tanışıklığım eskidir. midemde bi yanardağ vardı, çok aşıktım, acı çekiyordum, falan filan.. bilirsiniz 18 yaş bunalımları işte... o vakit de düşünürdüm ama, böyle bir adamın sevgilisi olsa nasıl olurdu acaba? yani varsa da, neydi, ne değildi? bu kadar konsantre manyak bi adamın sevgilisi de eşdeğer olmalıydı yani? laf cambazı, iki söyleyip üç güldüren ve fekat beş düşündüren adamın sevgilisi de benzerdi yani... benzemez miydi?

    ben benzettiydim kafamda. sonra bi mavi gözlü olduğunu öğrendim, ki arada aklıma geldiğinde dua ederim mavi gözlüsüne kavuşsun için, vardı yani öyle biri...

    varmış... ama ıslak kibritler yüzünden yakması gereken, belki de beslemesi gereken ateşi canlı tutamamış. sürekli hayatı gözleyen bi adamın böyle bi, şeyi es geçmesi mümkün mü?
    mümkünmüş işte...

    sonra da bi geliş gidişte bi ebekulağı masasında buluvermiş... bak işte, en çok... en çok burası...

    ağız dolusu küfrederdim, ağzımda kocaman bi yudum kahve olmasaydı. açamadım ağzımı, kahveyle birlikte yuttum küfürleri, ağır geldi ama... o çok tanıdık tuzlu sular burnuma indi yine... o masanın başında kalmış gibi, avcumda tablo asarken şişen parmağımı geçirmesi için sardığım et parçası gibi... kalakaldım.

    öpücük balığı ellibin kez de okusam değişmeyecek etkisi, şehadet ederim bak: yatık sekiz de öyle... çok can yakıyor be dostlar, hiç kimseyi sevmemiş gibi, hem de sevdiklerimizi çok inceden sevmiş gibi... öyle bir ince sızıdır bende, ve dahi pek çok kişide...

    belki bi ziyaretçi hayatı değiştirir, belki bana da "börek" verir... bak bu iyiydi işte, sıralaması açısından. tam da o anda, bütün setler yıkılmış gürül gürül gelirken, sağlam bi duvar oldu, mukavemet açısından...

    seslerim var sonra, uykum da var... ama en çok ağlama dolabı var... ki muhtemelen hepimizin farkında olmadan edindiği bi ağlama dolabı vardır. ama fena, çok fena...

    sonra ışıklı penceresi var o adamın. aynı adla bi başka kitapta da vardı öykü, çok gülmüştüm. "bütün bütün çeki taşı kıvamında yazacak değil ya bu manyak?!" dediğimi hatırlıyorum. ama o pencere...

    ..................................

    evliyim. biliyorum, son derece alakasız durdu burda ama, eklemem gerek sanırım... eşimin bazı işleri tek başına yapabilmesi, zaman içinde ben olmasam da hayatını bensiz de idare edebileceğini bilmek içimi rahatlatıyor. bu biraz da öğretmen kanımdan geliyordur, bilemiyorum. ilk söyleyişimde gülümseyerek geçiştirse de, ikinciden sonra(sadece üç kez böyle bi cümle edebildim), ciddi bi fırçalamaya kadar vardı, yokluğumu düşünmemekle ilgili... tam da bunların üstüne o ışıklı pencere:

    "bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
    bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden

    ...

    bir yüzük yaptım sana, bir yüzük ki,
    yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden."

    metin altıok/ ormanların gümbürtüsünden
  • atilla atalay'ın mizahını severim hatta abartıp alışveriş listesi yazsın okurum. tüm kitaplarını defalarca okudum. ama en çok ta o deli yazıların sonunda olan 3 - 4 tane ciğer delen hikayelerini severim. hayat üstüme bastığında tüm kitaplarını toplayıp o sondaki esas öyküleri okurum tek tek. o kitap sonu öyküleri ile hüzünlenir, terk edilir, severim, ömrüüüüüümm diye naralanır, ağlama dolaplarında kaybolmaya çalışırdım.

    bu kitaptaki öykülerin biri hariç hepsi o eski kitap sonu öyküleri. artık ciğeri delmek istediğimde tek kitapla kendimi perişan edebileceğim.

    belki araya birkaç yeni öykü sıkıştırmıştır diye bir heves okudum bitirdim. şimdi "hiç işte öyle duruyorum"

    arap gene yaz olm bu kesmedi...
  • arka kapağındaki yazı bile gönlümü fethetmeye yetti bu kitabın. daha öncekiler gibi bitirince niye hemen bitti diye üzüntü duyacağım aşikar.

    arka kapak:

    bi keresinde oğuz abi söylediydi, "herşeyi yazıp çizdikten sonra bir çeki taşı kalır insanın içinde", dediydi.

    "çeki taşı" nedir bilmiyorum.

    ama tüm o komikliklerden sonra, insanın içine oturan, ağır ve kıpırdatılmaz acıklı bişeylerin kaldığı doğrudur. yazarsın, çizersin, bunlar hakkaten birilerini güldürür ama oğuz abi'nin söylediği gibi: "senin içinde, bütün güldürücü, sevindirici coşkulu bileşenleri aldıktan sonra, ağır, yerinden oynatılmaz, gözyaşı dahil bilinen herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenemez bir tortu kalıp birikir. geriye irisinden bi taş, "çeki taşı" kalır.

    ben işte o "ciddi ve hisli" yazıları yazmaya kalkıştığımda, çeki taşından kırabildiğim parçalarla harfler yaptım kendimce.
  • atilla atalay'ın eski kitaplarındaki hisli öykülerden derlediği kitabı. atilla atalay'ın tüm kitaplarını okumuş bünyeleri pek kesmese de bütün o hüzünlü öyküleri bir arada bulmak isteyenler için on numara bir kitaptır. sanırım kitapla aynı adı taşıyan kalbin böcüü hikayesi yeni bir hikaye. ve yine çok güzel.

    --- spoiler ---
    "çünkü çoğumuz bazen sadece "duruyorduk" hakkaten lan. yani öyle "hayata karşı" falan da değil"
    --- spoiler ---
  • öpücük balığı, kırılan, hayaller kahyası, fabriga ... otuzuncu yazı yılı onuruna kitapla aynı adı taşıyan sunuş öyküsü hariç otuz damar öykü barıdıran hırpalayıcı atilla atalay kitabı.
  • iletişim yayınlarından çıkan 271 sayfalık atilla atalay şaheseri. daha önce yayınlanmış ağır öykülerinin çoğunu tek dozda almanıza imkan veren güzide eser. başucumuzda durur...
  • 2010da kendime aldığım hediyem.
    o kadar güzel düşünülmüş ki, atilla atalay öyle bi yerdedir ki benim için, kitaplarını döner dolaşır tekrar elime alırdım, şimdi ordaki tüm güzel yazıların bir arada olması acayip bişey gerçekten.

    yatak odasında başucumda duruyor hala, tam başucu kitabı, tek sayfa okumadım, kişi başına bir yalnızı bitirdim, çünkü ben atilla atalayın hiç bir kitabını devamı yoksa bitirmem, boşluğa düşerim çünkü.. şimdiyse bunu dönüp dönüp okuyabilirim, ama arayı uzatıp heyecan yapıyorum kendi kendime başka kitaplar sokuyorum araya.

    her sabah da gözümün ucuyla bakıp otobüste okumayı geçiriyorum aklımdan, kıyamam, öyle yol kitabı yapamam, az zamanı var ha okudum ha okuyacagım...
  • radikal cumartesi ekinde eray aytimur 'un çok hoş bir yazı kaleme aldığı kitap.

    kurbağa demiş ya, “dünyayı sel alsa umrumda değil”, benimki de biraz o hesap... umursuzluk ve umarsızlık değil de 'kalbin böcüü'nü diriltebilmek için gereksinim duyulan bir rehabilitasyon süreci diyebiliriz. ne de olsa 'kalbin böcüü' mühim mefhum.
    kurbağa demiş ya, “dünyayı sel alsa umrumda değil”, benimki de biraz o hesap... umursuzluk ve umarsızlık değil de ‘kalbin böcüü’nü diriltebilmek için gereksinim duyulan bir rehabilitasyon süreci diyebiliriz. ne de olsa ‘kalbin böcüü’ mühim mefhum.
    her kim ki hayattan bıkmış, olup bitenle baş edemeyip vazgeçermiş, çukurova yöresinde ona ‘senin kalbinin böceği ölmüş’ derlermiş. her şey zamanını beklediğinden olsa gerek, doğma büyüme çukurovalı olduğum halde bu deyimi öğrenmem bugünlere kaldı. ve daha pek çok şey gibi bunu da atilla atalay’dan öğrendim.
    atalay’ı okumaya başladığımda o mizah yazarıydı, bense iki basamaklı yaşlarıma henüz girmiştim. sıdıka, anasının terliği, şetaret hala, eşşoğlueşkenar, majesteleri eray, bittabi sebastian ve hatta ohrek tümsencik hep o günlerimin kahramanlarıydı. zaman bazı bazı durduğu yere mıhlansa da çoğu zaman su gibi akıp geçti ve günümüzü buldu. ona rağmen ben hâlâ iki basamaklı yaşlarımdayım ama atilla atalay’ın yazdıkları çoktandır insanın kalbine kirpi değmesi etkisi yaratıyor.
    nitekim rahmetli oğuz aral da kendisine demiş ki: “senin içinde, bütün güldürücü, sevindirici coşkulu bileşenleri aldıktan sonra, ağır, yerinden oynatılamaz, gözyaşı dahil bilinen herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenemez bir tortu kalıp birikir. geriye irisinden bir taş, ‘çeki taşı’ kalır.”işte tam da huysuz ihtiyar’ın dediği gibi. atilla atalay’ın iletişim yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘kalbin böcüü’ sanki bir çeki taşları yığını ya da bir çeki kayalığı. nitekim kendisi de çeki taşından kırabildiği parçalardan yaptığı harflerle yazdığını söylüyor bu kitabı.
    30 küsur kısa öykü var. bunlar arasındaki tek yeni, ‘kalbin böcüü’. hatta diğerlerinin hepsini neredeyse kelime kelime hatırladığımı fark ettim. hiç sorun olmadı. her okuyuşta dipten yeni çeki taşları çıkaracağımı bilerek okudum. yeni bir atilla atalay kitabı çıkıncaya dek de dönüp dönüp okurum nasılsa. bence siz de okuyun, okuyun ki kalbinizin böcüsü canlansın, zaten canlıysa kanlansın. okuyun ki kalbinin böcüsü neredeyse doğarken ölmüş küntlerden biri olmayın, bırakın onlar hastalıklarıyla yaşamayı matah bir şey sansın, sizler aman diyeyim kalbinizin böcüsüne mukayyet olun böyle böyle şeyler okuyup!
hesabın var mı? giriş yap