• judith butler'ın metis yayınları'ndan çıkan kitabının adı. orijinal adı precarious life: the powers of mourning and violence'dır. kitabın arka kapağından aktarıyorum:
    "1990'lardan bu yana feminist kuramın önde gelen isimlerinden biri olan butler, abd'ye yapılan 11 eylül saldırısının ardından gelen yas ve şiddetin kamusal alandaki kısıtlayıcı etkilerini değerlendiriyor. abd hükümetinin hukuk dışı uygulamalarını michel foucault ve giorgio agamben'in 'egemenlik', 'iktidar' ve 'yönetimsellik' kavramları ışığında tartışan yazar, uluslararası yasaları ve yurttaşlık haklarını çiğneyen bir iktidarın getireceklerine dair uyarılarda bulunuyor. kimi yaşamların yaşam sayılmadığı, kimi insanların insan sayılmadığı, hatta kimi ölümlerin yası tutulamaz sayıldığı bir dünyada abd'nin 'teröre karşı kalıcı savaş'ına karşı çıkıyor ve emmanuel levinas'ın insancıl 'öteki' anlayışını hatırlatarak, eleştiri düşmanlığı ve misilleme yerine dayanışma ve küresel adalet çağrısı yapıyor".
  • --- spoiler ---
    ... buradan başlamamızın sebebi evrensel olarak paylaşılan bir insanlık durumunun mevcut olması değil – elbette henüz böyle bir şey yok. yakın zamandaki küresel şiddetin ışığında beni meşgul eden sorular şunlar: kim insan sayılır? kimin yaşamı yaşam sayılır? son olarak da, bir yaşamı yası tutulabilir kılan nedir? tarihlerimiz ve bulunduğumuz yerler arasındaki farklara rağmen, birisini yitirmenin ne demek olduğuna dair bir fikri olanlarımızı kapsayacak bir "biz"den bahsetmek sanırım mümkün. kayıp bizleri gevşek bir "biz"de birleştirdi. eğer kaybettiysek, demek ki sahiptik, arzulamış ve sevmiştik, arzumuzun koşullarını bulmak için mücadele etmiştik.
    yas tutmanın ne noktada başarılı olduğunu ya da kişinin bir başka insanın ne noktada tümüyle yasını tutmuş sayılabileceğini bilip bilmediğimden emin değilim...
    ... ama birinin yerini bir başkasının tam anlamıyla doldurması ulaşmak isteyeceğimiz bir şeymişcesine, yasın başarısının bir kişiyi unutmaya ya da o kişinin yerini başka bir şeyin almasına bağlı olduğunu düşünmüyorum.
    belki de insan daha ziyade yaşadığı kayıp nedeniyle –muhtemelen sonsuza dek– değişeceğini kabul ettiğinde yas tutar. belki de yas, sonucu tümüyle önceden kestirilemeyecek bir dönüşüm geçirmeye razı olmakla (belki de dönüşüm geçirmeye boyun eğmekle demeli) alakalı bir şey. kaybetmek var, onu biliyoruz, ama bir kaybın dönüştürücü etkisi var ve bu etki haritası çıkarılabilir ya da planlanabilir bir şey değil. bu etkiyi seçmeye çalışabiliriz, ama belki de dönümüş deneyimi seçimi bir düzeyde olanaksız kılar. örneğin kayıp karşısında protestan ahlakına başvurulabileceğini düşünmüyorum. insan, "ha tamam, kaybı böyle yaşayacağım, sonucu da şöyle olacak, göreve koyulacağım ve önümdeki hedefe, yani acımı dindirme hedefine ulaşmaya gayret edeceğim," diyemez. bence acı dalga dalga çarpar, insan güne bir hedefle, bir projeyle, bir planla çıkar ve bir bakar bozguna uğramış. bir bakar yığılıvermiş. bitkin düşer ama neden bilmez. bir şey insanın kendi etraflıca düşünülmüş planlarından, kendi projesinden, kendi bildiğinden ve seçtiğinden daha kuvvetlidir.
    bir şey sizi ele geçirir: nereden gelir o şey? ne anlamı vardır? böyle zamanlarda bizi kendi efendimiz olmaktan alıkoyacak denli üzerimizde hak iddia edeb şey nedir? neye bağlıyız? bizi gasp eden şey nedir? freud bize birisini kaybettiğimizde o kişideki neyin yitirildiğini her zaman bilmediğimizi hatırlattı. öyleyse insan kaybettiğinde esrarengiz bir şeyle de karşı karşıya kalır: kayıpta bir şeyler saklanmaktadır, kaybın kuytularında kaybolan bir şey vardır. yas neyi kaybettiğini bilmeyi gerektiriyorsa, demek ki esrarengiz boyutu sayesinde, tam akıl erdiremediğimiz bir şeyi yitirmenin kışkırttığı bilmeme deneyimi sayesinde sürdürülmektedir.
    kimi insanları kaybettiğimizde veya bir mekandan ya da cemaatten yoksun kaldığımızda basitçe katlandığımız şeyin geçici olduğunu, yasın biteceğini ve önceki düzenin bir şekilde yeniden kurulacağını düşünebiliriz. ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. burada bağımsızca varolan bir "ben" varmış da sonra basitçe oradaki "sen"i kaybetmiş değildir, özellikle de "sana" olan bağlılığım beni "ben" yapanın bir parçasıysa. bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririm. sensiz ben kimim? bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. bir düzeyde "sen"i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde "ben"im de kaybolduğumu keşfederim. bir başka düzeyde, belki de "sende" kaybettiğim, hakkında hali hazırda kelime dağarcığım olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir.
    ...
    ...
    bu gerçekle yüzleşelim artık. birbirimiz tarafından çözülürüz. ve eğer çözülmüyorsak bir şeyler eksik demektir.
    ... insan bütünlüğünü her zaman koruyamaz. korumak isteyebilir ya da korumayı bir süreliğine başarabilir, ama...

    j. butler "kırılgan hayat" (s. 35-39)

    --- spoiler ---
  • kitabin bir bolumunde lawrence summers'in israil devletini elestirmeyi antisemitizm saymasina oyle bir giydirir ki butler, summers olsam 3 gun sokaga cikamam.

    butuncul baktigimizda da hayattaki en onemli sorulardan birkacina cevap aramis butler, "what makes a grievable life?" gibi.
  • judith butler'ın 5 bölümden oluşan kitabı. ilk bölümünden aldığım notları sizinle paylaşayım.

    "açıklama ve temize çıkarma"

    eleştirel görüşleri dile getirenleri vatan hainliğiyle, terörist sempatizanlığıyla, antisemitizmle, ahlaki görecilikle, postmodernizmle, çocuksu davranışla, işbirlikçilikle, anakronistik solculukla suçlamak yalnızca savunulan görüşlerin güvenirliğini değil, o görüşleri savunan kişilerin güvenilirliğini de yok etmeye çalışmaktır. böyle bir tavır, belli bir görüşü dile getirmenin, berbat bir yaftanın yapıştırılması sonucu rezil edilmeyi göze almak olduğu bir korku iklimi üretir.
    önsöz s. 16.

    kendimizi yalnızca birinci şahıs olarak değil, diyelim üçüncü şahıs olarak da anlatabilme, ya da ikinci şahısta aktarılan bir değerlendirmeyi dinleyebilme yeteneğimiz küresel iktidarın aldığı biçimler konusundaki kavrayışımızı genişletmeye yarayabilir. oysa biz birinci dünyacılığın önemli sonuçlar doğuracak şekilde merkezden çekilmesine açık olmaktansa, sanki olanları açıklamak bizi mağdur edene sempati duyarak onunla özdeşleşmemize neden olacakmış gibi, sanki olanları anlamak onları haklı çıkaran bir çerçeve inşa etmeyi gerektirecekmiş gibi tüm açıklama çabalarını reddediyoruz. bir bakış açısını anlamaktan korkmamızın altında daha derin bir korku yatıyor; o bakış açısına kapılacağımız, onun bulaşıcı olduğunu fark edeceğimiz, düşman saydığımızın düşüncesinden ahlaki açıdan zararlı bir hastalık kapacağımız korkusu. peki ama neden böyle zannediyoruz? bush'a bakılırsa, terör kaynaklarının kökünü kazımak için savaşa girdiğimizi iddia ediyoruz, ama abd'ye saldırılardan sorumlu olan bireyleri bulmanın işin köküne inmek olduğunu mu düşünüyoruz? büyük bir müslüman nüfusu barındıran bir egemen ülkeyi istila etmenin, pakistan'da etkin bir şekilde ve şiddete başvurarak ifade özgürlüğünü bastıran askeri rejimi desteklemenin, yaşamları, köyleri, evleri ve hastaneleri yok etmenin çok daha sert ve yaygın olarak amerikan karşıtı hissiyatı ve siyasi örgütlemeyi besleyeceğini tasavvur edemiyor musunuz? stratejik açıdan bakınca, bu şiddeti ıslah etmek bizim çıkarımıza değil mi? etik açıdan bakınca, şiddetin yayılmasını durdurmak, kışkırtılmasındaki rolümüzü dikkate almak, kültürel ve dini çeşitliliğe sahip başka bir ülkeyi bir küresel siyasi kültür anlayışını geliştirip beslemek zorunda değil miyiz?
    amerika birleşik devletleri'nin karşı karşıya olduğu sorunun bir parçası da liberallerin sessizce savaşın arkasında durarak abd devlet şiddetini terörist damgası yemekten kurtaran gerekçeyi kısmen sağlamış olmaları.
    s. 25.

    mevcut durumun nasıl meydana geldiği üzerine radikal bir biçimde düşünmenin şiddet eylemlerinde bulunanları aklamak olduğuna inanırsak, şüpheli bir ahlak anlayışı adına düşünceyi dondurmuş oluruz. fakat düşünceyi böylece felce uğratırsak, bir başka yönden ahlaka aykırı davranmış oluruz. böylece, şimdiki intikam döngüsünün ötesine geçecek başka bir geleceği hayal etmek ve uygulamaya geçirmek için ihtiyacımız olan eleştirel ve tarihsel kaynaklardan kendimizi mahrum bırakırız.
    s. 27.

    abd emperyalizminin amerika birleşik devletleri'ne düzenlenen saldırılar için zorunlu bir koşul olduğunu, saldırıların onlara sahne olan emperyalizm ufku olmaksızın imkansız olduklarını söyleyebiliriz, söylemeliyiz de.
    savaşın sürmekte olduğu ve aşırıcı ağların örgütlendiği bölgelerin çoğunda, resmi eğitim görmemiş işşiz genç erkeklerin suç işlemek ya da paramiliter bir gruba katılmaktan başka şansı yoktur. -mary kaldor, the nation, 5 kasım 2001, s.16.
    küresel boyutlarda yas tutma yeteneğimize ket vuran yoksa tam da müslümanların ve arapların yaşamlarını yaşam addedemememiz mi?
    s. 28.

    israillilerin ve filistinlilerin ölümleri neden eşit derecede korkunç sayılmıyor? filistinlilerin ölümlerini "kıyım" olarak algılamanın reddedilmesi, sürmekte olan şiddetin meşru bir şekilde kabul görüp çözüme kavuşturulmasını isteyen arapları acaba ne denli öfkelendiriyor? prensin ne demek istediğini ve neticede söylediği şeyi, yani amerika birleşik devletleri'nin kendi siyasi yatırımları ve pratiklerinin öfke ve şiddetle dolup taşan bir dünyanın yaratılmasına nasıl bir katkıda bulunmuş olabileceği üzerine kafa yorması gerektiğini anlamak için insanın maruz kalınan baskıları tek tek sayıp karşılaştırmak gibi iç karartıcı bir işe soyunması gerekmiyor. bu görüş 11 eylül'de gerçekleşen şiddet eylemlerinin abd'nin "suçu" olduğunu ima etmediği gibi, bunları yapanları temize de çıkarmıyor.
    s. 30.

    peki, abd emperyalizmini bin ladin'in ya da onun görünürdeki ağının eylemlerinden tümüyle sorumlu tutmaksızın bin ladin'i, roy'un deyişiyle abd emperyalizminin kaburga kemiğinden "doğmuş" olarak (olası çeşitli tarihsel kaynaklardan doğmuş olabileceğini, bunlar arasında abd emperyalizminin önemli bir yer teşkil ettiğini teslim ederek) anlamanın bir yolu var mı? bu soruyu cevaplamak için bireysel sorumlulukla kolektif sorumluluk arasında geçici bir ayrım yapmamız gerekiyor. ama bu durumda bireysel sorumluluğu kolektif koşullarının ışığında konumlandırmalıyız. şiddet eylemlerinde bulunanlar elbette bu eylemlerden sorumludurlar; gayri şahsi bir toplumsal kuvvetin oyununa gelmiş kişiler öyle ya da böyle bir kuvvetin mekanizmaları değil, sorumluluk taşıyan faillerdir. bununla beraber bu bireyler şekillendirilmiştir, dolayısıyla eylemlerini tümüyle kendilerinden kaynaklanan iradi eylemlere ya da bireysel patoloji veya "şer" semptomlarına indirgemek hata olur.

    ötekilerin şiddetine maruz kaldığımızda, bir şekilde, paradoksal olarak, sorumluluğumuz artar. başkalarının şiddet eylemlerine maruz kaldığımız anlarda kendi yolumuzu çizme yetimize tümüyle sekte vurulmuş gibidir. ancak o şiddeti yaşadığımız zaman şiddet yoluyla yaralanmaya nasıl tepki vereceğimizi etik açıdan sormak zorunda kalırız. tarihi şiddet vardiyasında nasıl bir rol oynayacağız, tepkimiz bizi kime dönüştürecek ve verdiğimiz tepkiyle şiddeti sürdürecek miyiz yoksa engelleyecek miyiz?
    s. 32.

    amerika birleşik devletleri çocukça bir inatla askeri bir çözümün peşine düşerek kendi şiddetini dayatıyor ve sergiliyor. böylece genç müslümanların yeni dalgalar halinde terörist örgütlere katılması için elverişli koşullar yaratılıyor. bu hem stratejik hem de ahlaki açıdan düşüncesizliktir. abd, bölgede yaşayanların çoğunun gözünde nefret edilen düşman imgesine sahip olduğunu görmezden geldi ve maruz kaldığı şiddete, birinci dünya'nın dışındaki yaşamlara hiçbir saygısı olmayan militarist bir güç olma ününü pekiştirerek tepki verdi.
    s. 33.

    sadece ulus olarak değil, eşitliğe ve şiddetsiz işbirliğine bağlılığa dayanan bir uluslararası cemaatin parçası olarak kolektif sorumluluğumuz, bu koşulların nasıl meydana geldiğini sormamızı ve bizi daha iyi ayakta tutacak temellere dayanan toplumsal ve siyasi koşulları yeni baştan yaratma cesaretini göstermemizi gerektiriyor. bunun bir anlamı da bizi üstünlüğümüzün merkezinden çekip alan, gerek solcu gerek sağcı biçimlerdeki anlatılara açık olmaktır. bu olaylara yol açan bazı öncüller olduğuna, bu öncülleri bilmemizin ve onlardan ders almamızın son derece önemli olduğuna kulak vermemiz, bu öncüllerin şu anı etkilemesini engellemeye çalışmamıza ve yakın geçmişteki şiddet olaylarını "haklı" çıkartmadıkları konusunda ısrar etmemize engel olmak zorunda mı? olayların bu tarih olmaksızın anlaşılamaması, tarihsel kavrayışın olaylar için bir ahlaki gerekçe temin ettiği anlamına gelmez. ancak böyle bir kavrayışla şiddetin "köküne" inebileceğimiz noktaya varırız ve inkar ederek şiddeti sürdüren bir gelecek vizyonundan farklı bir gelecek vizyonu sunmaya, bizi küresel seçeneklere dair radikal ve yerinde düşünüp eylemekten alıkoyan şeylerin adını koymaya başlayabiliriz.
    s. 33-34.
  • tam adı kırılgan hayat: yasın ve şiddetin gücü olan ve metis tarafından türkçeye kazandırılan judith butler kitabı.

    butler kitapta foucault ve agamben'in yaptığı biyo-politika ile egemenlik tanımlarının bir sentezini yapararak günümüze dair bir bakış geliştirir.
    11 eylül sonrası abd'nin benimsediği yönetim anlayışında yaptığı bu sentezin nasıl gerçekleştiğini anlatır. abd'nin suçları kanıtlanmayan, yalnızca "suçlu olabilir" ihtimali üzerinden insanları guantanomo bölgesine götürerek ve hukukun dışında bırakarak, bireyin çıplak hayata indirgenmesinin(agamben'in biyo-politika tanımıyla) bir yönetimsellik edimi olarak nasıl işlediğini anlatır. yani agambenci anlamda bireyi hukukun dışına itmek(farklı ülkelerin vatandaşı olduğu için, götürüldüğü ülkenin de vatandaşı olmadı için hiçbir hukuki hakkı olmaz) ve süresiz alıkoymak, modern zamanda bir yönetimsellik edimi haline gelmiştir foucaultcu anlamda.

    butler kitapta "kimin yası tutulmaya değer?", "kim insan olarak sayılır?" sorusunu da sorar ve bunun kamusal alanda nasıl gerçekleştiğinin tartışmasını da yapar. üretilen norm ve normallik sınırlarına uyan bedenler için kamusal alanda yas tutulmaya değerken bu sınırların dışında kalan bedenler için ise ne toplum nezdinde ne de devlet nezdinde kamusal alanda yas tutulmaz. bunun izni de verilmez devlet tarafından. hepimizin hayatı kırılgandır, fakat kimliksel sebeplerden ötürü bazılarının hayatları daha da kırılgandır butler’a göre.
    transeksüeller, kadınlar, göçmenler, eşcinseller. farklı bileşenlerin birleştiği kimlikte kırılganlığın boyutu da bu bileşenlere göre değişir.

    ve benim değinmediğim daha pek çok konu üzerine tartışma yürütür.

    "medeniyet terimi ile medeniyet pratiği, insan olanın ne olması gerektiğine dair kültürel açıdan sınırlı bir norm sunarak insan olanı ayrımcı bir biçimde üretmeye yarar."

    şiddet, yas, siyaset başlıklı bölümden çok sevdiğim bir kesit:
    "bir şey sizi ele geçirir: nereden gelir o şey? ne anlamı vardır? böyle anlarda bizi kendi efendimiz olmaktan alıkoyacak denli üzerimizde hak iddia eden şey nedir? neye bağlıyız? bizi gasp eden şey nedir? freud bize birisini kaybettiğimizde o kişideki neyin yitiririldiğini her zaman bilmediğimizi hatırlattı. öyleyse insan kaybettiğinde esrarımız bir şeyle de karşı karşıya kalır: kayıpta bir şeyler saklanmaktadır, kaybın kuytularında kaybolan bir şey vardır. yas neyi kaybettiğini bilmeyi gerektiriyorsa (ki melankolinin ilk baştaki anlamı bir ölçüde bilememekti), demek ki esrarengiz boyutu sayesinde, tam akıl erdiremediğimiz bir şeyi yitirmenin kışkırttığı bilmeme deneyimi sayesinde sürdürülmektedir.
    kimi insanları kaybettiğimizde veya bir mekandan ya da cemaatten yoksun kaldığımızda basitçe katlandığımız şeyin geçici olduğunu, yasın biteceğini ve önceki düzenin bir şekilde yeniden kurulacağını düşünebiliriz. ama belki de, katlandığımız şeye katlandığımızda kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkar, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir şey. burada bağımsızca varolan bir "ben" varmış da sonradan basitçe oradaki "sen"i kaybetmiş değildir, özellikle de "sana" olan bağımlılığım beni "ben" yapanın bir parçasıysa. bu koşullarda seni kaybedersem, kaybımın yasını tutmanın yanı sıra kendime karşı anlaşılmaz oluveririm. sensiz ben kimim? bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. bir düzeyde "sen"i kaybettiğimi düşünürken beklenmedik bir şekilde "ben"im de kaybolduğumu keşfederim. bir başka düzeyde, belki de "sende" kaybettiğim, hakkında hali hazırda kelime dağarcığım olmayan şey, münhasıran ne benden ne de senden oluşan, ama bu terimleri farklılaştıran ve ilişkilendiren bağ olarak kavranması gereken ilişkiselliktir."
    ....
    "çünkü eğer senin tarafından alllak bullak edildiysem, demek ki sen zaten bendensin ve ben sensiz hiçbir yerdeyim. önce tercüme etmeye kalkışıp sonra seni tanıyabilmem için kendi dilimin kırılıp boyun eğmesi gerektiğini görerek "sana" nasıl bir tarzda bağlı olduğumu bulmadan "bizi" bir araya getiremem. sen benim bu yön şaşkınlığı ve kayıp üzerinden kazandığım şeysin. insan tekrar tekrar böyle varlık bulur işte, henüz tanımadığımız şey olarak."
  • 2019'da okuyup kaldırdığım, geçen gün abd'deki bir haberle tekrar aklıma gelen amerikalı postyapısalcı yazar (bkz: judith butler)'a ait kitap. karıştırırken kitaptan çıkardığım notları buldum. beni en çok etkileyen, düşündüren iki cümlesi ile başlıyorum, buyrunuz;

    --- spoiler ---

    “bize hitap edildiği anda varoluruz. hitap başarısız olduğunda varoluşumuz kırılgandır.”

    “yas tutma yetimiz olmadığında, şiddete karşı çıkabilmemiz için gereken, hayata dair o daha keskin anlayışı kaybederiz.”

    i. açıklama ya da temize çıkarma, ya da neyi duyabildiğimiz

    •savaşın sebepleri üzerine düşünmek = mazeret bulmak = korku •«terorist» teriminin anlamının muğlaklaşması ve sömürülmesi •mevcut durumun nasıl bu hale geldiğini düşünmek = şiddet eyleminde bulunanları aklamak = şüpheli bir ahlak anlayışı, düşünceyi durdurmak = başka bir geleceği hayal etmenin ve uygulamanın yolu olan eleştirisel ve tarihsel düşünceleri çarpıtmak

    ii. şiddet, yas, siyaset

    • kim insan sayılır?

    •kimin yaşamı yaşam sayılır?

    •bir yaşam son bulduktan sonra onu yas tutulabilir kılan nelerdir?

    •« tarihlerimiz ve bulunduğumuz yerler farklı olsa da, birisini yitirmenin ne olduğuna dair bir fikri olanlarımızı kapsayacak bir «biz»den bahsedebiliriz.»

    •«freud bize birisini kaybettiğimizde o kişideki neyin yitirildiğini her zaman bilmediğimizi hatırlattı.

    « •«yas bir dönüşüm geçirmeye razı olmakla alakalıdır, kaybın dönüştürücü bir etkisi vardır, bu etki haritası çıkarılabilir ya da planlanabilir bir şey değildir.»

    “belki de insan daha ziyade yaşadığı kayıp nedeniyle –muhtemelen sonsuza dek– değişeceğini kabul ettiğinde yas tutar. belki de yas, sonucu tümüyle önceden kestirilemeyecek bir dönüşüm geçirmeye razı olmakla (belki de dönüşüm geçirmeye boyun eğmekle demeli) alakalı bir şey. kaybetmek var, onu biliyoruz, ama bir kaybın dönüştürücü etkisi var ve bu etki haritası çıkarılabilir ya da planlanabilir bir şey değildir.”

    •ilişkisel bir kendilik •birbirimizi kaybetmek, sen ve ben ; sana olan bağlılığım beni «ben» yapanın parçası •«biz»de kendimizi bulmak; seni kaybederken kendimi buluyorum = yas •« birbirimiz tarafından çözülürüz ve eğer çözülmüyorsak bir şeyler eksik demektir.

    •yas tutmak ve yasın kendisi; acı çekmenin kendisiyle özdeşleşmeye başlayacağımız ağır işleyen bir süreç. yas insana ne olduğunu şaşırtır; «ben kim oldum?» «benden geriye ne kaldı?» «ötekinde kaybettiğim şey nedir?» «ben»i bilinmezlik içinde konumlandırırız.

    •şiddet mağdurunun benzer şiddetten başkalarını koruyabilmesi; insanın ortak yaralanabilirliğinin kavrayışı.

    •yas hiyerarşisi; israil ordusu tarafından öldürülen filistinlilerin ya da sayısız çoluk çocuk afganının isimleri, yüzleri, kişisel tarihleri, aileleri, hobileri… ? kindarlık? «insan» olan?

    •« eğer birisi kaybedilmişse ve kaybedilen kişisi birisi değilse öyleyse kayıp nedir, nerededir ve yas nasıl gerçekleşir?»

    •ölüm ilanları; itibar görme vasfı taşıyan, kayda değer, önem vermeye ve korumaya değer bir yaşam

    •mesele bir ölümün yetersizce belirtilmesi değil, belirtilemez olmasıdır. medya üzerinde yayılan terör uyarılarının ırksal histeriye alan tanıyıp arttırması. korkuyu her yere ve hiçbir yere yönelir. herkes terörün kaynağını hayal etmekte ve tanımlamakta serbest olur.

    •bush yönetimi; kadınların kurtuluşunu afganistan'a karşı askeri eylemlerin gerekçesine dönüştürürek aniden feminenleşir. ( feminizmin mecaz olarak kullanılması ve terimin sömürülmesi ) ; esmer kadınları, esmer adamlardan kurtarmaya çalışan beyaz adamlar gösterisi

    iii. süresiz alıkoyma

    guantanamo körfezi'nde alıkonan tutsaklar •hukukun güvenlik uğruna askıya alınması; resmi yetkililerin kimin davasının görülüp kimin alıkonacağına karar vermesi; bir insanın süresiz olarak alıkonmasında son sözü söylemesi.

    •«devlet kimi tutsakların süresizce alıkonacağını ileri sürdüğünde kendisine süresizce uzatılmış bir güç, kimin tehlikeli olduğuna ve dolayısıyla temel hukuki haklardan mahrum bırakılacağına dair yargıda bulunma gücü tahsis etmiş oluyor.»

    •«hukuksuz ama tümüyle etkin bir iktidar.»

    •«süresiz alıkoyma hukuksuz iktidarı sınırsızca genişletiyor.» •« x-ray – delta kampındaki tutsaklar, savunma bakanlığınca ya da mevcut abd idaresinin temsilcilerince «tutsak» değil, «gözaltındaki kimseler» olarak tanımlanıyor.»

    •«gelecek hukuksuz bir geleceğe, egemenin takdirine kalan kararlara teslim edilmiş bir geleceğe dönüşüyor.»

    •« süresiz alıkoyma, gayri meşru bir iktidar kullanımı, güvenlik adına hukukun üstünlüğünü nötrleştirmek, istisnai bir durum değil, istisnanın nötrleşmiş norm olara tahsisi.

    •«devlet iktidarının yasaüstü kullanımının sınırsızca gerekçelendirilmesi için bir fırsat ve araç haline gelir.»

    •«kalıcılık ihtimali bulunan bir özellik olarak abd'deki siyasi yaşama yerleşir.»

    •« süresiz ve suçlamasız alıkoymalara yasal emsaller göstermek.»

    •« tutsaklar, diğer insanlar gibi değillerdir; hukuk tarafından cezalandırılabilir değillerdir, gemlenmezlerse yeniden öldürmeye başlarlar, bu varlıkların doğal eğilimleri öldürmek. «bu bizim hakkımız, düşman savaşçıları savaş sürdükçe alıkoyabileceğimize kimsenin itiraz ettiğini sanmıyorum. ve savaş sürüyor, şimdilik görünürde savaşın sonu yok.»

    •«terörizm» ve «savaş» terimlerinin kayganlığı

    •"cenevre sözleşmesine göre savaş tutsağı sayılmayacakları, çünkü hiçbirinin «olağan ordulara» mensup olmadıkları« •«söz edimi» ; tutsakların herhangi bir suçla itham edilmesi «itham etmek» «ateş eden insanlar oldukları bulundu. «bulgu» muğlaklık

    cenevre sözleşmesi; •kimi tutsakların sözleşme yasaları tarafından korunamayabileceğini varsayıyor;

    •tanınabilir devlerler arasında gerçekleşen savaşların tutsaklarına açıkça ayrıcalık sağlayarak devletsizleri korumasız bırakır ve tanınmayan devlet oluşumlarının mensuplarını sağladığı haklardan yoksun bırakır.

    “eğer insan olan herkesin bizim gibi savaştığını ve onları tanınabilir derecede insan kılanın kısmen bu olduğunu, ya da bizim uyguladığımız şiddetin tanınabilir derecede insan olan alemine tekabül ettiğini, ama başkalarının uyguladığı şiddetin insan faaliyeti olarak tanınamayacağını varsayıyorsak insan olmanın ne anlama geldiğini kavramak için kısıtlı ve kısıtlayıcı bir kültürel çerçeve kullanıyoruz demektir.»

    •"egemenliğin amacını, bu ortak ve genel yararı nitelendiren şey, her durumda egemenliğe boyun eğmekten ibarettir. dolayısıyla egemenliğin amacı döngüseldir: yani egemenliğin amacı egemenliğin icrasıdır," yazar foucault.

    •egemenliğin kendine gönderme yapan döngüselliği« ; machiavelli'ye göre prensin başlıca hedefi «prensliğini elinde tutmaktır.» foucault

    •«eğer hukuksuz ve gayri meşru iktidar bu şekilde yayılırsa şiddetli ve kendini güçlendiren bir devlet egemenliğinin dirilişine tanık olacağız. bu diriliş küresel işbirliğine sadakat pahasına olacak; yani insanlara gösterilen muameleyi düzenleyen standartlara kimin layık olacağını belirleyen tanınma haklarının destek görüp radikal olarak yeniden paylaştırılması olanağını kaybedeceğiz. görünen o ki insan olmamıza daha var ve bu ihtimal şimdi hiç olmadığı kadar tehlikede, belki de süresizce önlenmekte.

    iv antisemitizm suçlamasi; yahudiler, israil ve kamusal eleştirinin riskleri

    israil'i eleştirmek = kendini antisemitizm suçlamasına maruz bırakmak

    •«mağdur» konumu: hiçbir siyasi etik mağdur konumunun yahudilerin tekelinde olduğu varsayımıyla yola çıkamaz.

    •«mağdur» çabucak yer değiştirebilecek bir terim.

    v. kirilgan hayat

    •bize hitap edildiği anda varoluruz. •hitap başarısız olduğunda varoluşumuz kırılgandır.

    •levinas ; «yüz mefhumu •yüze cevap vermek, anlamını çıkarmak, bir başka hayatta kırılgan olan şeye, ya da hayatın kendisinin kırılganlığına uyanık olmak

    •ben ve öteki; birbiriyle savaş halinde olan iki kardeş gibi •birbirleriyle savaş halinde olmamak için birbirleriyle savaş halindeler. •kendi ölümüme dair korkuyu ötekiyi yok ederek son verebilirim; fakat yok etmeyi sürdürmem gerekir.

    « medeniyet, akılsallığın kimi versiyonlarına ve bunlardan kaynaklanan iddialara bağlı, kendinden menkül bir batı perspektifinin sloganı.»

    “hatırlıyorum dünyanın yetiştirdiği en kötü insanlarla yüz yüze geleceğimiz bize söylenmişti. bunların 11 eylül planlayıcıları olduğu anlatılıyordu. dünyanın en tehlikeli adamlarıyla karşılaşmaya hazırdım. bu teröristler ülkemde binlerce insanı öldürmüştü. 'geldikleri gün, yani 'dünyanın en tehlikeli' adamları vardığında, hiç de beklediğim gibi olmadı. birçoğu zayıf, aşırı korkmuş ver yaralıydı. bu insanları canavarlar şekilde tahayyül ediyordum' dedi. tutuklular hakkındaki yanlış ve kasıtlı iddialar ortaya çıktıkça, esirlerle konuşmaya ve onlarla iletişime geçmeye başladığını belirten neely, artık esirleri gerçek insanlar gibi görmeye başlamış.”

    “öfke ve algılayamama anlarında, tam da ötekilerin kendilerini bildiğimiz insan cemaatinden çıkardıklarını düşündüğümüz bir anda evrensel bir insan hakları kavrayışını tatbik etmeyi sürdürüp sürdürmeyeceğimiz bizim için bir insanlık sınavıdır.”

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap