625 entry daha
  • ilk aşkım karşısında süt bebesi rolünü oynuyordum. dünyada benden düşüncelisi yok, benden safı ve ahlaklısı da yok! farkıma var! sen kendiliğinden gör, anla; hakkım olanı ver. al sana demesinden de korkuyordum ki içimdeki candan ateşe rağmen arkadaşlığımı, mesafemi ölçülü tutuyor, çevreme duygu ayrıntılarımı yayıp onun karşısında üç maymunu oynuyordum. yanlışlıkla olsun, evet/gel sen, diyememeliydi. sevilme iznim çıkmamıştı -bilmeden koca evlilik kurumu içindeyken. nasıl yanyana yaşanır, oturulur biliyordum; nasıl sevilir, sevgiyle yaşanır bilmiyordum. tek taraflı aşk olmak zorundaydı. beni yakarak içimde sevgiye yer açması gerekiyordu. ana sevgisini tornadan geçirmesi, güncel dişlilere uyarlaması gerekiyordu. çeken ben oldum, çektirdiğim de arkadaşlarım. karın ve gönül çıkartılarımı taşıdılar. dinlediler, sakinleştirdiler, hak verdiler; hem bazıları da yanık dökük iken. bana gaz ve yön vermelerine izin vermedim. o günler, evdeki ilk eşime çektirdiğimin farkında değildim. eşli olduğumu bilmiyordum. belki tıkır tıkır işlediğinden anlamadım. merak edip düzeneğine bakmadım.

    taa birbuçuk yıl sonra burnumu gösterip "çok şaşırdım, çok kızdım, çok üzüldüm." reddedilmesiyle yüzleşmem gerekti. gerçekten de aşkta açılmak, esasen reddedilme cesaretidir. yanlış şeye, yanlış kişiye, cüretli iddiayı önce içeride taşır hale gelmek gerekiyor. hem evli adamın yasak aşkı. insan hiç oralı olmuyor*. bana öyle gelmiyordu ki! anlaşılmak hakkım sanıyordum; ben kendimi yeterince eziyorum, eleştiriyorum, bir de sen üstüme gelme diyesim geliyordu tüm muhataplarıma, hatta gelecekteki sevgililerime.

    ilk evliliğim 2 yıl sürebildi, bana bir başlangıç yaptırdı. ben bilmeden ilk malzemeleri içime koydu. bu evlilik bir yeme ve mide evliliğiydi. hayırla anmalıyım: utandığımdan ilk yıl oburluğumu, iştahımı belli etmedim, önüme konanı hep yemeden artırarak kamufle oldum. o ilk yılın mutlaka bir çok mide güzelliği varmıştır. ikinci yıl ikimiz de benim ne mal olduğumu anladık ve eşim tüm ihtişamıyla mutfağını konuşturmaya başladı. her gün ayrı bir saray yemeği, iki kişiye hazırlanmış ziyafet bolluğunda, her gün el yapımı yeni bir tatlı. gözüm dönüyordu. galiba ilk yılın "gece kapıyı kilitlemek", "akşam perdeyi kapatmak" dirençlerinin arkada kalması da her ikimize oh çektirmişti. acemi öküz çifte alışıyordu. çift dediğim, bildiğin boyunduruk. iş çıkarmak için özgürlüğün kısıtlanması bu hırslı toya gerekliymiş. gene bugünden bakınca görüyorum, o bilmezliğin bir yararı acının ne bağlamda geldiğini bilmeyip, sadece ıh'lamak ve bir "şeye" karşı çıkamamakmış. tam da sarayın salonlarında gezinirken "saraylara girilmemeli, insan onuruna yakışmaz!" diye bağrınmak gibisinden bilmemek. her şeyi o da bilmeden yaşadıysa, -ki kuşkuluyum, eşimin tevekkülü ve gülümsemesi şimdiki gözümde daha değerli.

    her evlilik birer ağıt mı? evlilik sürerse önceki çocukluğa, sürmezse kendine ağıt. aşıklar birlikte yaşayabilir ama kolay kolay evlenemezler. aşk kuralsız ve belirsiz bir ateş. evlilik bir iş, dayanışma veya sömürü projesi. evlilik ve sevgi uyuşuyor, ama evlilik ve aşk iyi ki yasak değil; uyuşması çok zor. yanmaktan, boğulmaktan ölümüne zevk alacaksın ve söndüren, kurutan bir makinada yaşayacaksın. evlilik aşkı öldürmüyor, söndürüyor.

    ben ikinci aşkımla evlendim. o da binbir nazımla, yürümezse anında bitirme sözü alarak (ve o sözü tutmaya zorladım). ilk evliliğimden kalıplarım varmış. onları kullanmışımdır. keşke bunun ikinci evlilik olduğunu biliyor olsaydım. farkında olmadan bildiğim kuruma 'eh, fena değilmiş,' 'denenebilir,' 'korkmaya gerek yok' demelerle yabanice yaklaşmıştım. evliliğin söndürücülüğü ve aşkın yalınkatlığını tehdit eden labirentleri, uzlaşmalar, vazgeçişler, yüzgöz olmalar, olası ihanetler, birbirine zorunlu hissetmeler, hepsi gözümü korkuttu. en azından geri çekilerek aşkımı koruma düşüncesiyle kendimi saha dışına attırdım. buna ilişkin son yerleşik kanaatim oluştu mu, yıllar sonra asıl niteliklerine mi ayacağım, şimdilik bana karanlık.

    yeterli ilişki için biraz dışındalık, biraz mesafe gerekiyor. yeterli görüş için de gerekli bu. şimdi üçüncü evliliğin içindeymişim meğer. kenarında değil içinde olduğum için bağırabileceğimi, kendimi bol bol ifade edeceğimi, sav ve savunmalarım olabileceğini biliyorum. tama yakın inceleyemeyeceğimi, lam-lamel arasına alamayacağımı biliyorum. eyleme esenliği için bilmemeye de gerek var gibi. denizde balık için suyu bilmeye ve incelemeye ne hacet? içindeyken yaşıyor, dışındayken düşünüyorum. kendini zorunlu gecikmeyle yaşama ve bilme de isabetli, hatta zorunlu.

    "bu nedenle annesini unutmaya ve yaşamının ilk aşkını terk etme acısına katlanabilen sadakatsiz bir eros'a ihtiyaç duyacaktır. bu tehlikeyi önceden gören anne, her yaşam macerasının riski olan ahlaki bozulmadan onu korumak amacıyla ona dikkatli bir şekilde bağlılık, özveri ve sadakat erdemleri aşılamıştır. o, bu dersleri çok iyi öğrenmiştir ve annesine sadık kalır. bu doğal olarak annede derin bir kaygıya neden olur (örneğin annenin daha çok sevinmesi için oğlunun eşcinsel olduğu ortaya çıktığında) ve aynı zamanda olumlu şekilde mitolojik olan bilinçdışı bir tatmin ortaya çıkarır." carl gustav jung - aspects of the feminine

    (ilk giri tarihi: 24.4.2017)

    (bkz: aşk/@ibisile)
    (bkz: ilk evlilik/@ibisile)
    (bkz: ilk sevişme)
    (bkz: platoniğin aşırı umut veren sıradan davranışları/@ibisile)
    (bkz: saat/@ibisile)
146 entry daha
hesabın var mı? giriş yap