• ismail kara hocanın "şerh ve haşiye meselesine dair birkaç not" altbaşlığıyla dergah yayınları'ndan çıkan, ele aldığı meseleler ve sorduğu sorular itibariyle bir ilk olarak değerlendirilebilecek çok önemli kitabı. (daha önce de benzer meseleleri gündeme getirip benzer soruları soranlar, az da olsa, olmuştu(r) elbet. ama bunların müstakil bir kitapta bahis mevzûu edilmesi ilk defa gerçekleşiyor sanırım.)

    islam dünyası'nda ilim geleneğinin son yüzyıllarda (pek çoğu için gazalî'den sonra) kısırlaştığı, donuklaştığı, artık yeni bilgi üretilmediği, üretilen eserlerin şerh ve haşiyenin ötesine geçemediği vs. şeklinde devam eden yaygın, hakim ve mesnetsiz sabitfikirler toplamının ipliğini pazara çıkarıyor ismail kara bu kitapta. bunu da, ne baht ki, çok tatlı ve okuması keyifli bir üslupla yapıyor.

    sözü daha fazla uzatmadan, hocanın sunuş yazısının önemli bir kısmını, hayli uzun da olsa, üşenmeyip buraya aktarmak istiyorum. bu isteğimin sebebi hem bu yazıda gayet vecîz bir şekilde gündeme getirilen meselelerin ve sorulan soruların ehemmiyeti hem de bu yazının okuyanları kitabı okumaya teşvik edecek olması umududur. buyrunuz:

    "şerh ve haşiye merkezli birçok tarihî ve aktüel meseleyi, bu arada ilim anlayışı, metin türleri, dil-ifade biçimleri, medrese eğitim sistemi, telif âdâbı, kitap teknikleri konularını ele alan ve tartışan bu çalışmanın birbiriyle irtibatlı birkaç maksadı, bazı soruları ve arayışları var. türkiye'de ve islam dünyasında şerh ve haşiye literatürü hakkında, xix ve xx. yüzyılda teşekkül etmiş, bir kısmı katı denebilecek birçok hüküm, hayli menfi tasvirler ve ziyadesiyle ironik ifadeler bulunmasına rağmen, bu meseleye tahsis edilmiş sorgulayıcı ve kuşatıcı akademik herhangi bir araştırmanın, kaydadeğer metodolojik herhangi bir metnin olmayışı ilk muharrik sebep olarak zikredilebilir. çok mühim bir konuda, hükümlere paralel veya yargılarla mütenasip delillerin, delillendirme çabalarının olmayışı ve hangi şartlarda ortaya çıktığını nisbeten bildiğimiz bazı önkabullerin süratle tedavüle girerek kolaylıkla mütearife haline gelmesi, nihayet bugüne kadar hükümranlığını sürdürmesi ilim âlemi açısından şaşırtıcı ve anormal olmalı değil midir? yapısı itibariyle bu kadar zayıf bir hüküm ve kabuller manzumesi, islâm tarih tasavvurunu ve islâmî ilimlerin statüsünü, bilginin değerini ciddi ölçüde değiştirmesine hatta tahrip etmesine rağmen yıllardır niçin ciddi bir akademik şüpheyi davet etmesin ve peşisıra şu veya bu düzeyde tadil ve tashihe tabi tutulmasın?

    bunu takip eden birçok soru daha:

    asırlara hükmederek gelen meşru ve başarılı bir telif tarzı ve yaygın bir ilmî faaliyet türü, xix ve xx. asırda nasıl hantal, gayrımeşru, güven telkin etmeyen, gelişigüzel ve zayıf bir alan haline ge(tiri)lebilmiştir? batı avrupa'daki ilim-bilim anlayışının deşişmesi, bilgi-güç ilişkisi, her şeyi tahakkümü altına alan ilerleme fikri, hümanizm, akılcılık ve bireycilik gibi temayüllerin güçlenmesi, felsefe öncelikli ilim ve fikir anlayışı, "orijinalite" ve yenilik (bizde ictihat) odaklı ilim ve fikir tarihi tasavvuru, gerileme-çöküş edebiyatları, modernleşme zihniyeti ve çabaları... gibi unsurlar bu süreçte ne derece belirleyici veya yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur?

    bütün bu süreçlerin ve anlayışların islâm dünyasına intikalinde ve kabul görmesinde oryantalizm nerede duruyor? gazalî (bazan ibn rüşd, ibn haldun) sonrasını islâm düşüncesinin zayıfladığı, durduğu, çöktüğü dönem olarak değerlendiren ve bu hükmü (sloganı) müslüman ilim ve kültür adamlarına, ilim muhitlerine de kabul ettiren müsteşrikler bu siyasî-akademik "operasyon"la şerh ve haşiye literatürünü de sıradan bir alan haline mi getirmiş oldular? ayrıca bu meselede bize mahsus dönemsel, maddî, kültürel ve psikolojik sebeplerden ve ihmallerden de bahsedilebilir mi?

    bugün telif, akademik araştırma dediğimiz ve ilmî bakımdan veya orijinal olmak itibariyle tebcil ettiğimiz metinler muhteva ve üsluba ilişkin hangi köklü özellikleri sebebiyle şerh ve haşiye türü bir metin olmaktan çıkıyor ve olumsuzlanan alandan uzaklaşıyorlar? çıkıyor ve uzaklaşabiliyorlarsa eğer bunun bir fazilet ve ilmî bir başarı olarak algılanmasının sebebi ve hikmeti nedir?

    sosyal ilimlerde ve giderek yükseliş gösteren zihniyet tarihçiliğinde metnin, farklı/çoklu okuma biçimlerinin, iç tenkidin, gramerin, dilin, anlam dairelerinin, ifade katmanlarının, üslubun, satıraralarının, düzeneklerin, kavram çerçevelerinin, örüntülerin, anlatma tekniklerinin, söylemin, yorumbilimin, dil felsefesinin, hermenötiğin... düne göre çok daha fazla önem kazandığı bir dünyada, modernleşme döneminde teşekkül etmiş, indirgemeci yönleri baskın şerh ve haşiye "edebiyatı" ile islâm dünyasındaki ilim, fikir, sanat vadileri canlandırılabilir ve iade-i itibara tabi tutulabilir mi? şerh ve haşiye literatürü vazgeçilmez bir alan olarak kabul edilmeden islâm klasikleri gerçekten tanımlanabilir, islâm ilim mirası doğru ve derinliğine okunabilir ve kendi ağırlığında anlaşılabilir mi?

    nihayet şerh ve haşiye edebiyatı üzerinden tam bir anakronizmle ve buna bağlı olarak bilmek, anlamak, tahlil etmek, hatta iddialı beyanlarda bulunmak suretine bürünen bir cehalet ve körlükle mi karşıkarşıyayız?...

    bütün bu sorular şerh ve haşiye meselesini, çok geç kalınmış da olsa yeniden ele almayı ve mevcut yaklaşımları, hükümleri ve değerlendirmeleri tenkitçi bir bakışaçısıyla bir daha gözden geçirmeyi, bu konularda yeni bir metodoloji ve bakışaçısı inşa etmeyi zaruri kılmaktadır. bizim burada denemeye ve yapmaya çalıştığımız işin ağırlık noktası ve öncelikleri vâkıaya dair hem tarihî (klasik döneme ait) hem de aktüel (modern dönemle ilgili) tesbitler, tasvirler yapmak, bunlar üzerinden tahlillerde, tenkitlerde bulunarak yeni bir bakışaçısının imkânına hatta zaruretine işaret etmek ve eğer üstesinden gelinebilirse yürünebilecek yeni bir zemin döşemek, yeni bir yol açmaktır. bu arayışlar ve imkânlar sebebiyle elinizdeki çalışma bu yolda atılmış ilk ciddi adım olmanın zorluklarını ve avantajlarını birlikte taşımaktadır.

    şerh ve haşiye meselesiyle de irtibatlı olan asıl iş, içinde yaşadığımız şartlarda islâmî ilimlerin, bilginin, ürünün, eğitim-öğretim tarzlarımızın, bunların üzerinde işleyen müslüman tasavvur dünyasının ve nihayet müslümanca yaşama biçiminin nasıl ve hangi istikamette devam edeceği, doğru, yeterli ve yerinde devam edip edemeyeceği, nihayet tarihî ve aktüel problemlerimize çözüm üretip üretemeyeceğidir. iş buraya intikal ettiğinde mevcut durumun ve tedavülde olan bakışaçılarının yol açan değil yol kesen bir karaktere sahip olduğu söylenebilir.

    bugün için şerh ve haşiye literatürünün öneminden, islâmî ilimler için vazgeçilmezliğinden bahsetmek, xix ve xx. yüzyılda ortaya çıkan ve kabul gören hükümlerin, değerlendirmelerin yanlışlarına ve zaaflarına işaret etmek mutlaka yapılması gereken anlamlı bir başlangıç ve atılması lüzumlu bir ilk adım olmakla beraber sadece bununla kalmak elbette yeterli olmayacaktır. bu çabanın bir temenni, bir hissiyat, hatta bir başka önkabul olarak yerleşip kalma ihtimalini bertaraf edebilmek için yeni sorular eşliğinde daha ileri hedeflere sevkedilmesi, muhteva itibariyle daha yukarı seviyelere çıkarılması zaruri bir ihtiyaçtır. bunun içinde her ilim dalında, temsil gücü yüksek şerh, haşiye, talikat, telhis, tercüme... türü metinler üzerine yoğunlaşarak yeni bir metodoloji ve yaklaşımla bu telif yapılarının hangi şartlarda ve ne türden gerekçelerle oluştuğunu, ne olduğunu, nasıl işlediğini, ne yaptığını (elbette ne olmadığını ve ne yapamadığını da) bütün kuvvet ve zaaflarıyla ortaya koymak ve katılıma müsait, tenkite açık, sürdürülebilir yeni bir alan açmak gerekecektir.

    bu çaba aynı zamanda islâmî ilimlerin bugünün şartlarında nasıl ele alınıp tedris edileceğine, kendi mantığı ve kıstaslarıyla nasıl yeniden üretileceğine de imkân hazırlayacaktır. çünkü bugün islâm dünyası ve türkiye'deki dinî tedrisata ve klasik kaynakları mütalaa etmeye hâkim olan ana temayül ya nüfuz yetersizliği ile malul sorgula(n)mayan bir tekrar veya ilmî tenkitten uzak, yine nüfuz yetersizliği ile malul hesabı verilmemiş bir ihmaldir. daha ziyade akademisyenlerin, bu arada ilahiyatçıların ve sadece çağdaş islâm düşüncesinin yerleştirdiği ölçülerle çalışan mütefekkirlerin yaptığı ikinci türden ihmalin bazen "ahkâm kesmek" şeklinde tezahür ettiğine de işaret etmek gerekir.

    ilim olsun da bilmesin, tarih olsun da hatırlamasın; olacak şey midir bu!? evet öyledir, ilim her şeyi bilmez, tarih her şeyi hatırlamaz. gelişigüzel şeyleri veya önünüze getirilenleri değil de bir şeyi bilmek ve hatırlamak için bir iradenin, bir davanın ve iddianın, bir hayat tarzı arayışının devreye girmesi lazım. bizim meselemiz açısından belki daha da ehemiyetli olan neyi, ne kadar, nasıl bileceğimiz; neleri, niçin, ne ölçüde hatırlayacağımız, nihayet önceliklerimizin ne olacağı sorularıdır. bütün bu süreçlere hem öncü/kurucu hem takipçi/sürdürücü olan bir insan karar verecektir; durduğu yeri bilen veya yeni şartlarda istikrar/karar odağı arayan bir insan... ilim ona göre şekillenecek, tarih onunla canlanacaktır."

    (ismail kara, ilim bilmez tarih hatırlamaz, dergah yayınları, s. 5-8)
hesabın var mı? giriş yap