2 entry daha
  • mimarlık, felsefe, psikoloji, sosyoloji, ekonomi gibi alanlar için farklı anlamlara gelen bir akım. bu yazı ise zihin felsefesinde, zihinsel durumların doğası hakkında bir pozisyon olan işlevselcilik ile ilgilidir. zihin felsefesinde işlevselcilik, bazen davranışçılığın modern ardılı olarak da görülen, 1970'lerde hilary putnam ve willfrid sellars tarafından ortaya atılmış bir akımdır. öncüsü olan fikirler aristoteles (de anima) ve thomas hobbes‘da (leviathan) bulunabilir. zihinsel durumların bir analizini verme iddiasındadır.

    işlevselciliğe göre bir şeyi belirli bir zihinsel durum yapan, içinde bulunduğu sistemde oynadığı rol, gördüğü işlevdir. zihinsel durum hakkında önemli olan fiziksel bileşimi değil, duyularla, diğer zihinsel durumlarla ve davranışla olan ilişkisidir.

    zihinsel durumdan ne kastettiğimi açıklayarak başlayalım. her düşünce (inanç, korku, arzu) ve her hissiyat (acı, ses, koku) aslında birer zihinsel durumdur. küresel ısınmayı ele alalım. dünyanın ısındığına inanmak, bu ısınmanın insan eylemleri sonucu gerçekleştiğine inanmak ve bunun sona ermesini arzulamak birbirinden ayrı zihinsel durumlardır. sütün bardağa konarken çıkardığı sesi, tadını ve kokusunu duyumsamak biraz daha farklı, ama yine zihinsel durumlardır. bir elektronun davranışı tamamen fiziksel olarak açıklanabilir (pozisyon, hız, kütle ve spin gibi kavramları kullanarak), ancak bir insanın ya da bir memelinin davranışını açıklamak için fiziksel durumunun yanında zihinsel durumunu da bilmek gerekir.

    yüzeysel bir analizle zihinsel durum böyle birşeydir ama halen cevap bekleyen derin sorular var. zihinsel durumlar doğanın bir parçası gibi gözüküyor ancak dünyadaki olayların içinde nasıl bir statüye sahiplerdir? doğanın geri kalanı ile ilişkileri nedir? işlevselcilik işte bu gibi soruları cevaplama iddiasında olan metafiziksel bir kuramdır. zihinsel durum dediğimiz şeyi kullanılabilir, kuramsal bir kavram haline getirme, zihinsel durumların bir analizini verme amacındadır.

    işlevselciliğin önemli bir amacı daha var ama bunun için önce zihin-beden probleminden kısaca bahsetmek gerek.

    zihin ve beden arasındaki ilişki yaklaşık 400 yıldır zihin felsefesinde çözüm bekleyen sorunlardan biri. maddesel olduğumuz açık; atomlardan, moleküllerden, hücrelerden ve dokulardan meydana gelmiş varlıklarız. ancak taştan ya da sudan oldukça farklıyız. inançlarımız, düşüncelerimiz, aşklarımız ve korkularımız, düşünsel bir hayatımız var. maddenin doğası hakkında son yüzyıllarda muazzam bir bilgiye sahip olduk, ancak bu bilgi zihinsel yaşamın doğasını anlamada (neredeyse) hiç yardımcı olmadı. hala madde ve zihin arasında aşılamaz bir boşluk var.

    descartes bu sorunu net bir şekilde çözmüştü. evrende iki ayrı töz var demişti: yer kaplayan, fiziksel töz ve ruhani, düşünen töz. geçen yıllar boyunca bu düşünen töz ve fiziksel maddenin birbirlerini nasıl ve ne şekilde etkilediği sorusu cevapsız kalınca bugün dualizmi savunan pek kişi kalmadı. materyalist anlayış güç kazandı. yani (1) bütün olarak, fiziksel yasalara uyan maddi varlıklarız. (2) (zihinle ilgili kaçınılmaz sonuç) zihinsel durumlarımız fiziksel ve kimyasal durumlarımızla özdeştir.

    bilimsel olarak geldiğimiz nokta çoğu kişiyi 1 ve 2'yi kabul etmeye itse de, pek de heyecanlandırmadığı kesin. fiziksel maddeyle ilgili açıklamalarımız deneyim, düşünce ve biliş konularına uygulandığında eğreti duruyor. inancın ne olduğunu, aşkı, mutluluğu ve bilinci düşünün. sonra da sodyum-potasyum pompalarını, nörotransmitterleri, proteinleri ve nöron boyunca ilerleyen potansiyel farkını düşünün. bu iki düzlem arasında öyle büyük bir fark var ki bu iki farklı açıklama biçiminin nasıl birleştirilebileceği gizemini koruyor, zihin ve madde arasındaki boşluğun dibi hala görünmüyor.

    çoğu kişinin iddiasına göre bu problem ve bunun çevresinde dönen tartışmalar artık bir yere gitmiyor; bırakın sonlanmayı, aydınlanma bile sağlamıyor. işlevselcilik, özellikle putnam’ın sunduğu şekliyle, zihinsel durumların bir hesabını vermenin yanında, bu polemiği de aşmanın bir yolunu sunmaktadır. hilary putnam “philosophy and our mental life” isimli makalesinin başında amacını şöyle anlatıyor:

    “the question which troubles laymen and which has long troubled philosophers… is this: are we made of matter or soul-stuff? to put it as bluntly as possible, are we just material beings, or are we ’something more’?… this whole question rests on false assumptions. my purpose is not to dismiss the question, however, so much as to speak to the real concern which is behind the question.”

    işlevselciliğe göre herhangi bir zihinsel durum (z) üç ilişki ile tanımlanır: 1) z’ye neyin yol açtığı, 2) z’nin başka zihinsel durumlara olan etkileri, 3) z’nin davranışa olan etkileri.

    açıkçası işlevselcilik üzerine çalışırken hiç bir zihinsel durumun işlevselci bir tanımına rastlayamadım. basite indirgeyerek bir zihinsel durumun hem materyalist, hem de işlevselci bir tanımını verip bu tanımların sağlam ve zayıf yanlarını ortaya dökmenin açıklayıcı olabileceğine inanıyorum. basit bir zihinsel durum olan “acı”‘yı ele alalım.

    bir materyalist beyinle ilgili ciddi bir araştırmanın sonunda acıyı şöyle tanımlayabilir (atıyorum):

    -acı, beynin t bölgesinde bulunan c fiberlerinin ateşlemesidir.

    iyi, hoş, sorunsuz gibi gözükse de bu tanım hemen bazı büyük sorunlara yol açıyor. bu önermeyi kabul edersek beyni olmayan, beyninin t bölgesi olmayan, ya da beyninin t bölgesinde c fiberleri olmayan bir varlığın acı hissedemeyeceğini de kabul etmemiz gerekir. doğada c fiberleri olmayan canlılarla karşılaştığımızda ya acı hissetmediklerini söylemek, ya da bu tanımı genişletmek zorunda kalacağız. gelecekte kimyasal yapısı bizden çok farklı bir dünya dışı varlıkla karşılaşırsak, vücuduna batırılan iğneye tepkisi ne olursa olsun, c fiberleri olmadığı için acı hissetmediğini söyleyebilir miyiz? “burası büyük bir dünya, daha da büyük bir evren” - hilary putnam

    bir başka sorun da (bu sorunu işlevselciliğin de çözemediğini göreceğiz) böyle bir açıklamanın acı “hissiyatı” hakkında bizi asla aydınlatamayacak olmasıdır. en son bir yeriniz ağrıdığında duyumsadığınız hissi düşünün. bu hissiyat ile “c fiberlerinin ateşlemesi” arasındaki fark kadar büyük bir fark olabilir mi?

    öte yanda bir işlevselci acıyı şöyle tanımlayacaktır (basite indirgenmiş haliyle):

    -acı, vücut hasarının neden olma eğiliminde olduğu, vücutta yanlış bir şeyler olduğu inancına ve bu durumun sonlanması arzusuna yol açan, huzursuzluk veren ve daha kuvvetli arzuların eksikliğinde bağırmaya ve ani hareketlere sebep olan bir durumdur.

    gördüğünüz gibi işlevselci, fiziksel ya da kimyasal temel hakkında sessiz kalırken, acının organizma içinde oynadığı rol ya da işlev hakkında konuşmuştur. bu duruma neyin yol açtığı ve durumun diğer zihinsel durumlara ve davranışa olan etkisi cinsinden tanımlamıştır.

    bu tanımın iki güzelliği var. birincisi materyalist tanımdan çok daha geniş ve tanımın içinde geçen koşulları sağlayabilen her varlığın acı duyabilmesine izin veriyor. bu tanıma göre dünyalılar ve uzaylılar, memeliler ve eklembacaklılar, insanlar ve makineler acı hissedebilir (tanımın içinde geçen vücut, arzu, inanç gibi şeylere sahip olmaları durumunda). “bu hipotez, acının fiziksel-kimyasal bir durum olduğu hipotezinden çok daha açık olduğu gibi matematiksel ve ampirik çalışmalar için çok daha uygundur” -hp

    ikinci güzellik ise işlevselciliğin zihinsel durumların fiziksel realizasyonları konusunda bir şey söylememesidir. hepimiz biliyoruz ki bu evrende aynı işlevi gören sistemlerin birden fazla fiziksel realizasyonu olabilir. örneğin hesaplama gibi bir eylem, bugüne kadar çok sayıda birbirinden farklı fiziksel yapısı olan makine ile gerçekleştirilmiştir (abaküs, mekanik hesaplayıcılar, bilgisayar). özel olarak bilgisayar, geçmişten bugüne çok sayıda farklı fiziksel yapıda karşımıza çıkmıştır (vakum tüpleri, manyetik teypler, mikroçipler). işlevselcilik bu gerçeği yakalıyor ve “maddeyi boşver, onun biçimine, organizasyonuna bak” diyor. “our substance, what we are made of, places almost no first order restrictions on our form. and that what we are really interested in, as aristotle saw, is form and not matter.” -hp

    güzelliklerinden bahsedip zayıflıklarına göz atmamak olmaz. işlevselciliğin hemen göze çarpan üç adet zayıflığı vardır.

    1) daha önce bahsettiğim gibi işlevselcilik bir zihinsel durumu üç ilişki ile tanımlar: belirli bir zihinsel duruma neyin yol açma eğiliminde olduğu, bu durumun hangi diğer zihinsel durumlara ve davranışlara yol açma eğiliminde olduğu. bu bağlamda işlevselcilik holistik bir kuramdır zira ilişkilerle ve bütünle ilgilidir. bir zihinsel durum çok sayıda başka zihinsel durumla ve çok sayıda davranışla ilişki içindedir ve bu ilişkiler yumağı bazı karmaşık zihinsel durumların analizini imkansız kılar. örneğin “inanç” dediğimiz zihinsel durum çok sayıda başka zihinsel duruma bağlıdır ve inancın işlevselci analizi uzar da uzar ve o kadar karmaşık bir hal alır ki sonu ya gelir, ya gelmez. işlevselcilik, şu anki haliyle analizini verme iddiasında olduğu bazı zihinsel durumların analizini vermekten acizdir.

    2) bu ve üçüncü zayıflık qualia kavramı ile ilgilidir. qualia (tekili quale) deneyimimizin niteliksel özellikleridir: kırmızının “hissiyatı”, gülün kokusu gibi. materyalizm gibi işlevselcilik de qualia konusunda bir açıklama getirememekte. ned block’un çin ulusu düşünce deneyi, bu sorunun bir türevini işlevselciliğe karşı bir argüman haline dönüştürmüştür. (bkz: çin ulusu)

    3) bir önceki sorunla, yani qualia kavramıyla ilintili başka bir itiraz da şudur: bir insan, belirli bir deneyim hakkında (sağlam bir örnek: aşk!) bütün fiziksel ve işlevsel gerçekleri bilebilir. buna rağmen bu deneyim hakkında bilemeyeceği çok önemli bir gerçek olacaktır, o da o deneyime sahip olmanın nasıl bir şey olduğudur. görme hakkında bugün, herşeyi olmasa da çok şey biliyoruz. yine de bu bilgimiz bize “kırmızıyı görme”nin ne menem bir şey olduğu konusunda aydınlatmıyor; bırakın aydınlatmayı, deneyimin bu özelliğinin materyalist ve fizikalist bir anlayışla nasıl bağdaştırılabileceği hakkında en ufak bir fikrimiz bile yok. yarasalar hakkında her şeyi bilebilirsiniz, beyinlerinin nasıl çalıştığını en ince ayrıntısına kadar çözebilirsiniz ama yine de “sesle yön tayini”nin (ekolokasyon) nasıl bir his olduğunu bilemezsiniz. burada önemli olan ekolokasyonun sizin için nasıl bir his olacağı değil, yarasa için nasıl bir his olduğudur. buradan çok önemli bir sonuç çıkıyor: deneyimin bazı özellikleri vardır ki ne fiziksel, ne de işlevsel bir açıklamayla aydınlatılamaz. (bu iddianın çok sağlam bir savunması için thomas nagel - “what is it like to be a bat?” okunabilir. zihin felsefesinin en ünlü metinlerinden biridir ve ilgilenene şiddetle tavsiye ederim.)

    işlevselciliğin bilgisayar bilimlerindeki yazılım kavramı ile ilişkisinden bahsedip noktalayayım. her yazılım doğanın bir parçasıdır, ancak bir yazılımın doğada gerçekleşmesi birden farklı yolla olabilir (hesap makinelerini hatırlayın). yazılımı tasarlayan insan genelde bu yazılımın fiziksel temeli hakkında fikir sahibi olmak zorunda değildir: çeşitli programlama dilleri öğrenerek karmaşık yazılımlar tasarlayabilirsiniz, yarı iletken fiziği bilmeniz şart değildir. bu çerçevede yazılım, yüksek seviye bir kavramdır. işlevselcilik, zihinsel durumlara böylesi bir yüksek seviye statü atfeder. işlevselciliğe göre bir zihin bilimci, zihnin belirli bir fiziksel realizasyonu olan beyin ile kendini kısıtlamak zorunda değildir ve hatta kısıtlamamalıdır. zihinsel durumların fiziksel temeli olan beyindeki maddenin örgüsünü, organizasyonunu ve içinde bulunduğu sistemde oynadığı rolü ortaya çıkartacak yüksek seviye kanunlar ve kuramlar peşinde olmalıdır.

    işlevselcilik işte böyle birşeydir. emekleme döneminde olan, yine de çoğu zihin kuramcısının bazı gerçekleri yakaladığına inandığı ve temel olarak kullandığı bir kuramdır.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap