• i.ö. 21 temmuz 356'da artemis tapınağını yakan efes'li genç.

    bir rivayete göre "tarihe geçmek, ölümsüz olmak için yaktım" demiştir. alınan bir karar ile efes halkından bu gencin isminin unutulması istenmiştir.
  • tarihe geçmek adına suç işleme sendromu.

    not: bu eğilim sonucu suç işleyen insanların***, büyük bir komploda* piyonu oynadigi rivayet edilir. pek az malum olmakla birlikte osmanlinin savas oncesi delileri onden salmasi da bu rivayetler arasina alinabilir mi, karar sizin.
  • enteresandır, tam da bizim sevgili filip'in kücük oğlunun* doğdugu günde yakmıştır tapınağı.

    hakikaten enteresandir...

    her ikisi de hâlâ hatırlanmaktadır: ancak içlerinden sadece biri "büyük "sıfatıyla anılır*...
  • öyle böyle tarihe geçmeyi başarmış genç.
    her zaman, her yerde, her an insanın karşına çıkabilecek sendrom.
  • bugün lise duvarına "üşüyorum ödünç ver ellerini" yazarak lise efsanelerinde kendi çapında yer edinen aşkına eşkiya bir ergenin ilham kaynağıdır herostrat birader. tarihe geçmek için yaktığı rivayet edilse de perde arkasında çok gizli işlerin döndüğünü düşünmekteyim.diğer taraftan inanç kavramına bir tokat atmıştır herostrat. ha kendisi terörist olarak adlandırılmışsa da aslen tarihteki ilk punktır.ya da deli bir aşık.kim bilir?o zamanlar gökhan özen yoktu tabi..bilemiyorum..
  • öykünün* kahramanı hilbert' in, elyazısıyla yüz iki nüsha çoğaltıp yazarlara yollayacağı mektup şu şekildedir:

    --- spoiler ---
    bayım,

    tanınmış birisiniz, kitaplarınız otuz bin basılıyor, bunun nedenini size söyleyeyim; insanları seviyorsunuz da ondan. insancıllık kanınızda var. talihin işi bu. topluluk içinde olduğunuzda çiçek gibi açıyorsunuz. hemcinslerinizden birini görür görmez, tanımasanız bile ona karşı kanınızın kaynadığını hissediyorsunuz. bedenine, konuşma biçimine, istenildiği zaman açılıp kapanan bacaklarına ve özellikle ellerine bayılıyorsunuz, ellerine: her elde beş parmak olması ve başparmağın öteki parmakların karşısına çıkartılabilmesi hoşunuza gidiyor. yanınızdaki komşunuz masanın üstünden bir fincan aldığı zaman haz duyuyorsunuz, çünkü insana özgü ve kitaplarınızda sık sık betimlediğiniz, maymunun hareketinden daha az yumuşak ve daha az hızlı bir fincanı tutma biçimi var, ama daha zekice, değil mi? insanın etini, yeniden hareket etmeye alışan bir ağır yaralının yürüyüşünü, her adımda yeniden icat eder gibi olan görünüşünü ve yırtıcı hayvanların bile dayanamayacağı eşsiz bakışını da seviyorsunuz. insana kendi kendinden söz etmek için uygun olan söyleyiş biçimini bulmak da kolaydı sizin için: edepli, ama çılgın bir biçim. insanlar kitaplarınızın üstüne iştahla atılıyorlar, onları rahat bir koltukta okuyorlar, sizin onlara ulaştırdığınız bahtsız ve ölçülü büyük aşkı düşünüyorlar ve bu birçok şeyin avuntusu demek oluyor onlar için; çirkin olmanın, kötü olmanın, aldatılmış koca olmanın, yılbaşında aylıklarının artmamış olmasının. son romanınız övülerek dillerde dolaşıyor: iyi bir çalışma.

    insanları sevmeyen bir insanın olabileceğini bilmek sizi meraklandıracaktır sanıyorum. işte ben, hem de öylesine az seviyorum ki onları, yarım düzinesini hemen şimdi öldürebilirim. belki kendi kendinize sorarsınız: neden sadece yarım düzine diye? çünkü tabancam altı mermi alıyor. işte bir canavarlık, değil mi? üstelik de tam anlamıyla siyaset dışı bir davranış. ama size diyorum ki: ben onları sevemem. ne hissettiğinizi çok iyi anlıyorum. ama onlarda sizi çeken şey beni tiksindiriyor. bir iktisat dergisini sol eliyle karıştırarak edepli edepli yemek yiyen adamlar gördüm ben de sizin gibi. fokların sofrasında olmayı yeğlemem benim hatam mı? yüz çizgilerini bir yana bırakırsanız, insan yüzüyle hiçbir şey yapamaz.
    ağzını kapalı tutarak bir şey gevelediği zaman ağzının kenarları iner ve kalkar, sanki durmaksızın dinginlikten ağlamaklı bir şaşkınlığa geçer gibidir. siz bunu seversiniz, biliyorum, siz buna "zekânın uyanıklığı" diyorsunuz. ama bu benim midemi bulandırıyor, nedendir bilmiyorum, ben doğuştan böyleyim.

    aramızda ancak bir beğeni ayrımı olsaydı tedirgin etmeyecektim sizi. ama her şey sizin yeteneğiniz varmış da benim yokmuş gibisine akıp gidiyor. amerikanvari hazırlanmış ıstakozu sevip sevmemekte özgürüm, ama insanları sevmiyorsam bir zavallıyım ve günışığında bana yer yok. onlar hayatın anlamını kendi tekellerine aldılar. umarım ki
    söylemek istediğimi anlıyorsunuz. üstünde: insancıl olmayan buraya giremez yazılı kapıları otuz üç yıldır zorluyorum işte. giriştiğim her şeyi bırakmak zorunda kaldım. seçmek gerekiyordu: ya uyumsuz ve mahkûm edilmiş bir girişimi, ya da er-geç onların çıkarına yönelmesi gereken bir girişimi. insanlara kesin olarak aktarmadığım düşünceler; onları
    kendimden ayırmayı başaramıyordum, düzene koymayı başaramıyordum. düşünceler, hafif organik devinimler olarak içimde kalıyorlardı. kullandığım aygıtlar da öyle, başkalarına ait olduklarını hissediyordum. sözgelişi sözcükler; bana ait sözcükler olsun isterdim. ama kullandığım bu sözcükler, bilmiyorum kaç bilinçte sürüklendi. sözcükler, başkalarında kazandıkları alışkanlık gereğince benim kafamda kendi kendilerine düzene giriyorlar ve size yazarken bu sözcükleri kullanırken tiksinti duyuyorum. ama bu sondur artık. size söyledim: insanları sevmek gerekiyor ya da ufak tefek işlerle uğraşmanıza izin verilirse bu yeter. iyi, ama ben ufak tefek işlerle uğraşmak istemiyorum. şimdi tabancamı kaptığım gibi sokağa
    ineceğim ve onlara karşı bakalım ne yapılabilirmiş göreceğiz. hoşçakalın bayım, karşılaşacağım insan siz de olabilirsiniz. kafanızı patlatacağım zaman duyacağım zevki siz hiç bilemeyeceksiniz. böyle olmazsa -büyük bir olasılıkla böyle olmayacak- yarının gazetelerini bir okuyun. gazetede paul hilbert adında birinin bir öfke anında sokağa fırlayıp edgar-quinet bulvarında beş yayayı temizlediğini yazdığını göreceksiniz: büyük günlük gazete haberlerinin ne anlam taşıdığını sizin kadar kimse bilmez. benim öfkeli bir adam olmadığımı anlayacaksınız şu halde.

    tam tersi, ben çok sakinim ve en derin duygularımın kabulünü rica ederim bayım.

    paul hilbert

    --- spoiler ---
  • "— sizin gibileri tanırım, dedi bana. bir örneği de herostratos'dur. ünlü olmak istiyordu ve bunun için dünyanın yedi harikasından biri olan efes tapınağını yakmaktan başka çare bulamadı.
    — peki tapınağın mimarının adı neydi?
    — hatırlamıyorum, diye itiraf etti. hatta mimarın isminin bilindiğini bile sanmıyorum.
    — gerçekten mi? ama herostratos'un ismini hatırlıyorsunuz. görüyorsunuz ki pek de yanlış bir hesap yapmış sayılmaz."

    jean paul sartre, "erostrate", le mur (1939).

    insanı ürküten bir karakterdir.
  • şan şöhret için apollo tapınağını yakan eski yunan'dan bir genç.
  • günlerden geçen gün . sene bu sene . karganın en olmasada üst katında cam kenarında oturuyorum . yalnızım. bir arkadaşı bekliyorum .
    camdan dışarıyı izliyorum . insanlar minicik gözüküyor . benim onları gördüğüm halde onların beni görmemesi acayip keyif veriyor bana.
    "aaa nilay diil mi lan o eheh , şu bahanedeki eleman şekermiş he , pööf kızın saçına bak.. " şeklinde sikindirik, boş düşünceler geçiyor kafamdan .
    sıkılıyorum . elimde jean paul sartre'nin duvar kitabı var . açıyorum .

    herostratos diyor sayfada kocaman harflerle , sayfayı çeviriyorum .başlıyorum okumaya ;

    "insanlara yukarıdan bakmak gerek .
    ışığı söndürüp pencereye geçiyordum . yukarıdan birisinin onları gözetleyeceğini akıllarına bile getirmiyorlardı.önden görünüşlerine dikkat ederler , bazı da arkadan görünüşlerine, ama bütün gösterileri bir yetmişlik seyirciler için hesaplanmıştır .
    zaten kim kalkar da bir melon şapkanın altıncı kattan görünüşünü düşünür ? omuzları ve kafalarını canlı renkler , göz alıcı kumaşlarla savunmayı bir yana koyarlar . insanoğlunun bu büyük düşmanıyla savaşmayı bilmezler : kuş bakışı görünüşle .
    eğiliyordum ve gülmeye başlıyordum . o kadar gurur duydukları eşsiz benzersiz şu "ayakta olma durumu " neredeydi şimdi ?
    kaldırıma yapışmış eziliyorlardı ; yarı sürüngen iki uzun bacak omuzlarının altından çıkı çıkıveriyordu ..."

    kaldığım sayfaya parmağımı koyarak kapatıyorum kitabın kapağını. kafamı kaldırıyorum . deriiiiinn bir " ananıısskiiiii ! "çekiyorum içimden .ellerim titriyor. tekrar camdan dışarı bakıyorum . bu sefer ne nilay umrumda, ne kızın saçları , ne de bahanede köşede oturan çocuk . insanları izlemeye devam ediyorum . artık kuş bakışıyla değil tabi sartre bakışıyla .

    --- spoiler ---

    daha sonra hikayenin devamını bilmeden aşağı inip belimdeki silahı çıkartarak insanları öldürseydim ne kadar fantastik bir hikaye olurdu değil mi . yapmadım ama yapabilirim . yapabilirim . yapabilirim .

    --- spoiler ---

    yüksek müsadelerinizle son bir alıntı . vallahi son ;

    "insanlarla düzayak bir yerde birlikte olunca onları karınca yerine koymak çok güçtür..."

    gittim ben.
  • nickime esin kaynağı olan attention whore,vandal anadolu çocuğu.
hesabın var mı? giriş yap