*

  • zamanin 2000'e dogru dergisinin diyarbakir temsilcisi. derginin hizbullah ile ilgili yayinlarinin ardindan subat 1992'de kimligi mechul kimselerce olduruldu.
  • ergenekon iddianamesinde hizbullah-jitem ilişkisini ortaya çıkardığı için öldürüldüğü söylenen gazeteci.
  • geçtiğimiz günlerde -sanırım yakınlarından- bir gencin taraf'ta yayınlanan yazısıyla, hatırasının bugün artık türk milliyetçisi ve ergenekon terör örgütü zanlısı olan aydınlıkçıların eline kalmadığını görüp sevindiğim kürt basın şehidi.

    ===== alıntı =====

    20 sene sonra halit güngen’den mektup - halit biseng
    taraf - 10 temmuz 2012

    http://www.taraf.com.tr/…alit-gungen-den-mektup.htm

    ilk olarak istanbul’da inşaatlarda çalıştım, bir yandan da o gazete, bu dergi derken çalmadık kapı bırakmadım. en sonunda “bu derginin diyarbakır temsilcisi olur musun” dediler, severek kabul ettim. benden mutlusu yoktu. çok istedim bir yerlerde yazmayı ama üç-beş kuruş da olsa vermeyeceklerini düşünmedim.

    karın tokluğuna çalışıyorum. üzülürler diye bizimkilere söylemeye dilim varmıyor, ama yine de farkındalar galiba. ben ses etmiyorum, onlar da. memlekete gidip döndüğümde abimin cebime sıkıştırdığı yol parasını her seferinde utanarak, ses etmeden kabul ediyorum.

    bir evim yok bu diyarda, o yüzden apartmanın üçüncü katındaki bu yer hem evim hem de ofisim. şuradaki kanepede kıvrılır yatarım. yatarım içim rahat. şurada çayımı demlerim, kahvaltımı ederim. bakmayın masanın üzerindeki üçbeş zeytine, ve gazete kağıdının üzerindeki otlu peynire - anamın otlu peyniri- akşam yemeğimden kalma, emina teyze bişey göndermedi, belli yeni bir şey yapmamış bu akşam.

    üst kattaki emina teyze her akşam yemek pişirdiğinde bir kap da bana gönderir evin küçük oğluyla. bilir anamdan uzak, burada yalnız olduğumu.

    bildiği başka şeyler de vardır elbet. gözleriyle söyler bildiklerini, “aman oğul, dikkat et kendine”, der mesela. bugünlerde sıklaşan tehditlerden haberi var belli ki.

    saat gece yarısını gösterdiğinde, kapımı vurdular önce. açtım, buyur ettiler kendilerini içeri. gecenin bu saatindeki bu tuhaf ziyaretten ve bu sorulardan niyetlerini anlamıştım.

    salonun bi köşesine aldılar beni, uzatmayayım, işlerini kolaylaştırayım dedim, arkamı döndüm; kalleşlik ruhlarında var bilirim.

    ensemdeki sızıyı duydum tabancanın sesinden önce, sonra bir baş ağrısı saplandı, sonra barut kokusu, anamın otlu peynirinin kokusunu almaya çabaladım bir süre... telaşlı sesler, koşuşturmaların tadı var damağımda, zeytinin sesi, kitapların gürültüsü, üzerinde uzandığım zeminin konuşmaları, konuşmaların rengi, patlamanın suskunluğu, barutun fısıltısı havanın yükü...

    çabuk bitti her şey.

    gittiler, arkalarında bir yangın yeri bırakarak.

    ayağa kalktım, duman kokusuna yürüdüm, yandaki tuvaletten geliyordu, bir kova su döktüm yanan ateşe, geri dönüp aynı yere uzandım.

    anamın otlu peyniri düştü aklıma yeniden, anamın kokusu, sesi, sıcaklığı şimdi ne uzak. tanıdık her şey ne uzak dedim kendime.

    daha bir süre öyle uzandım. kafam gibi düşüncelerim de karışık, ara ara yapacaklarımın listesi gelip gidiyor. bir yığın iş bırakıyorum geride, tamamlayan olur mu acaba? çantamda yığılı duran kirli çamaşırları düşündüm, utandım.

    başucuma ilkin emina teyze geldi, sesiyle, “oğlum, ah oğlum” dedi, kafam dizlerinde, dizleri sıcacık anamın ki gibi...

    soğuk ambulans sesi, soğuk sedye...

    sıcak dizleri anamın, sıcak yemeği emina teyzenin...

    soğuk diyarbakır gecesi, soğuk hastane koridoru, göğsümdeki soğuk eldiven...

    kapısı açık mı kaldı ofisin? gazete kağıdının üzerindeki otlu peynir...

    soğuk musalla taşı, soğuk toprak...

    ofisime gelenler üç kişilermiş, görgü tanığı söylüyor, ben saymadım bile kaç kişi olduklarını. kapıya yanaşan kırmızı minibüsü de görmüşler. üç kişilermiş, üç azrail canım almaya gelmişler. ben hariç herkesler biliyormuş. bir “kırmızı pazartesi” anlayacağınız.

    karşı penceredeki adam, perdeye yansıyan bir gölge oyunu gibi izlemiş ölümümü. o günlerde mubahtı öldürmek kadar izletmesi de adamı. ses etmemiş bu yüzden; etse de kim duyardı sesini, kim duydu benim sesimi; bir anam, bir babam, bir de dokuz kardaşımdan başka. emina teyzeyi de unutmamak lazım.

    mesut’a söylememiş ilk gün abisi. anam ağlamamış küçük kardeşim anlar diye. kendileri gibi dünyayı da beni de kandıracaklarını sanmışlar ilkin. onlar inanmazlarsa benim de çıkıp geleceğimi ummuşlar.

    abim yine avucunda hazır tutuyormuş yol paramı. avucundaki üç kuruş kadar sıcak halen yerde kalan kanım.

    “kanı yerde kalmasın, bulunsun failleri” diyen babama inat, “bunlar birbirlerini vuran örgüt üyeleri” diye buyurmuş demirel denen zat.

    gazeteler kısa ve öz geçecekti haberimi: “(diyarbakır, 18 şubat 1992)

    2000’e doğru dergisinin diyarbakır bürosu kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğradı. saldırganlar gazeteci halit güngen’i öldürerek büroya molotof kokteyli attılar. ağır yaralı olarak diyarbakır devlet hastanesi’ne kaldırılan güngen, kurtarılamayarak 21 yaşında hayatını kaybetti.”

    ölümümün üzerinden 20 yıl geçti. o günlerde 20’sini henüz bitirmiştim.

    o gün doğan bir bebek bugün 20 yaşını devirmiş kanlı-canlı bir delikanlı. bir ismi var, hayalleri de. bense 20 yıldır ölüyüm. ismim bile yazılı değil mezar taşımda. şikâyetçi olduğum sanılmasın, bilirim ülkemde halen bir mezar taşı bile yok birçoklarının. acısından gelmez anam ama yine de istediğinde ziyaret edebileceği bir yerim bile var.

    biliyor musunuz, en çok anamı özledim. bir ömür daha verilir kokusuna, sıcaklığına.

    nicelerine kıymışlardı benden önce, ben durdurabilirim sandım, bu yüzdendi bu kadar çabam, anamdan ayrılmama sebep olan o haberleri bundan yaptım.

    20 yıldır kimse sormadı, bundan sonra kimsenin soracağı da yok ama sahi katillerim bulundu mu, bulunduysa niye, kim istedi de beni anamdan ayırdılar, soranınız, bileniniz var mı?

    neyse benimkisi de merak işte. halen kimse görmüyor, duymuyor, bilmiyor değil mi? boş verin beni...

    ergenekon’da gördüm birazını. meğer ne hesaplar yapılmış üzerimizden, meğer ne heveslilermiş arkamızdan kuyu kazmaya, öldürmeye bizleri birileri.

    sevgili izet’i, metin’i ve daha nicelerini de öldürdüler... hrant’ı da herkesin gözü önünde göstere göstere öldürdüler. yüz binler yürüdü yine de kimseden ses çıkmıyor değil mi? durduramadım hiçbirini. özrümü kabul etsinler analar. özrümü kabul etsin rakel. ellerinden öperim hepsinin.

    anam, sevgili anam, duvara resmimi asan, sonra da tülbendiyle örten anam yirmi yıl oldu senden ayrılalı. zaman aşındı artık ama kokun aynı kaldı bende. senin de otlu peynir yapan o mübarek ellerinden, yaşlı gözlerinden öperim.

    ağlama artık.

    ===== alıntı sonu =====
  • 16 şubat 1992 tarihli 2000'e doğru dergisinde hizbullah'ın çevik kuvvet tarafından eğitildiğini iddia eden ve hüseyin velioğlu'nun ismini ilk defa anan diyarbakır muhabiri. 18 şubat 1992'de kafasına sıkılan bir kurşunla öldürülmüştür.
hesabın var mı? giriş yap