• psikanalitik ekol birinci, davranışçılık ikinci kuvvet olarak kabul edildiği takdirde "hümanist psikoloji" psikolojide üçüncü kuvvet olarak ortaya çıkmıştır.

    çağdaş psikolojide “üçüncü güç” olarak var olan hümanist psikoloji, kuram ve sistemlerde çok küçük yerleri olan konularla ilgilenmektedir. sevgi, yaratıcılık, benlik, gelişim, organizma, temel gereksinim ve hazlar, kendini gerçekleştirme, yüksek değerler, öz, varoluş, oluşum, kendiliğindenlik, oyun, nükte, doğallık, sıcaklık, sevecenlik, egonun aşılması, nesnellik, özerklik, sorumluluk, anlam, aşkın bilinç deneyimleri, doruk deneyimler, cesaret ve bunlarla ilgili kavramlar ile ilgilenmektedir.

    maslow, psikolojinin daha insancıl olması gerektiğini, yani insanlığın sorunlarıyla daha çok ilgilenmesi ve psikoloji derneğinin sorunlarıyla daha az ilgilenmesi gerektiğini ifade etmiştir. öğrencilerin insanı, aşkı, nefreti, umudu, korkuyu, mutluluğu öğrenmek istemesine rağmen bu konuda çok fazla çaba sarf etmemeleri ve çoğunun çıkar amacıyla psikolojiye girmesi maslow için çok üzücü bir durumdur.

    çoğu yüksek lisans öğrencisi olmak üzere pek çok öğrenci belirsiz, bilim ve akıl dışı, mistik olan bu konulardan uzaklaşır. bunun yerine öğrenciye kuru kemikler, teknikler, kesinlik ifade eden bilgiler ve kişiyi psikolojiye yakınlaştırmayan dağ gibi haşmetli ama gereksiz gerçekler verilir.

    psikologların sadece ruhsal hastalıklar üzerinde araştırma yapmaları abraham maslow ve carl rogers tarafından eleştirilir. psikologlar sadece ruhsal hastalıklar üzerinde yoğunlaşırlarsa ruhsal sağlık hakkında, olumlu insan özellikleri hakkında araştırma yapılmadığı için, bir şeyler öğrenmek mümkün olmaz.

    maslow ve rogers psikolojinin neşeli olma, hoşnutluk, coşku, şefkat ve cömertlik gibi nitelikleri de önemsemesi gerektiğine inanırlar ve bu yüzden de bu alanda çalışmalar yaparlar. hümanist psikolojinin babası olarak nitelendirilen abraham maslow’a kendi dergisinde bir keresinde hümanist hareketi bir cümlede nasıl tanımlayacağı sorulur. verdiği cevap ise şöyledir: “temel insanî sorunlara yardımcı olamadığı için felsefe, ekonomi, bilim ve siyasetin temeli olan cansız nesnelerin ve tüm şeylerin bilgisinden uzaklaşıp insanın ihtiyaçlarına yönelik bir merkeze doğru yakınlaşmadır.

    hümanist psikolojinin başlangıç noktası, bireyin bilinç tecrübeleri üzerine yapılan çalışmalardır. insan kişiliği ancak bireyin ne algıladığı, ne düşündüğü, ne hissettiği ve neye değer verdiği araştırıldığında anlaşılır. bununla birlikte tüm bütüncül yaklaşımlar, bireyin bilinç tecrübesine her zaman önem vermektedir. hümanist psikoloji bireyin doğuştan gelen insani eğilimleri üzerine kurulmuş teorilerden oluşmaktadır. bu teori bireyin yegâneliğine, iç dürtülerine ve kişisel potansiyeline önem verir. bireyin benliği ve sahip olduğu potansiyel güçleri maksimum dereceye çıkarmak bu ekolünün temel ilkesidir.

    hümanistlere göre insanlar hürdür ve dış çevre tarafından ya da şuursuzluğun rasyonel olmayan güçleri tarafından idare edilmezler. aynı zamanda gelişime açıktırlar, yaratıcıdırlar ve kendini gerçekleştirme kapasitesine sahiptirler.

    hümanist psikolojinin ana temaları şunlardır:

    1. bilinç deneyimleri üzerinde durmak.

    2. insan doğasının bütünlüğüne inanmak.

    3. özgür irade, spontanlık ve bireyin yaratıcı gücü üzerinde odaklanmak.

    4. insan koşullarına ilişkin tüm faktörlerin araştırılması.

    hümanist psikoloji insan doğası çalışmaları için davranışçılığı dar, yapay ve yalıtılmış bir yaklaşım olarak görür. sadece gözlemlenebilir davranış üzerinde durmanın insanlığı, hayvanların ve makinelerin düzeyine indirgediğini düşünür.

    hümanist psikologlar ayrıca bilincin rolünü küçümseyen freud’cu psikanalize de karşı çıkarlar. freudcuların sadece nörotik ve psikotik bireyleri araştırmalarını eleştirirler.

    hümanist psikoloji hareketi 1961 yılında “hümanist psikoloji dergisi”nin ve 1971 yılında “apa”nın (hümanist psikoloji bölümü) kurulmasıyla resmi hale gelir. fakat hiçbir zaman hümanist psikoloji, psikolojik düşüncenin ana akımlarından birisi haline gelemez. bunun birinci sebebi hümanist psikologların üniversitelerden çok özel kliniklerde uygulamalar üzerine çalışmaları, bir başka sebebi ise etkisi kalmamış olmasına rağmen psikanaliz ve davranışçılığı eleştiriyor olmalarıydı. buna rağmen çağdaş psikologlar arasında insanların kendi hayatlarını bilinçli ve özgürce şekillendirebilecekleri düşüncesinin güçlenmesine sebep oldu. hümanist psikoloji, alanda yer almakta olan değişikliklerin onaylanmasına yardım etmesi ve sadece bu noktadaki misyonu sebebiyle bile başarılı sayılabilir.

    (kaynaklar: schultz, d.p., schultz, s. e. (2007). modern psikoloji tarihi, maslow, a. h. (1996). dinler değerler doruk deneyimler.)
  • (bkz: abraham maslow)

    the psychology book'tan kendi çevirim:

    kayıtlı tarih boyunca niçin buradayız ve yaşamımızın amacı ne gibi sorular sorulmuştur. bu soruların altında yatan, bizi gerçekten neyin doyuma ulaştıracağını ve onu nasıl bulacağımız konusundaki karmaşadır.

    psikanalistler, doğuştan gelen biyolojik yönlendirmelerin yerine getirilmesinin doyumu sağlayacağını iddia ederlerken davranışçılar fizyolojik ihtiyaçların yiyecek, uyku ve seksle karşılanmasının önemini belirtirler.

    ancak 20.yy'ın başlarından ortalarına kadarki yeni dalga psikoterapik düşünceler, iç doyuma giden yolun çok daha karmaşık olduğuna inanmaktadırlar.

    probleme bu yeni yaklaşımın başlıca savunucularından biri, psikolojide hümanist hareketin kurucularından birisi olarak kabul edilen abraham maslow'dur. insan yaşamını, bizim için önemli şeyler olan aşk, umut, inanç, ruhsallık, bireysellik ve varlığa bakarak incelemiştir.

    teorilerinin en kritik yönlerinden birisi şudur: birey, bilincin en gelişmiş durumuna ulaşmak ve en yüksek potansiyelini fark etmek için hayattaki gerçek amacını keşfetmeli ve onun peşinden koşmalıdır.

    maslow, bu nihai durumu kendini gerçekleştirmek olarak tanımlar.
  • içimde merak ve heyecan uyandıran, kitap önerilerini beklediğim psikoloji akımı. öneriler giriş seviyesi olursa sevinirim. irvin yalom’un varoluşçu psikoterapi kitabını okurken orada hümanist psikolojiden de kısaca bahsediyor. daha önceden de biliyordum ama orada ilgimi çekti. davranışçı terapi yaklaşımlarından baya bunalmıştım. davranışçı derken sadece davranışçılık değil, bilişsel davranışçı terapi ve türevlerini de kastediyorum, hepsi davranışçı terapi sınıfındalar. bunlar yüzeysel ve karamsar yaklaşımlar. hümanizm davranışçılığın temel tezlerine karşı çıktığını görünce çok sevindim, içimde bir umut belirdi.

    çünkü davranışçılığın ve hatta biyolojik yaklaşımın kaderciliğine teslim olmuştum. mesela aşırı yeme örneğini düşünelim. biyolojik yaklaşıma göre hormonlar ve kimyasallar önemli. mesela antidepresanlar çok yediriyor derlerya. antidepresanı bıraktığınızda da yoksunluk olur ve çok veya az yeme ortaya çıkabilir yani normal yiyen birine yoksunluk yap ve aşırı yemesini seyret. sanki elinde değilmiş ve kimyasalların elindeymiş gibi bir çaresizlik ortaya çıkıyor. çünkü kontrol edemiyor, çok yiyor. benim de başıma geldi. biyolojik yaklaşım hayli üzücü oluyor. kapana kısılmışsın. hümanizm ise burda seçim yapıyorsun sorumlu sensin kimyasala bağlama diyecektir. biyolojik ve davranışçılık seçim yaptığımızı inkar eder. yiyeceğin tadı güzeldir, reklamlar falan görüyorsundur ödüllendirilirsin ondan yaparsın, bu seçim değil zorunludur. yani insan olmak dediğimiz şeyi reddederler. insanız falan ama özgürce seçmek bir yanılsamadır, altta başka işler dönüyor derler. insanı parçalara ayırıp incelerler. ödül, ceza ve koşullama gibi. bdt de böyledir, duygu düşünce ve davranış üçlüsüne indirger seni. parçalara ayırır. hümanizm bu parça işine karşıdır. insanın yaratıcılığı, potansiyeli falan var derler. insan duygu düşünceden ibaret değil derler.

    hümanizmdeki ve varoluşçu terapideki bu sorumluluk ya da özgürlük olayı epiktetos’ta da vardır. kendi eylemlerimizin bizim elimizde olduğunda ısrarcıdır epiktetos. tabi beni çok ikna edememiştir çünkü kimyasalların ve hormonların bilinmediği bir çağda bunları iddia etmiştir. hümanistlerin ve günümüzdekilerin bunu iddia etmesi çok daha ikna edici olur benim için. epiktetos da fikir ve arzu diye parçalara ayırır insanı. o bakımdan hümanizmden ayrılsa da özgürlüğü bireye vererek önemli bir ilerleme sağlamıştır. bu bakımdan önemli ve özgün bir filozoftur diyebiliriz. epiktetos mantığıyla ve hümanizm mantığıyla yoksunluk olayına bakalım. ilaç yoksunluğu hayli acı vericidir. ve bu yoksunlul aşırı yemeye yol açtı diyelim. seçim yaptığımıza inanan kişi şunu diyecektir: o yoksunluğun etkilerine direnip yememek ve direnmeyip yiyip haz dağlamak 2 ayrı seçenektir ve seçeriz diyebilir. yani yoksunluğun etkileri elimizde değildir, acı elimizde değildir ama onlara katlanıp yememek elimizdedir ve bunu seçebiliriz diyebiliriz. biyolojist ise elinde değil mecbur yersin diyecektir. bir hümanist belki de özgürlük işini bu yemeye indirgemenin yanlış olduğunu söyler. burada mecburen yesen bile başka konularda seçim yaptığını iddia edebilir, bilemiyorum. ama davranışçılığın ve biyolojik görüşün çürütülmesinin önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. çünkü bu iki görüş insanlığı zehirlemektedir.
hesabın var mı? giriş yap